Daniela ve Gustavo’nun El Hamra Sarayı’na bakan terasında oturuyoruz. Gustavo biralarımızı da doldurduğuna göre artık vakit geldi, memleketleri kurtaracağız. Türkiye’yi kurtarmak için başladık konuşmaya. Ülkenin ne kadar kötü yönetildiğini, başkanlık sistemini, tek adam yönetimini falan konuşuyoruz anlayacağınız. Biz anlattık onlar anladı, nasıl anlamasınlar ki Kolombiyalılar sonuçta. Daniela şunu söyledi; “200 yıldan fazladır bir oligark çete bizi yönetiyor.”
Simon Bolivar’ın Bogota’da iktidardan ayrıldığı 19. Yüzyılın başından bu yana Kolombiya, halkına karşı sürekli savaş içinde olan bir devlettir ve bu konuda öylesine başarılıdır ki Latin Amerika’da ülkenin siyasi liderliği ve Katolik Kilisesi henüz 1920 yılında komünizm karşıtı baskıcı yasalar uygulamaya başlamıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısına baktığımızda ise ülkenin, diğer Latin Amerika ülkelerinde gördüğümüz diktatörlüklere ihtiyaç duymadan Amerika Birleşik Devletleri’nin himayesi altında olduğunu görürüz. Öyle ki diğer Latin Amerika ülkelerinden farklı olarak ABD’nin Ulusal Güvenlik Doktrini’ni[1] doğrudan kabul eden Kolombiya’ya en büyük övgü dönemin ABD başkanı Kennedy tarafından gelmiş ve ABD başkanı, Kolombiya’yı adaptasyonu dolayısıyla tebrik ettiğini dile getirmiştir.
Kolombiya, uyuşturucuyla savaş bahanesiyle gelen ABD askerleri tarafından fiilen işgal edilmesine rağmen, dünyanın önde gelen kokain üreticisi ve ihracatçısıdır. ABD’nin en büyük tüketicisi olduğu bu milyarlarca dolarlık pazarın kârının yüzde 95’i de ABD bankalarında bulunmaktadır.
Dünyada eşi benzeri olmayan, her birinde 2000’den fazla insanın bulunduğu toplu mezarların bulunduğu Kolombiya’daki şiddetten bahsetmek gerekirse Galeano’ya danışmak yanlış olmayacaktır. Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları kitabında şöyle bahseder: 1948 ile 1957 arasında, köylü savaşı küçük toprakları ve büyük mülkleri, çölleri ve tarlaları, vadileri ve ormanları kapsadı. Tüm toplulukları göçlere itti, devrimci gerillalar ve suç çeteleri doğurdu ve tüm ülkeyi bir mezarlığa dönüştürdü. Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) her ne kadar 2016 yılının Eylül ayında silahlı mücadeleyi sonlandırmış olsa da Kolombiya hükümetinin saldırılara devam ettiği ve 60 yıldır Kolombiya rejiminin bir parçası olan paramiliter kuvvetleri ile FARC üyelerini öldürmeye devam ettiği görülüyor. Yanı sıra suç çeteleri de mezarlığı büyütmeye her geçen gün devam ediyor.
Kolombiya’da bugün neler oluyor?
2002 – 2009 yılları arasında Cumhurbaşkanı olarak görev yapmış olan aşırı sağcı Alvaro Uribe’nin ardılı, devlet başkanı Ivan Duque’nin; elektrik, su gibi temel ihtiyaçlara da ek vergi getirilmesini talep eden yasa tasarısı olayların fitilini ateşledi. Kolombiya’nın ultra neoliberal Maliye Bakanı Carasquilla tarafından hazırlanan ve milyonlarca yoksula yeni milyonlar ekleyecek olan bu vergi reformuna karşı Kolombiya halkı, Ulusal Grev adıyla başlattığı mücadele kapsamında 28 Nisan’da sokaklara döküldü.
Pandemi sürecinde yoksulluğun yüzde 42 oranında artış gösterdiği ülkede halkın cebinden 25 trilyon pesodan fazlasını çıkaracak olan bu tasarıya karşı halkın sokağa dökülmesini Duque hükümetinin göstericilere karşı güvenlik güçlerine vur emri vermesi takip etti. Protestolara özel polis gücü ESMAD’ı gönderen hükümet, Kolombiya sokaklarında katliam başlattı. Güvenlik güçlerinin saldırılarına rağmen halkın geri adım atmaması üzerine yasa tasarısı 3 Mayıs’ta geri çekildi ve 4 Mayıs tarihinde Maliye Bakanı Alberto Carasquilla istifasını sundu. Geri adım olarak tanımlayabileceğimiz hükümetin bu kararları halkı sokaktan çekmeye yetmedi. Nedeni ise çok basit: Kolombiya’da bardak artık taşmıştı.
Kolombiya’da bugün yaşananların nedenini aşağı yukarı anlamak için birkaç noktaya bakmanın yeterli olacağını düşünüyorum:
- Devlet başkanı Ivan Duque’nin kim olduğunu anlamak için onun akıl hocası ve öncülü Uribe’nin sicili
- FARC “barış” süreci
- Bogota’da dalgalanan bayraklar
- Kasım 2019’da yaşanan eylemler
Alvaro Uribe Velez: Kolombiya siyasetinin en kirli ismi
Birçok Kolombiyalı, Devlet Başkanı Ivan Duque’yi bir kukla ve Uribe’yi onun iplerini tutan kişi olarak tanımlıyor. 2002 – 2010 yılları arasında devlet başkanlığı yapan, sicili oldukça kabarık olan Uribe’yi ülke siyasetinin en kirli ismi olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Siyasi kariyerine Antioquia’da başlayan Uribe, 1982 yılının Ekim ayında Belisario Betancur tarafından Medellin Belediye Başkanı olarak atandı. Bundan tam 5 ay sonra Şubat 1983’te uyuşturucu kaçakçılarıyla işbirliği yaptığı iddiasıyla görevinden alındı. 1986 ile 1994 yılları arasında senatörlük yapan Uribe, Cumhurbaşkanı seçilmeden önce Antioquia Valisi olarak görev yaptı. 2004 yılında yayımlanan 1991 tarihli DIA’nın Kolombiya’nın en önemli uyuşturucu satıcılarının isimlerini içeren resmi belgesinde Uribe, 82. sırada yer aldı. Belgede, Medellin karteli ile çalıştığından bahsedilen ve uyuşturucu baronu Pablo Escobar’ın yakın arkadaşı olarak tanımlanan Uribe’nin uyuşturucu ticaretinden hatrı sayılır şekilde maddi çıkarı olduğu ve kartel ile devlet arasında bir köprü görevi gördüğü kaydedildi. ABD’nin askeri istihbaratı olarak tanımlayabileceğimiz DIA’nın resmi belgesinde uyuşturucu kaçakçısı olarak adı geçen Uribe’ye 2009 yılında yine ABD tarafından Başkanlık Özgürlük Madalyası verildi. Gerilla ile olan savaşın en kanlı dönemi Uribe döneminde yaşandı. On binlerce sivilin hayatını kaybettiği çatışmalar sırasında Uribe’nin paramiliter gruplara resmi destek verdiği belgelendi. Kolombiya parlamentosundaki vekillerin üçte birinin paramiliter çetelerle ilişkide olduğu ortaya çıktı. Elbette ki bu vekillerin tamamı Alvaro Uribe’nin partisindendi.
Paramiliter gruplarla olan ilişkisi hakkında 300’e yakın soruşturma açılan Uribe’nin, 2010’da devlet başkanlığını bırakmasına rağmen, Ivan Duque üzerinden ülkeyi yönettiği resmi olmayan bir gerçek olarak bugün karşımıza çıkıyor.
Barış süreci
Alvaro Uribe’nin başkanlık döneminde Savunma Bakanı olarak görev yapan ve 2010 yılında iktidara gelirken en büyük vaadi FARC ile mücadele olan Juan Manuel Santos, göreve gelişinin ardından kısa bir süre sonra “barış” siyasetine yöneldiğini açıkladı. Kendisinin ilk ardılı Juan Manuel Santos’un yöneldiği “barış” siyasetine karşı olan Uribe, bu süreçte partiden ayrılarak yeni bir parti kurdu. 2012’de FARC’ın tek taraflı ateşkes ilan etmesine rağmen hükümet bu konuda bir adımda bulunmadı. FARC’ın çift taraflı ateşkes çağrıları ancak 2016 yılında yanıt buldu ve Temmuz 2016’da karşılıklı ateşkes ilan edildi. 2012 yılından 2016 yılına kadar geçen süreç bir noktada Kolombiya hükümetinin barış konusundaki samimiyetini gösterir nitelikteydi.
2017 yılının Haziran ayında ise FARC’ın Birleşmiş Milletler gözetiminde tamamen silahsızlandığı açıklandı. Barışın ilan edildiği 2016 yılından Nisan 2021’e kadar 904 halk lideri ve 276 eski FARC savaşçısı suikaste uğradı. Sözün özü Kolombiya’da barış bir aldatmaca olmaktan öteye gitmedi. FARC silahsızlandırıldı ve barış, her gün birini öldürmeye devam ediyor. Juan Manuel Santos’un hazırladığı barış oyunu, Uribe’nin siyasetinden daha başarılı oldu.
Bogota’da dalgalanan kırmızı bayraklar
Geçtiğimiz Mayıs ayından bu yana başkent Bogota’daki evlerden kızıl bayraklar dalgalanıyor. Bayraklar sosyalizmin zaferini simgelemiyor; o evde açlık yaşandığını bildirerek yardım çağrısında bulunuyor. Hükümet bu çağrılara ilişkin hiçbir şey yapmazken üstüne polis kuvvetlerini mahallelere gönderip olası bir ayaklanmayı önlemek için şiddet kullanıyor. Komşular kırmızı bayraklı evlere yiyecek götürüyor, halkın yardımına yine halk koşuyor. Halk açlıkla hükümet halkla savaşıyor. Gün geçtikçe yoksullaşan halkın bugün kaybedecek bir dilim ekmeği dahi kalmadı.
Kasım 2019 eylemleri
Ivan Duque hükümeti 2019 yılında da reform paketi getirmek için harekete geçti. Emeklilik yaşının artırılması, 25 yaş altındaki genç çalışanlar için asgari maaşta indirime gidilmesi ve emeklilik fonunda kesintiye gidilmesi gibi maddelerin bulunduğu pakete karşı Kasım 2019’da yüz binlerce insan sokağa döküldü ve Kolombiya aylarca süren bir dizi eylem yaşadı. Elbette 2019’daki Ulusal Grev’de de insanları sokağa döken yalnızca neo-liberal ekonomi paketi değildi. 2018 yılında Duque’nin iktidara gelişiyle beraber ülkede şiddetin artması ve yolsuzluğun korkunç boyutlara ulaşması da Kolombiya halkını sokağa iten nedenler arasındaydı.
21 Kasım 2019’dan 21 Şubat 2020 tarihine kadar devam eden eylemlere 1 milyon 500 binden fazla kişinin katıldığı Ulusal Grev’i örgütleyen yapılar tarafından açıklandı. Eylemler sırasında 5 kişi hayatını kaybederken 300’den fazla kişi de yaralandı. 2019’daki grevde milyonlarca insanın, Kolombiya tarihinde eşi görülmemiş bir şekilde “artık yeter” diyerek sokaklara dökülme cüretini göstermesi Kolombiya için bir umudun yeşerdiğini de açığa çıkardı. Bugüne baktığımızda Kolombiya halkını sokaklara döken Ulusal Grev’in, 2019 eylemlerinin bayrağını bir adım ileri taşıdığını söyleyebiliriz.
Halk, dünün ve bugünün sömürgecilerine karşı
Sosyal medyanın sansürlendiği, internetin yavaşlatıldığı Kolombiya’da halk; güvenlik güçlerinin işlediği cinayetleri ve insan hakkı ihlallerini görünür kılmak için uluslararası dayanışma talep ediyor. Ülkede 28 Nisan’dan bu yana 50’den fazla insan katledildi, 1000’den fazla protestocu tutuklandı, 10’un üzerinde cinsel şiddet vakası tespit edildi ve 28 Nisan – 7 Mayıs tarihleri arasında 549 kişi kaybedildi. İki gün önce Kolombiya’da barış simgesi olarak görülen Minga yerlileri Cali’deki protestolara katılmaya çalışırken silahlı saldırıya uğradı.
Bugün kendini sömürenlere karşı ayağa kalkan Kolombiya halkı; Bogota sokaklarında, Cali sokaklarında İspanyol sömürgecilerin heykellerini de bir bir indirerek dünün sömürgecilerini de es geçmiyor. Örgütlü bir yapının eksikliği nedeniyle olayların nasıl sonuçlanacağını kestirmek güç olsa da Kolombiya’da büyük bir uyanışın başladığını söylemek yanlış olmayacaktır; çünkü artık halkın kaybedecek hiçbir şeyi kalmadı.
[1] Amerika Birleşik Devletleri’nin II.Dünya Savaşı’ndan sonra Latin Amerika ülkeleri üzerindeki hakimiyetini pekiştirdiği, Soğuk Savaş ile karşı karşıya kaldığı ve silahlı kuvvetler için belirli görevler belirlediği bir ideolojiydi.
Kapak fotoğrafı: Reuters