Pek çok devlet, özellikle içişleri bakanlıkları bünyesinde yaptıkları bazı çalışmaları ve demokrasiye aykırı addedilen adımları “görünmez düşmana karşı attıklarını” savunuyor, mücadelenin “insanlar tarafından kolay kolay görünmeyen, her an, her yerde, herkese zarar verme potansiyeli olan” unsurlara karşı yapıldığını söylüyor. Görünmez düşmanlara karşı atılan adımlar sorgulanabilir olmaktan uzak kaldığı gibi, olan bitene muhalefet etmek, düşmanla işbirliği yapmaktan düşmanın kendisi olmaya kadar türlü şekillerde etiketlenebiliyor.
Güvenlikleştirme, en basit haliyle siyasal olanın güvenlik meselesi haline getirilmesi, siyaset dışı bir unsur olarak ele alınması, böylece “olağanüstüleştirilmesi” olarak tanımlanabilir. Günümüzde Covid-19 tehdidinin güvenlikleştirme ile ele alınmasını da bu şekilde değerlendirmek mümkün. Bu çerçevede bakılacak olursa Covid-19 istisnai bir durumdur zira İspanyol Gribi’nden beri neredeyse yüz yıl geçmiş, 1. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında başlayan bu salgına benzer şekilde, böyle hızlı yayılan bir pandemi görülmemiştir. Tehdidin aciliyetinin dünyada panik yaratması, olağanüstü ve acil önlemler alınmasının gerekliliğinin bilim dünyasından radikal politik çevrelere kadar geniş anlamda kabul görmesi, güvenlikleştirme ile ilgili kriterlere uyuyor denilebilir. Yine aynı şekilde alımlayıcı kitle; evde kalma, kendisini karantinaya alma, yasaklara uyma konusunda “görünmeyene karşı mücadele” etrafında ikna olmuş, ikna olmanın ötesine geçerek ikna eden konumuna gelmektedir.
Güvenlikleştirmede İsrail örneği: Olağanüstü önlemler hep olağan
Pandeminin yükseldiği dönemde, pek çok yerde İsrail’in ciddi karantina protokollerini hayata geçirdiğini, bunun salgın hastalıkla mücadelede olumlu geri dönüşler sağladığını okumuştuk. Siyasetini kuruluşundan beri “kendisini savunma” üzerinden inşa eden İsrail, hükümetler üstü siyaset tarzı olarak da “milli güvenlik devleti” konseptini benimsemiş durumda. Bunun İsrail’deki hükümetlere/kolluk kuvvetlerine sağladığı avantajlardan birisi “hesap vermemezlik” oluyor zira kolluk gücünün attığı her adım “kanunlara uygun” şekilde atılıyor. Bu durumun varlığı, 9 milyona yakın nüfuslu İsrail’in pandemiye karşı mücadelede belli mekanizmaları sıfırdan -veya çok dipten- oluşturmasına gerek kalmadan adım atabilmesini, hızlı önlemler alabilmesini sağlamıştır denilebilir. Buna bir örnek verecek olursak, önlem olarak sunulan “Covid-19 hastalarının telefonlarını dinleyebilme izninin çıkması”, daha önce militan olduğu söylenen Filistinlilerin telefonlarının dinlenmesi için kullanılan yöntemlerin bu duruma uyarlanmış hali olarak görülmekte. Pandeminin dünyayı esir aldığı dönem içerisinde baktığımızda, örneğin 25 Nisan 2020 itibariyle İsrail’de bildirilmiş 15,148 vaka, 6,159 iyileşmiş vaka, 198 ölüm görülmekteydi. 16 Temmuz 2020 itibariyle ise İsrail’de kayıtlı toplam vaka sayısı 45,607, iyileşen vaka 20,268, ölüm ise 383 olarak verilmiştir. Vaka sayısı nüfusa göre fazla olsa ve İsrail sağlık bakanı çeşitli eleştiriler sonrasında istifa etse de, ölüm sayısının düşüklüğü (ve neredeyse 3 ay boyunca ciddi bir artış sergilememesi) başarı konusunda aktöre daha çok otorite sağlamaktadır.
Pandemiyle mücadelede Yunanistan: Meselenin politik olarak ele alınışı
Yunanistan ise duruma farklı bir örnek olarak verilebilir. Yunanistan’da yaşananlar, pandeminin “siyasallaşmış mesele” olarak ele alındığına ilişkin veriler sağlıyor. Yakın zamanda merkez-sağ hükümetin iktidara gelişine şahit olunsa da Yunanistan’ın önceki koalisyonlarının Syriza tarzı sol-popülist yönetimler olduğu, Yunanistan Komünist Partisi’nin pek çok Avrupa ülkesinin aksine meclis içerisinde temsil edilebildiği uzun süredir bilinen bir gerçek. Oldukça politize bir topluma ev sahipliği yapan 11 milyonluk Yunanistan, salgının yayıldığı günlerin başında önlemlerini hızlı şekilde almış, çoğunluğun sürpriz olarak gördüğü şekilde vaka sayıları da oldukça düşük çıkmıştı. Hükümete yapılan belli başlı eleştiriler ise sağlık sistemine gerekli kaynakların ayrılmaması üzerine yoğunlaşmış durumda. Ülke çapında 10’dan fazla kişinin aynı yerde toplanması yasaklansa da geçtiğimiz yıllarda yaşanan protesto eylemlerinin sürekliliği düşünüldüğünde, bunun karantina sonrasında kalıcı hale getirilmesi, dolayısıyla istisnanın normalleştirilmesi çok da mümkün görünmemektedir. 25 Nisan 2020 itibariyle Yunanistan’da bildirilmiş 2,506 vaka, 577 iyileşmiş vaka, 130 ölüm görülmekteydi. 16 Temmuz 2020 itibariyle ise veriler toplam 3,939 vaka, 193 ölüm ve 1,374 iyileşmiş vaka olarak kayıtlara geçti.
Pandemiyle mücadelede Türkiye: Muğlaklıklar, çeneye indirilen maskeler misali
Türkiye içerisinde güvenlikleştirme kavramına ilişkin düşündüğümüzde ise alımlayıcıları “devlete güvenenler-güvenmeyenler”, “hükümet destekçileri-hükümet karşıtları” gibi kollara ayırmak mümkün olabiliyor. Genel olarak görüntü, bir yanıyla meseleye ilişkin yaşananların siyasallaşmış olduğu üzerinden hükümetin/muhalefet partilerinin eleştirilmesi, diğer yanıyla güvenlikleşmiş mesele olduğuna yönelik genel uzlaşı olarak tariflenebilir. Dolayısıyla Türkiye’de güvenlikleştirme konseptini eleştirenlerin üzerinde durduğu üzere siyasallaşmış meseleyle güvenlikleştirme arasında ciddi bir muğlaklığın mevcut olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye’de sokağa çıkma yasağı norm kabul edilen şartlarda denenmesi durumunda pek çok direnişle, itirazla ve eleştiriyle karşılaşacak olmasına rağmen, pandemi döneminde en temel uygulamalardan birisi olarak düşünüldü ve devletin meseleleri güvenlikleştirmesine karşı çıkan kitleler tarafından bile arzu edildi. Vaka sayılarının 5,138 ile en yükseğe ulaştığı 11 Nisan 2020’yi de düşünecek olursak, bu dönem sosyal medyada yayılmakta olan en önemli talebin sokağa çıkma yasağının ilanı, ücretli izin, işten çıkarma yasağı, fabrikaların üretimlerini durdurması ya da farklı vardiya şekillerine geçilmesi olduğunu hatırlayabiliriz. Kitleler tek bir beden olmanın, bu bedenin her organının iyiliğinin düşünüldüğü çözümlerin hayata geçmesinin arzusundayken bunun talep edilmesine şaşırmamak gerekiyor.
Bahsi geçen kitlelerin bir kısmı bu istek üzerinden siyaset üretirken, siyasetçileri “sermaye sınıfının çıkarlarına uygun davranmak için sokağa çıkma yasağını sıkı tutmadığı” gerekçesiyle sertçe eleştirmekteydi. Bu durumda alımlayıcı kitle ikna olmanın dışında ikna etme amaçlı öz örgütlenmesini de yarattı ve bu da meselenin kitleler nezdinde içselleştirilmesinin önünü tamamen açtı. Rıza üretimi, Covid-19’da genel olarak kendisinin ve yakınlarının sağlığından endişe eden kitleler tarafından bizzat üretilmekte ve devlete dayatılmakta idi. 25 Nisan 2020 itibariyle Türkiye’de bildirilmiş 107,773 vaka, 25,582 iyileşmiş vaka, 2,706 ölüm görülüyordu. Sonrasında bu durum 16 Temmuz 2020 itibariyle 216,873 toplam vakaya, 5,440 ölüme ve 198,820 iyileşen sayısına kadar yükseldi.
Uluslararası ilişkiler teorilerine dair: Devletlerin varlığı, bilardo topları ve ulusüstüleşme
Güvenlikleştirmenin aynı zamanda realist teoriyle birlikte okunduğunu düşünecek olursak, uluslararası örgütlerin “başarısı”, “ülkeler arası işbirliği” gibi pratiklere hayli zarar verdiği görülüyor. Avrupa’da Covid-19 ile birlikte yaşanan gelişmeler realist teoriler açısından önemli veriler içeriyor ve uluslararası ilişkiler teorileri içerisinde uzun zamandır Soğuk Savaş pratiklerini yansıttığı için yüzüne dahi bakılmayan bu teorinin, bir kenarda ellerini ovuşturmaya başladığı gün gibi ortada. Süreç içerisinde AB’nin supranasyonal yapısı (özellikle İtalya’da) ciddi bir tartışma konusu haline geldi; dahası, devletlerin varlığı, varlık sebepleri öncelendi ve Avrupa içerisindeki bir ülkeye giden tıbbi malzemeye, başka bir Avrupa ülkesinin el koyduğu haberleri basında yer almaya başladı. Avrupa içerisinde bir doğa durumu olarak da yorumlanabilecek “el koymaların” uluslararası ilişkiler sistemi içerisinde bir anarşinin olduğu savını öne sürenlere oldukça ciddi kaynak sağladığını söyleyebiliriz. Zira neden sonuç ilişkisi bağlamı içerisinde; neden “sınırları içerisindeki vatandaşını korumayı öncelemek”, sonuç “maskelere, solunum cihazlarına el konması” şeklinde açıklanabilir. Bu noktada güvenlikleştirme konseptinin, klasik realist paradigma çerçevesinde ele alındığı konusundaki eleştiriler boşa düşebilir. Uluslararası ilişkiler teorileri dahilinde kendisini yakın zaman içerisinde daha fazla göstermeye başlayan eleştirel teoriler, durumu farklı şekillerde okuyor; ancak köklerini Soğuk Savaş pratiklerinden alan ve “her ülkenin bir bilardo topu olduğu” konsepti üzerinden okuyan realizmin bu hat üzerinden ilerleyişi, kadın hareketlerinin, LGBTI+ hareketinin, güvencesizlik üzerinden örgütlenen emek güçlerinin ve ekolojik mücadelelerin dünyayı nasıl değiştirebileceğine ilişkin yapılan okumaların üzerine bir sünger çekme çabası içine girebilir. Bu yüzden Covid-19’u ve sonrasında bizi nasıl bir dünyanın beklediğini, toplumların bu karantinalardan ve “mini karantinalardan” nelere ikna olarak/nelere ikna olmadan çıkacağını, tüm bunların toplumsal muhalefete nasıl bir zemin sunacağı üzerine her zamankinden daha fazla tefekkür etmek gerekmekte.
Sonuç olarak, virüsle güvenlikleştirme üzerinden mücadele ediyor olmanın fayda ve zararları, ülkelerin genel güvenlik siyaseti üzerinden okunmalı, bu siyasal tercihlerin bir anda ortaya çıkmadığı unutulmamalı. Türkiye, Yunanistan, İsrail, AB üzerinden okunan örnekler de gösteriyor ki bu durumda fayda ve zararlar, ülkeler/uluslararası örgütler bazında bakıldığında bir hayli değişkenlik gösterebiliyor.