Üretim ve paylaşım motivasyonunu dayanışma motivasyonuyla birleştiren Olta Dayanışma’nın ikinci albümü “Olta-2”, geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Pandemi sürecinde gittikçe yoğunlaşan ekonomik sıkıntıların, müzik alanındaki yansımalarını hafifletmek adına bağımsız müzisyenlerin güncel üretimlerini bir araya getiren albümler, önümüzdeki aylarda yenileriyle müzikseverlerle buluşmaya devam edecek. Müzisyenler, şarkılarını dayanışmaya bağışlarken müzikseverlerin dayanışmaya omuz vermesi için tek yapması gereken albümleri dinlemek. Dayanışma motivasyonu elbette dinlenme sayılarını arttıracaktır; ancak albümlerde yer alan şarkıların niteliği de daha çok dinlenme ve böylece sahnesiz kalan müzisyenlere ve sahne emekçilerine aktarılabilecek gelir artışı için önemli bir unsur hiç kuşkusuz. Bir bakıma, “başa sarıp sarıp dinlenesi” şarkıların çokluğu. İkinci Olta albümüne bu anlamda katkı sunan gruplar arasında Ankara’dan Akapum da var.
Umut denizine olta atan müzisyenleri bir araya getiren ilk dayanışma albümünde, Ankara’dan bir ses; keyifli bir Sinağrit Baba bestesi olan “Tanzanya İptal” yer almıştı. “Olta-2” albümünde Ankara’dan yükselen bir başka ve naif sesin; Boyalı Kuş grubunun Metin Eloğlu şiirinden bestelediği “Alaca”nın yer alacağını öğrenince, Çekirdek Sanat Evi günlerinden bugüne yadigâr kalan Kızılok-Ortaçgil sözü, “biz şarkılarımızı yarıştırmayız”da ortaklaşan iki grup adına Samet Karadeniz’le geçen hafta söyleşi gerçekleştirmiştik. Daha önce konserlerde dinleme fırsatı yakalanan “Alaca”nın, E. Harun Karaduman ıslığı ve vokaliyle büründüğü Kızılokvari atmosferine, albüm versiyonunda Collectif Medz Bazar grubundan Ezgi Sevgi Can’ın klarnet solosunun eklenmesiyle bir tutam Noir Desir rüzgarı da serpiştirilmiş.
Dayanışma motivasyonunun yanı sıra, kişisel müzikal beğenimden hareketle “Olta-2” albümüne daha çok dönmemi sağlayacak şarkılar arasında “Alaca” ile birlikte sayabileceklerim; yolculuğuna Ankara’da başlayan ve uzun yıllardır keyifle dinlenen Kara Güneş grubunun enstrümental çalışması “Hicaz Yolu”, 2015’ten bu yana toplumsal dayanışmaya müzikal katkılar sunmaya devam eden Yapıcılar grubundan “Yarım Ay”, Emre Akbay ve Cüneyt Çakal’ın ortak çalışması “Mavi”, Barış Bölükbaşı’nın bestesi ve İrfan Alış’ın sözleriyle ortaya çıkan bir Peyk makamı “Sen Mi Eskidin Ben Mi”.
Bu saydıklarım arasına ekleyeceğim bir şarkı daha var; “Telaş”. Punk müziğin dünyadaki seyriyle Ankara arasında kurulan ve bir gecekondu duvarına yazılanlara ilham veren bağa; Joe Strummer’ın Ankara’da doğmuş olmasına selam çakan bir başlangıca sahip Akapum yolculuğunun şimdilik son durağı, bu şarkı. Son bir yıl içerisinde imza attıkları üç tekliyle müzikseverleri punk rock ve folk rock sularında Ankara kıyısından başlayan yolculuklara çıkaran grup, bu sefer “Telaş”la umut denizine aynı kıyıdan olta atıyor. Haydi gelin, grubun hikâyesini Evren Özesen’den dinleyelim.
“Yürü la!” dedik, sonra bir baktık grup olmuşuz
Öncelikle Akapum nasıl bir araya geldi onu sormak istiyorum. Grup isminin belirlenmesinde de grubun dışından bir katkı vardı sanırım? 🙂
21 Ağustos 2019’da Joe Strummer’ın doğum günü şerefine tek başıma bir akustik dinleti vermek istedim. 15 yılı aşkın zamandır müzik yapmıyordum ve ev dışında hiçbir yerde çalmamıştım. Kendi adımla çıkmak istemedim, bir mahlas arayışına girdim. O sıralarda 1,5 yaşında olan oğlum Demirali durmadan “Akapum, akapummm, aaaakaaapummmmm” diyip duruyordu. “Neden olmasın?” dedim. Akapum adıyla Strummer doğum günü etkinliğinin duyurusunu yaptım. Bunun üzerine şimdi Akapum’un basçısı olan Çağ’dan bir mesaj aldım. Eğer istersem birkaç şarkıda bana basla eşlik edebileceğini söyledi. “Neden olmasın?” dedik birlikte çalışmaya başladık. O günlerde bir yandan gitaristimiz İlker ile bir araya gelip evde bir şeyler çalıyorduk ama grup düşüncesi falan pek yoktu. Bir gün evde çalışırken “Yürü La!” çıkıverdi. Uzun yıllardır arkadaşım olan ve bugüne kadar hep ayrı şehirlerde yaşadığımız davulcumuz Murat da artık Ankara’daydı. Mix & mastering ve kayıt işlerimiz için de dostumuz Ejder Çankayalı bize omuz verince “Yürü la!” dedik ve sonra bir baktık ki grup olmuşuz.
Pandemi süreciyle birlikte artan toplumsal sorunlar, sağlık hizmetine erişim ve çoğu kişinin ekonomik tablosunda gitgide derinleşen belirsizlik konularında yoğunlaştı. Ekonomik kazanç konusunun ağırlığı olsun ya da olmasın; müzik alanındaki üretim süreçlerinin sekteye uğraması ve bunların konserlerde birebir paylaşılma imkânının kısıtlanması müzisyenler için ayrı bir sorun. Sürecin müzik dünyasındaki çok boyutlu yansımalarından Akapum’un payına düşenler neler oldu?
Ocak ayında yine Ankara kökenli ama şu anda İstanbul’da yaşayan birader grubumuz Kaos ile Ankara Haymatlos Mekan’da bir konser verdik. Konsere hazırlanma sürecinde bol bol stüdyo çalışması yaptık. Birbirimize iyice ısınmıştık. Şarkılara herkes kendi yorumunu kattı ve stüdyo sürecinde besteler bambaşka yerlere gitmeye başlamıştı. Konser de şahane geçti. Kaos ile bunun İstanbul ayağını da yapalım dedik. Yaklaşan bahar ve yaz mevsimi ufukta başka konser ihtimallerini de gösteriyordu. Derken pandemi patladı. Biz de stüdyoya gitmez olduk ve konser planları da iptal oldu. Hiçbirimiz hayatını müzikten kazanmıyor. Bu anlamda bizim yaşadığımız “hayati” bir zorluk yok; ancak bizim için daha verimli geçebilecek bir süreyi daha az bir araya gelebildiğimiz için biraz daha verimsiz geçiriyoruz.
“Akapum, şimdiye dek konserlerin yanı sıra yayınlanan ‘Yürü La!’, ‘Balta’ ve ‘İsviçre Dağları’ adlı teklileriyle punk rock ve folk rock’ın Ankaralı hallerini kulaklara taşıdı.” diyebilir miyiz? Varsa bir Ankaralı hal, bunu nasıl tanımlamak, nereden başlamak gerekir? Tabii bir de bu teklilerin bestelenme süreçlerini merak ediyorum…
Aslında belirli türlerde müzik yapmak gibi bir derdimiz yok. Beste yaptıkça kaydediyoruz. Şimdilik bu dolaylarda geziyoruz ama hepimizin etkilendiği çok farklı müzik türleri de var. Birlikte ürettikçe daha farklı soundlara da kayar mıyız zaman gösterecek. Ankaralı hal konusunda ne söyleyebilirim pek bilmiyorum. Şehrimizi seviyoruz, pek çok anlamda ondan besleniyoruz. Sözlerimizde ve müziğimizde bunun yansımaları mutlaka vardır ancak bunu dinleyicilerin daha iyi yorumlayacağını düşünüyorum. “Ankara’ya özgü bir müzik yapacağız veya Ankara hallerini müziğimize yansıtacağız” gibi bir iddiamız yok; ancak bu haller ve hisler kendiliğinden dinleyicinin algısında oluşuyorsa bundan da büyük mutluluk duyarız.
Çok samimi, anlamlı ve hesapsız kitapsız
Olta Dayanışma’yla yollar nasıl kesişti? “Telaş” bu kesişme sonrası mı bestelendi, yoksa öncesinde bestelenip kaydedilen tekli dayanışmanın “umut denizi”ne mi bırakıldı?
Sinağrit Baba’dan Fethi ile sohbet ederken Olta Dayanışma’dan haberdar olduk. Daha sonra zaten dinleyici olarak takip ettiğimiz Peyk’ten İrfan Alış’ın ve Veys Çolak’ın çağrısını okuduk. Çok samimi, anlamlı ve hesapsız kitapsız bulduğumuz için hemen dahil olmak istedik. “Telaş” adlı şarkının kayıtlarına zaten başlamıştık. Daha da hızlandırıp Olta 2’ye yetiştirdik. Böyle bir çalışmanın içinde bulunmaktan gurur duyuyoruz.
Bir toplumsal pratik olarak dayanışmanın gücünü işaret eden sözler her çalkantılı süreçte olduğu gibi yine akıllara düştü: “Dayanışma yaşatır” ve “Dayanışma ezilenlerin inceliğidir”. Pandemi süreci sonlansa da bu sözleri sürekli hatırlatacak nice “normal”i yaşamamız muhtemel. Müzik alanında kanıksanmış birçok sorunun çözümünü mümkün kılacak bir örgütlülük eksikliği olduğunu da düşününce, Olta Dayanışma sence nasıl bir boşluğu dolduruyor?
Öyle bir boşluktan söz ediyoruz ki tek başına Olta Dayanışma’nın kısa vadede burada büyük bir hacim yaratacağını iddia etmek güç ama umut etmek güzel. Zamanla ivmelenmesi mümkün olan, başka dayanışma kapılarını açacak ve örnek olabilecek çok iyi bir başlangıç. İsmi de buna işaret ediyor zaten: Olta!