Koronavirüs salgını Giorgio Agamben ve Slavoj Zizek gibi bazı radikal düşünürleri de tetikledi. Bu düşünürler salgının toplumsal-siyasal etkileri ve sonuçları üzerine bazı analiz ve yorumlar yaptılar. Mesela Agamben salgın bahanesiyle sistemin otoriter uygulamalarının meşruiyet bulduğunu iddia etti. Gelecekte devletlerin insanları istedikleri gibi kontrol edebilecek bir toplumsal sistemi yerleştireceği tahminini öne sürdü. Bu nedenle salgına karşı devletler tarafından alınan birçok önleme karşı çıktı. Uyarıları haklı olmakla birlikte, salgının olumsuz olabilecek toplumsal sonuçlarını göz ardı etti. Onunla nasıl mücadele edileceğine dair bir önerisi yoktu. Hatta Nancy, Agamben’i salgının gerçekliğine karşı temelsiz düşünceler ortaya atmakla eleştirdi. Geleceğe dair öngörüler üreten bu yaklaşımlara Zizek de katıldı. Salgının daha eşitlikçi toplumsal ilişkilerin kurulmasına vesile olacağını iddia etti. Hatta Zizek, Agemben’e tam ters bir biçimde devletçi uygulamaların önemli olduğunu ve bunlar sayesinde sağcı iktidarların bile sol değerlere yakın bazı politikaları hayata geçirmeye zorlandığını ifade etti. Virüsü yenmek için çeşitli bilimsel araştırmalar dışında elimizde neredeyse hiçbir şey olmamasına rağmen geleceğe dair peygambervari öngörüler, aslında hızlı ve çabuk bazı yorumlar olmanın ötesine gidemedi. Pandemiye dair birçok komplo teorisi de mevcut. Bunlara aslında pandeminin ilaç şirketlerinin ya da Çin veya ABD’nin hegemonyasını güçlendirmek için icat edildiği yönündeki spekülasyonlar örnek verilebilir. Aslında komplo teorileri ile geleceğe dair öngörücü yorumlar arasında bir paralellik söz konusudur; çünkü salgından ziyade kendi düşüncelerini tartıştıkları bir spekülasyon ya da tefekkür eylemi fikirlerinin ana gövdesini oluşturmaktadır. Filozofun bunu yapması gayet doğal olarak görülebilir, fakat bu spekülasyonlar bir noktada var olan olgunun yerini alan kısır tartışmalara dönebilir. Elbette ki salgının nedenleri ve toplumsal etkilerinden bahsettiler. Temelde dertleri sol idealler etrafında belirli önerilerde bulunmaktı. Özetle var olan salgına karşı nasıl mücadele edileceği ile ilgili somut gerçeklikten neredeyse uzaklaşan bir perspektif ortaya koydular. Mesela Agamben’in tahakküm ilişkilerinin meşruluk ve yoğunluk kazandığı yönündeki fikirleri salgına karşı eşitlikçi ve özgürlükçü ilişkileri nasıl hayata geçirebiliriz sorusuna hiçbir cevap vermiyordu. Öte yandan Zizek belirli siyasal önerilerde bulundu. Devletlerin kamusal bir perspektife yönelmesi gerektiğini öneriyordu fakat bu öneriler devletçi ve neredeyse otoriter yöntemlerin savunulmasından öteye gitmiyordu. Zizek’in sorunu ise idealleştirdiği siyasal görüşlerinin tarih tarafından haklı çıkarılacağı ve işlerlik kazanacağı yanılgısıydı. Böylece idealleştirdiği fikirlerinin gerçekte işleyip işlemeyeceği sorusunu göz ardı etti.
Bu yazıda ünlü Rus anarşist Pyotr Kropotkin’in karşılıklı yardımlaşma etrafında ortaya koyduğu etik siyasal ideallerin, bu salgın özelinde işleyip işlemeyeceğine dair bazı yorumlar yapacağız. Salgın özelinde düşünüldüğünde ise karşılıklı yardımlaşmanın salgına dair eşitlikçi ve özgürlükçü siyasal-toplumsal çözüm önerilerinin nasıl olabileceğini ele alacağız. Kropotkin, karşılıklı yardımlaşmayı insanlığın eşit ve özgür bir toplum kurabilmesinin koşulu olarak görmekteydi. Evrimin bir mirası olarak karşılıklı yardımlaşma, herhangi bir türün her bir üyesinin eşit bir biçimde hayatta kalmasını sağlar. Kropotkin’in fikirlerinin önemli bir kısmını 19. yüzyılın ortalarından itibaren önemli düşünceler ortaya koymuş olan sosyal Darvinistlerin bir eleştirisi oluşturmaktaydı. Sosyal Darvinistler, insan eylemlerine doğuştan gelen egoist eğilimlerin hâkim olduğunu öne sürdüler. Rekabeti ve başkalarına üstün gelme dürtüsünü temel alan bu yaklaşımlara göre insanın özüne en uygun davranış biçimi bireysel faydayı ön planda tutmaktır. Oysa Kropotkin başta Karşılıklı Yardımlaşma olmak üzere birçok eserinde, türlerin evriminde karşılıklı yardımlaşmanın da önemli bir faktör olduğunu savunur. Egoizmin insana ait bir eğilim olduğunu reddetmemesine rağmen, karşılıklı yardımlaşmanın insan türünün ayakta kalmasına yarayan özgeci toplumsal pratik ve kurumların temeli olduğunu iddia eder; çünkü karşılıklı yardımlaşma hem insan hem de diğer türler arasında türlerin hayatta kalma mücadelesinin en önemli faktörüdür. Bu faktör hala türlerin arasında evrimin kazandırdığı bir strateji olarak varlığını sürdürür. Bu biyolojik temel üzerinde, karşılıklı yardımlaşma eğilimi üstünlük kazanmış bir avuç zümrenin değil, geniş insan, grup ve kitlelerinin ayakta kalmasını sağlayan eşitlikçi ve özgürlükçü ilişkileri kurar, devam ettirir. Kropotkin’den yola çıkarak şu söylenebilir: Karşılıklı yardımlaşma, hayatta kalmayı zorlaştıran “risk” zamanlarında belirli bir türün üyelerinin en geniş biçimde ayakta kalmasını sağlayan mekanizma ve ilişkileri meydana getirerek kalıcı hale gelir. Kuşkusuz sadece riskli zamanlarda değil, türün hayatta kalma olasılığının yüksek olduğu “normal” koşullarda da çeşitli işlere yarar. Bu yüzden insanlar arasında eşitsizlik, ayrımcılık ve sömürü üreten tahakküm mekanizmaları yoluyla geniş kesimlerin hayatta kalmasını riske ve zora tabi kılan güçlere karşı alternatif ilişkileri üretir. Bu sayede kolektif dayanışmanın kurum ve ilişkilerini oluşturmaya vesile olur.
Egoizme karşı özgeciliği ön plana alan bu düşünceler, insanın doğuştan iyiliğe meyilli ve karşılıklı yardımlaşmanın saf bir özgecilik olduğunu savunmaz. Aksine Kropotkin için karşılıklı yardımlaşma öznel çıkarlardan ayrılamaz ve karşılıklı yardımlaşma yanında diğer dürtüler de her zaman kendisini gösterir. Bunun yanı sıra özgeciliğin bir formu olarak karşılıklı yardımlaşmanın esasen egoizmin bir uzantısı olduğu iddia edilebilir. Bununla ilgili biyoloji ve etik alanında oldukça fazla çalışma mevcuttur; fakat bu çalışmalar yine de özgeciliğin formlarının toplumsal faydasını reddetmezler. Buna ek olarak karşılıklı dayanışmanın insanın doğuştan getirdiği bir eğilim olmadığı, onun kültür tarafından öğretilen ve onun kurumları tarafından sürdürülen bir alışkanlık olduğu söylenebilir. Bu yüzden karşılıklı yardımlaşmanın kalıcı olmayacağı ve tarihin bir aşamasında tamamen yok olacağı savunulabilir. Günümüz toplumlarında bireyciliğin arttığı, insanların dağınık, çoklu ve esnek davranış biçimlerine sahip olduğu söylenebilir. Bu fikirler etrafında karşılıklı yardımlaşmanın aslında bir kurgu olduğu ifade edilebilir. Kropotkin’in karşılıklı yardımlaşmayı insan doğasının bir parçası olarak görmesine bağlı olarak onun özcü olduğu iddia edilebilir. Bu kuramsal ve metafizik tartışmalar önemli olmakla beraber, Kropotkin’e göre karşılıklı yardımlaşma tahakküme karşı eşitlikçi ve özgürlükçü toplumsal pratiklerde karşılık bulabilmiştir. Bu yüzden metafizik tartışmaların ötesinde, Kropotkin karşılıklı yardımlaşmanın mümkün olup olmadığı ve onun nasıl tatbik edileceği ile ilgilenir. Bu fikirleri koronavirüsün ortaya çıkardığı küresel pandemi ile düşündüğümüzde, Kropotkin’in karşılıklı yardımlaşmasının pandemiye karşı geniş kitleleri riske karşı koruyabilecek bazı ilişki ve kurumların oluşmasını önereceği söylenebilir; fakat karşılıklı yardımlaşma gerçekten hem felaket, pandemi ve diğer doğal olayların hem de tahakküm ilişkilerinin sebep olduğu, hayatta kalmayı zorlaştıran risklere karşı geniş toplumsal kesimlerin toplumsal ve siyasal kurumlarını tatbik edebilir mi? Bu uygulamalar nasıl karşılık bulabilir?
Bu anlatılanlarla iyice açık hale gelmektedir ki karşılıklı yardımlaşma basitçe kişinin yakınları ve tanıdıklarıyla yardımlaşması değildir. Yakınların ve tanıdıkların ötesine geçen geniş toplumsal kesimlerin dayanışma ilişkilerini sürdürecek olan kurumların yaratılmasıdır. Bu kurumlar sayesinde toplumun sadece ayrıcalıklı kesimlerinin riske tabi olmaktan azade olduğu eşitsizliğe son verir. Güncel pandemi göz önüne alındığında göçmenlerin, ezilenlerin, alt sınıfların ve yoksulların hayati birçok ihtiyaçtan mahrum ve virüsü kapmaya en açık kesimler olma gibi birçok sorunla karşı karşıya kaldığı açıktır. Bu yüzden bu toplumsal kesimlerin ona yoğun biçimde maruz bırakılmasına karşı eşitlikçi, temelde toplumsal bir örgütlenmeyi baz alır. Bunun aracı olarak ise geniş kitlelerin bir dayanışma ağını ortaya çıkarmayı ve bunu kurumsallaştırmayı hedef alır. Devletlerin ve iktidarların yoksulları ve ezilenleri ölüme terk edebileceği uygulamalara karşı kendi öz örgütlenmelerini ve bilgi ağlarını oluşturmayı hedef olarak önüne koyar. Kendi otonom bilgi ve sağlık örgütlerini kurmaya niyet eder. Tüm bu niyet ve hedefler yardımlaşma ağları ve kiracı grevleri gibi bazı direniş biçimleri yoluyla bazı ülkelerde geniş kitlelere yayılmadan, otonom ve kapalı grupların pratikleriyle sınırlı bir biçimde karşılık buldu; fakat geniş kitlelere alternatif olabilecek etkili deneyimler gerçekleştirme şansı bulamadı. Yine de karşılıklı yardımlaşma fikrinin geniş kitlelerin ve kamunun pandemiye karşı eşitlikçi bir biçimde korunmasına dair bir ideali diri tuttuğu söylenebilir. Bu yüzden devletlerin ve iktidarların eşitlikçi olmayan politikalarına karşı ses olan bir duruşu güçlendirmeye çalışır.
Bütün bu anlatılanlardan açıktır ki karşılıklı yardımlaşma fikri pandemiye karşı kolektif politik bir duruşu temele koyar. Pandemi ile mücadeleyi, tekil bireylerin sosyal mesafeyi azaltması ve maske takması gibi önlemlerle sınırlamaz. Aynı zamanda bir bütün olarak salgının geniş kitleler üzerindeki etkileri ve ona karşı kolektif mücadelenin ortaya konulmasına da vurguda bulunur. Bu yüzden salgına karşı mücadeleyi belirli önlemlere indirgeyen teknik bakış açılarını aşmaya çalışır. Bu, bazı önlemleri göz ardı ederek başkalarına virüsü yaymak gibi davranışları kabul etmek anlamına gelmez. Başkalarını önemsemeyen tavırlar toplumsal ortaklığa karşı iş görür. Bu noktada bencilce davranışların temelini de sorgulamak anlamlıdır. İnsanların başkalarını neden umursamadığının ve onların yaşam hakkına saygı duymadığının temellerini sorgulamak anlamlıdır. Karşılıklı yardımlaşma fikrinin kolektivist bakış açısı, bu davranışların toplumsal-siyasal nedenlerini araştırmayı gerektirir. Günümüz toplumlarında bencilliğin oldukça yaygın bir davranış biçimi olduğu ve dayanışmacı ilişkilerin çözüldüğü iddia edilir. Hatta yakınlarla olan ilişkilerin bile çözülüp fazlasıyla atomize, hatta moleküler öznelliklerin etkisi altına girdiği tespiti yapılır. Salgın zamanında ortaya çıkan bencilce davranışlar dünyanın bu genel hali ile ilişkilendirilebilir. Buna paralel olarak, toplumun çözüldüğü ve herkesin kendi çıkarını düşündüğü oportünist bir toplum haline geldiği yönünde bazı yorumlar da var. Hatta insanların salgın zamanındaki bu umursamaz ve bencilce davranışları cahillik, bireyciliğin yükselişi, muhafazakarlık gibi olgularla da ilişkilendirilebilir. Bu süreçler de neoliberalizme, post-endüstriyel ya da postmodern topluma bağlanabilir. Sonuç itibariyle bencillik olgusu altında pandemide kalabalık alanlarda bulunmak, tatile gitmek, sosyal mesafeye uymamak gibi ihmalkârlıklar suçlanabilir; fakat insanların yakınları dışındakilere bencilce davranışları ile bu genel evrensel ya da yerel ilişki formlarının değişimi arasında belirli örneklerde bir korelasyon kurulsa bile, bunu genellemek yanlış olur. Bu genellemeler etrafında özne odaklı suçlayıcı eleştirileri temellendiriliyor. Hatta bu tarz yaklaşımlar işi öznelere yükleyen ve onları suçlayan ahlâkileştirici bir takım söylemler geliştiriyorlar. Ne yazık ki bu genellemeler özneyi aşan daha genel toplumsal ve siyasal süreçleri dışarıda bırakıyor. Mesela bazı toplumsal kesimlerin virüsü yaymaya gebe bırakıldıkları gerçeği bu söylemler arasında çok az yer buluyor. Birçok insan her ne kadar önlem alınmış olursa olsun çalışmaya devam etti. Çoğu insan işsiz kalırken çalışmaya devam edenlerin iş yükü oldukça arttı. Pandemi etrafında herkes hayatta kalma riskine maruz kalırken bu riskle mücadelede aynı şartlara sahip değildir. Bütün bunlar elbette ki bahane değildir; fakat burada asıl sorun, bu teknik temelli eleştirilerde takılıp kalarak düşmanlaştırıcı söylemlerin geliştirilmesidir.
İktidarlar da herkesi “vatandaş” tanımı altına koyarak, salgına sanki herkesin aynı biçimde maruz kaldığı yönünde bir söylem geliştiriyor. Virüs her bedende ortak etkiler ortaya çıkarıyor. Buna karşın, her bir bireyin yaşam koşulları dolayısıyla bedenini ne kadar güçlü kılabildiği de virüse karşı dirençte önemli bir rol oynuyor. Doğuştan güçlü bir bedenle doğabilirsiniz; fakat onun nasıl yaşayacağı, toplumsal koşullar tarafından belirleniyor. Bu yüzden söylendiği gibi, devletler sanki genel bir vatandaş tanımı altında salgına karşı mücadelede ortaya çıkan eşitsizlikleri ve kendi sorumluluklarını saklıyorlar. Ülkelerde bakanlar ortaya çıkıp “vatandaş”ı, bazı vatandaşlar “sorumsuz halkı” suçlayabiliyorlar. Kamuya ait olan maddi kaynakları vatandaşlarının ihtiyaçları için kullanıp çalışanlara izin vermektense salgınla mücadeleyi teknik meselelere indirgiyorlar. Elbette ki teknik önlemler oldukça önemli olmakla birlikte genel kamu sağlığı açısından yetersizdir; çünkü birçok insan kendilerini virüse karşı korumaktan yoksun kalıyor. Bu bağlamda, salgına karşı mücadele basitçe teknik bir mesele değildir, politik bir içeriğe de sahiptir.
Öte yandan, hükümetlerin önlem politikalarını sadece teknik bir bakış açısıyla eleştirmek sorunun temellerini göz ardı etmeye yol açabiliyor. Bu, sağlıkla ilgili ve sosyal politikaların, pandemiyi ortadan kaldırmakta yeterli olduğu anlamına gelmez. Bilim insanlarının bunları paranteze alarak her bir bireyin tedavisi için geçerli olabilecek teknik bilgileri oldukça önemlidir; çünkü onların bulacağı bir aşı ve ilaç, sorunun kökten çözümü için önemli bir adım olacaktır. Burada önerilen, bu teknik önlemlerden herkesin eşit bir biçimde yararlanması gerektiğidir. Bir ilaç ve aşı bulunduğunda herkesin bundan ücretsiz ve eşit bir biçimde yararlanması bu öneriye iyi bir örnektir. Oysa birçok kişi tıbbi tekniklere yoğunlaşarak salgının sosyal-politik yönünü göz ardı ediyor. Mesela devletlere birinci dalganın ardından normalleşme sürecini erken başlatmak yönünde eleştiriler yapılıyor. Bu politika salgının hızını yeniden artırdığı için bu tarz eleştiriler oldukça haklıdır. Devletler bu yanlış politikaların sonuçlarını ön göremeyecek kadar ahmak değildir. Onlar buna rağmen geniş kesimleri riske tabi kılmaktan çekinmiyor. Geniş kesimlerin eşitlikçi bir biçimde muamele gördüğü bir toplumsal ve siyasal ortaklığı kurma derdinde değillerdir. Aksine ezilenler ve alt sınıfların salgından en geniş biçimde etkilenmesine yol açıyorlar. Devletlerin ve sermaye sahiplerinin salgın devam ederse ekonomik açıdan zarar edebileceği olgusu doğrudur ve bu yüzden salgını onlar da sona erdirmek istiyor olabilirler; fakat eşitsiz politikalar dolayısıyla devletler riske karşı eşitlikçi bir politikanın temeli olmaktan yoksunlar. Devletler risk toplumuna karşı geniş kesimleri koruyacak önlemler üretmekten yoksunlar; çünkü onlar risklerle demokratik karar alma mekanizmaları temelinde eşitlikçi ve özgürlükçü idealler etrafında mücadele etmiyorlar. Teknik bir bakış açısıyla sorunları ayrıcalıklı toplumsal kesimlerin çıkarlarını ön plana alarak çözerler ve böylece eşitsiz politikalar üretirler.
Bütün bunlara binaen karşılıklı yardımlaşmanın riske ya da risk toplumuna karşı panzehir olabilecek siyasal ve toplumsal önerileri tasarlamaya ilham olabileceği açıktır. Bilindiği üzere Ulrich Beck ve Anthony Giddens gibi sosyal kuramcılar risk toplumu kuramı altında, artık günümüzde toplumların virüs ve çevre felaketi gibi nedenler dolayısıyla daha fazla riske maruz kalacağı öngörüsünde bulunmuşlardı. Bu riskler zengin ya da yoksul her toplumsal kesimi etkileme ihtimaline sahiptir. Buna rağmen Beck’e göre zenginlerin bu riskten korunma ve onunla mücadele etme anlamında daha fazla şansları vardır. Risk toplumu kuramından yola çıkarak var olan devletlerin riske karşı eşitsiz muameleyi ve tahakkümü yeniden ürettiği söylenebilir. Karşılıklı yardımlaşma fikri tam da bu noktada önem kazanıyor. Bu fikir etrafında geniş toplumsal kesimlerin riske karşı eşitlikçi korunmasını öneren bir yaşam politikası savunulabilir. Henüz bu fikir yakın ilişkiler ötesindeki dayanışma ilişkilerini, geniş toplumsal kesimlerin kurumlarını oluşturmamıştır. Buna rağmen hem normal koşullarda hem de pandemi gibi olağanüstü koşullarda eşitlikçi korunma biçimlerini ortaya koymayı öne sürer. Bir yandan öznel düzlemde başkalarının yaşamını riske atmamayı temele koyar; öte yandan geniş kesimlerin hem felaket ve salgın hem de normal dönemlerde hayatta kalmasını sağlayan eşitlikçi kolektif kurumlarını oluşturmaya çalışır. Bunun için tahakküm sistemlerine alternatif toplumsal ve siyasal eylemlere girişmeyi önerir; fakat şu soru hala baki durmaktadır: Karşılıklı yardımlaşma fikrinin ortaya koyduğu liberter ve eşitlikçi bir toplumun ortaya çıkma ihtimali nedir? Var olan toplumsal alışkanlıklar ve koşullar bunun için ne kadar uygundur? Bu fikri hayata geçirecek özneler kimlerdir ve bu özneler nasıl inşa edilecektir? Bu gibi soruların cevabı bu yazının sınırlarını aşmaktadır; çünkü başka siyasal ideallerin de tabi olduğu bu soruları cevaplamak uzun incelemeleri hak ediyor. Yine de bir fikir ve hem kültürel hem de biyolojik bir eğilim olarak karşılıklı yardımlaşma, eşitlikçi ve özgürlükçü idealler etrafında geniş insan gruplarını ve diğer canlıları, tahakküm ilişkileri ile hayatta kalma riskine maruz bırakmaya karşı etik siyasal bir varlık kazanabilir. Belirli toplumsal örgütlenmeler ve kurumlar yoluyla oluşabilecek olan bu ideal, şimdi ve belki de gelecekte ortaya çıkabilecek bu ideal hayatta kalma risklerine eşitlikçi ve özgürlükçü bir alternatif olma potansiyeli taşıyor. Bu yüzden karşılıklı yardımlaşma fikri pandemi döneminde de ezilenlerin, alt sınıfların ve dışlanmışların eşit bir biçimde korunmasını hayata geçirebilecek deneyimleri üretmenin ilhamını verir. Eşitsiz ilişkiye maruz kalan işçilerin neden maske takmadığı ile değil, işçilerin neden çalışmaya zorlandıkları ile ilgilenir. Halk plajına giden ve yıl boyu çalışmak zorunda kalan toplumsal kesimlerin neden plajları doldurduğu ile değil, bu toplumsal kesimlerin neden güvenli tatil imkânlarından yararlanamadığı ile ilgilenir. Birçok insan duygusal, ekonomik ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamak ve hayatta kalmak için salgının varlığını bile görmezden gelmeye zorlanabiliyor. Hatta “normal”leştirerek unutmaya çalışıyorlar. Söylendiği üzere bireysel düzlemde bahsedilen ihmalkârlıklar başkalarının yaşamını tehlikeye atıyor; fakat devletlerin eşitsizliği sürdüren politikaları dünya genelinde daha fazla insanın yaşamını tehlikeye atıyor. İşte bu yüzden karşılıklı yardımlaşma bir umut ve arzu olarak işe yarar bazı çözümleri üretebilir. Bu; karşılıklı yardımlaşmanın pandemi dolayısıyla muhtemel ya da zorunlu olarak gelecekte ortaya çıkması öngörülebilir, demek değildir.