Niğde’nin Bor ilçesinde plastik geri dönüşüm tesisinde çalışırken kolunu makineye kaptıran 14 yaşındaki Abdurrahman Özkul’un ve Konya’nın Beyşehir ilçesinde sondaj çalışması sırasında kopan halatın kancası yüzüne çarpan Suriye uyruklu çocuk işçi Yusuf Mısri’nin iş cinayetinde yaşamını yitirmesiyle çocuk işçiliği sorunu Türkiye’de bir kez daha gündeme geldi.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) verilerine göre yılbaşından Nisan ayına kadar en az 17 çocuk işçi hayatını kaybetmişti. Yine İSİG’e göre Nisan 2025’in ilk iki haftasında hayatını kaybeden çocuk işçi sayısı ise dörde yükselmiş durumda.
AKP’nin iktidar olduğu 2002 yılından bu yana çocuk işçiliğinde ve iş cinayetine kurban giden çocuk sayısında kaygı verici bir artış yaşandığı gözlemleniyor. TÜİK’in İstatistiklerle Çocuk 2024 verilerine göre, Türkiye nüfusunun yüzde 25,5’i çocuklardan oluşurken, her dört çocuktan birinin çalıştığı görülüyor. Bu resmi verilerin, çocuk işçiliğinin ulaştığı boyutun sadece görünen yüzünü ortaya koyduğunu, sahadaki gerçeklerin ise çok daha ağır olduğunu söylemek mümkün. Sokak, tarla, atölye gibi çocuk işçiliğinin görünmez alanlarında çalışan çocuklar ve kayıtsız çalışan göçmen işçi çocuklar da hesaba katıldığında çalışan çocuk sayısının 2 milyonun üzerinde olduğu tahmin ediliyor.
4+4+4 Sistemi ve Çocuk İşçiliği
AKP’li yıllarda çocuk işçiliğini artıran kırılma noktalarından biri 2012-2013 öğretim yılında hayata geçen “4+4+4” eğitim sistemi oldu. Bu sistem, ilköğretimi kademelere ayırarak çocukların ilkokuldan sonra açık öğretime veya mesleki eğitime yönlendirilmesini kolaylaştırdı. Böylece, özellikle yoksul ve kırsal bölgelerde yaşayan çocuklar için 12 yıllık zorunlu eğitimin pratikte bir karşılığı kalmadı. Aileler çocuklarını sanayi sitelerine ya da tarlalara göndermeyi tercih etti. Örneğin, 2016 yılında yapılan araştırmada 4+4+4 sitemiyle ülke genelindeki toplam çırak sayısının 300 binden bir milyon 170 bin kişiye çıktığı kaydedilmişti.
MESEM ile Çocuk İşçiliği Yasallaştı
9 Aralık 2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan kararnameyle Milli Eğitim Temel Kanunu ve Mesleki Eğitim Kanunu’nda değişiklik yapılarak çıraklık eğitimi örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alınarak mesleki eğitim merkezleri Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü’ne bağlanmıştı.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın “çocukları meslek sahibi yapma” iddiasıyla yaygınlaştırdığı MESEM (Mesleki Eğitim Merkezi Programı) adı verilen bu uygulama, çocuk işçiliğini önlemek yerine meşrulaştıran bir uygulamaya dönüştü. MESEM kapsamında 9. sınıftan itibaren çocuklar haftada yalnızca bir gün okula gitmekte, geri kalan dört gün ise işletmelerde “çırak” olarak çalışmaya başladı.. Bu sistemde çocuklar eğitim hakkından mahrum kalırken bir yandan da düşük ücretlerle güvencesiz işlerde çalışmaya itildi.. Denetimsizlik ve kayıt dışı istihdamla birleştiğinde MESEM, çocukları sömürüye açık hale getiren sistemin adı haline geldi.
MESEM’in yaygınlaşmasıyla birlikte işverenler de nitelikli iş gücü adı altında ucuz çocuk emeğine yönelmekte. Sıklıkla ağır işlerde çalıştırılan çocuklar, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinden yoksun bırakılmakta ve meslek edinme iddiasıyla girdikleri sistemde eğitimden uzak, emeği sömürülmüş bireyler olarak çıkmakta. Nitekim son yıllarda iş cinayetlerinde yaşamını yitiren çocukların haberleri incelendiğinde birçoğunun MESEM kapsamında olduğu da görülmekte.
En Kırılgan Grup: Göçmen Çocuk İşçiler
AKP döneminde yaşanan en büyük toplumsal dönüşümlerden biri de, Suriye İç Savaşı sonrasında ortaya çıkan kitlesel göç dalgası. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı’nın verilerine göre, 10 Nisan 2025 itibarıyla Türkiye’de geçici koruma statüsüyle kayıt altına alınmış Suriyeli sayısı 2 milyon 789 bin 266. Bunun yanı sıra, kayıt dışı yaşayan düzensiz göçmenlerin sayısının da kayda değer bir düzeyde olduğu tahmin ediliyor. Milyonlarca göçmen arasında en kırılgan grubu pek tabii ki çocuklar oluşturuyor. Eğitim sistemine entegrasyonda yaşanan sorunlar, ekonomik baskı ve kayıt dışı çalışmanın yaygınlığı başta Suriyeli çocuklar olmak üzere birçok göçmen çocuğun uzun saatler boyunca, güvencesiz koşullarda çalıştırılmasına zemin hazırlıyor. Birçok göçmen çocuk kayıtsız ve güvencesiz çalıştığı iş yerlerinde 14 yaşındaki Yusuf Mısri gibi iş cinayetlerine kurban gidiyor.
AKP ile Geçen 23 Yılda 1000’e Yakın Çocuk İşçi Öldü
İSİG Meclisi, Şubat 2025’te çocuk işçi cinayetlerine dikkat çektiği bir rapor yayımlamış ve sendikalara, meslek örgütlerine, eğitim emekçilerine, demokratik kitle örgütlerine, siyasi partilere ve tüm işçi sınıfına bir çağrıda bulunarak 2025 yılını çocuk işçiliği ile mücadele yılı haline getirmeye davet etmişti.
İSİG Meclisi’nin yayımladığı rapora göre, yalnızca 2024 yılında 71 çocuk işçi hayatını kaybetti. 2013-2024 yılları arasında iş cinayetinde hayatını kaybeden çocuk işçi sayısı ise 742. 2013 yılından önceki veriler ise Çalışma Bakanlığı istatistiklerine dayanıyor. Buna göre, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında en az 1 çocuk işçi, 2003’te en az 18, 2004’te en az 29, 2005’te en az 27, 2006’da en az 29, 2007’de en az 28, 2008’de en az 29, 2009’da en az 12, 2010’da en az 24, 2011’de en az 24 ve 2012’de en az 15 çocuk işçi hayatını kaybetti. Çalışma Bakanlığı verilerine İSİG verileri de eklendiğinde 2024 sonunda en az 978, 2025 Nisan ayına kadar ise en az 995 çocuk işçinin iş cinayetlerinde hayatını kaybettiği görülüyor.
İSİG raporuna göre 2013-2024 yılları arasında Trafik, Servis Kazası nedeniyle 201 çocuk; Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 125 çocuk; Ezilme, Göçük nedeniyle 103 çocuk; Yüksekten Düşme nedeniyle 71 çocuk; Şiddet nedeniyle 61 çocuk; Elektrik Çarpması nedeniyle 48 çocuk; Yıldırım Düşmesi nedeniyle 44 çocuk; Patlama, Yanma nedeniyle 29 çocuk; Kalp Krizi, Beyin Kanaması nedeniyle 15 çocuk; Kesilme, Kopma nedeniyle 13 çocuk; İntihar nedeniyle 11 çocuk; Nesne Çarpması, Düşmesi nedeniyle 9 çocuk; Diğer nedenlerden dolayı 12 çocuk işçi çalışırken hayatını kaybetti.
Yapısal Bir Sorun Olarak Çocuk İşçiliği
Çocuk işçiliği politik ve ekonomik tercihler sonucunda ortaya çıkan yapısal bir sorun olarak karşımızda duruyor. Emeğin ucuzlaştırılması, esnekleştirilmesi, güvencesizleştirilimesi çocuk emeğini işgücü piyasasında aranan bir unsur haline getirmiş durumda. Özellikle yoksul ve göçmen çocuklar günümüzde en kolay sömürülebilecek işgücü kaynağı olarak görülüyor. MESEM gibi uygulamalarla da bu sömürü kamusal eğitim politikalarıyla meşrulaşıp, kurumsallaştırılıyor.
Çocuk işçiliği etik tartışmaların yanı sıra hukuki anlamda da insan hakları ihlali. Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, çocukların ekonomik sömürüye ve ağır işlerde çalıştırılmasına karşı koruma hakkını açıkça tanımlıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 138 ve 182 sayılı sözleşmeleri de çocuk işçiliğine karşı devletlerin alması gereken önlemleri açıklayan metinler arasında. Tahmin edilebileceği gibi Türkiye, her iki sözleşmeyi onaylamış durumda ve yükümlülük altında.
Bu uluslararası yükümlülüklerin uygulamada olmadığı, yalnızca birer imza olarak kaldığı çocuk işçilerin hayatını kaybettiği iş cinayetlerine bakılarak rahatlıkla söylenebilir. Çocukların eğitim hakkı, sağlık hakkı ve dahi yaşam hakkının piyasaya kurban edildiği Türkiye’de, metalaştırılan çocuk emeği; “ekonomik gereklilik”, “meslek edinme” ya da “aile katkısı” gibi gerekçelerle normalleştiriliyor ve çocuklar iş cinayetleriyle her yıl daha fazla yüzleşiyor.