Bu topraklarda kendine anarşist diyenler için, Alper Sapan’ın Suruç’ta Amara Gençlik Merkezinde Kobane’ye yardım götürmek için toplanmış diğer canlarla birlikte Işid tarafından katledilmesi bir ilkti. Anarşistler de çeşitli şekillerde sıradan faşizmin, muhafazakârlığın ve devletin şiddetine maruz kaldılar fakat Marksizm temelli sol deneyimlerle kıyaslandığında hiç can kaybı yaşamadılar. Alper’in ölümü bazı anarşistlerde öfke, panik, şok ve daha çok acı veren başka duygularla karışıp nasıl tepki vereceğini bilmemeye dönüştü. Yıllar içinde çeşitli yas tekniklerinden direniş biçimlerine kadar farklı ifade biçimleri ortaya çıktı fakat bazı anarşistler için acı verici bir durum söz konusuydu; çünkü sanki ateş ilk kez komşuların yanında kendi evlerine de düştü. Yitirilen bir yakının gerçekliğiyle karşı karşıya gelmenin acı verici hisler yarattığından şüphe yok.
Alper’in ölümünün, daha doğrusu Suruç katliamının ardından ülkenin içinde ve etkisi günümüze kadar devam eden siyasal ve toplumsal gelişmeler anarşistler açısından birçok sınırlılığı ortaya çıkardı. Alper tekil örneğinde bazı anarşistler acziyet duygularını iliklerine kadar hissetmiş olabilirler. Burada yazdıklarıma elbette itirazlar olacaktır fakat ülkedeki anarşist deneyimler; siyasal örgütlenme anlamındaki zayıflık, dayanışma ağlarının yoksunluğu ve otoriterleşmeye karşı neredeyse görünür olmaktan uzaklaştı. Bunun bazı sebepleri söz konusudur. Anarşistler ülkede öğrenci ve gençlik hareketleri içinde özellikle antifa mücadelesinde oldukça deneyimliydiler. 1990’ların ortalarından beridir neredeyse bu deneyimlerin en ön saflarında yer aldılar; çünkü herhangi bir okulda ya da yerelde otonom yapılar kurabiliyorlar ve kendi yönetimlerini geliştirebiliyorlardı. Devlet şiddetinin uzantısı olarak sıradan faşizmle otonom mücadele alanında oldukça güçlü deneyimleri vardı. Bu açıdan Avrupa’daki ve diğer ülkelerdeki anarşistlerle benzerlik taşıyorlardı; fakat ABD, Fransa, Almanya, İspanya, Şili ve İtalya gibi ülkelerdeki anarşistlerin görece oldukça kitlesel siyasal ve toplumsal deneyimler ortaya koydukları, ülkelerden farklı olarak uluslararası kapitalist sistem ve devletlerin iktidar aygıt ve teknikleri ile bütünsel bir mücadele yarattıkları geçmiş ve güncel deneyimler ile kapasitelerinden yoksundular. Bu yüzden Suruç patlaması sonrası devletin gittikçe artan baskı ve kontrolü ön plana çıkardığı süreçte direniş aygıtlarını örgütsel düzlemlerde geliştirmekte zorlandılar. Elbette birçok yapılanma kararlı bir biçimde direnişlerde ve siyasal alanda kalmaya devam etti fakat ülkede genel olarak sol güç kaybettiği için, anarşistlerin de hareket alanının sınırlanması kaçınılmazdı.
Alper’e gelecek olursak, Alper anarşizmin bu topraklardaki muhteşem bir örneğiydi. Anarşist bir devrim arzusu taşıyan ve bunu bahsettiğimiz sınırların ötesine taşımaya çalışan bir birey olarak yapmaya çalışıyordu. Bir yandan mikro düzeyde iktidarın tezahürleri ile vicdan ve arzularının bir siyasi ifadesini ortaya koyuyor, diğer yandan bu temelde ortaya çıkan pratikleri geniş toplumsal kesimlere yaymaya çabalıyordu. Vicdani ret yaparken hem insan öldürmeye hem de kocaman bir kapitalist militarist sisteme evrensel düzeyde karşı çıkıyordu. Yukarıda anarşist hareketlerin bu topraklardaki kolektif siyasi örgütlenmeler ve makro düzeyde toplumsal yapıları etkilemekteki sınırlılıklarına değindim. Alper örneğinde ve aslında tekil olarak birçok anarşist deneyimde ortaya çıkan potansiyelden de bahsetmek gerekir. Daha bu topraklarda ekoloji, antimilitarizm, LGBTİ mücadelesi, özyönetim, federalizm, liberteryenizmin sözü edilmezken; anarşistler her ne kadar bu toprakların sekterlik, katılık ve otoriterleşme gibi sol siyasi akımlardan gelen bazı alışkanlıklarını tam anlamıyla aşamamış olsalar da yeni bir siyaset ve toplumun öncülüğüne soyunmaya başladılar. Yeri geldi anarşistler toplumsal hareketlerin en ön saflarında korkusuz olarak yer aldılar. Yeri geldi mizahi eylem tarzları ile neşeli siyasetin çeşitli biçimlerini ortaya koydular. Militanlık ile neşeyi buluşturdular. 1990’ların ortasından itibaren Marksist kökenli sol örgütlerin korku ve bazen de nefrete varan bakışlarının altında başka türlü bir toplumsal mücadele, yaşam tarzı ve siyaset tarzı ortaya koydular. Artık günümüzde melez siyasal ve toplumsal mücadele biçimleri ortaya koyuyorlar. Otoriteye karşı yüzlerinde öfke ama içlerinde bastıramadıkları bir kahkaha ya da yüzlerinde neşe ve içlerinde dünyanın adaletsizliklerine karşı bir öfke duyabilmeyi başardılar. Vicdan ile arzuyu, direniş ile üretmeyi, etik ile siyaseti bir araya getirmeye çalıştılar. 2000’li yıllarda Anarşist Gençlik Federasyonu’nun bu topraklardaki gençlikle ilgili bir tespiti vardı: “18’inde ölüp 70’inde gömülmeyi bekleyenler.” Anarşistler bir kader gibi dayatılan bu umutsuzluk haline her zaman bir itirazı ve toplumsal alternatifi yaratmaya çalıştılar. Toplumsal geleneklere rağmen aşktan eğitime alternatif deneyimleri hayata geçirmeye çalıştılar. Milliyetçilik ve muhafazakârlığın siyasal kurumlarına kökten eleştiriler getirdiler ve ayrımcılığa karşı öz bilinçlenme tekniklerini geliştirdiler. Kır ve kent kooperatifleri, dergiler, direnişler ve alternatif yaşam deneyimleriyle oldukça güçlü bir gelenek yaratmayı başardılar. Yazının başında söylendiği gibi siyasal eklemleme ve örgütlenmelerle geniş toplumsal kesimlerin kolektif örgütlenmesini kuramadılar fakat Abdullah Cevdet’in kıyısız bir ırmağa benzettiği anarşizmin bu topraklardaki suyuna damla oldular. Alper Sapan da yüzünde gülümsemesi ile bu ırmağa katkı sundu. Anarşist bir özne olmanın yollarını ortaya koydu. Alper Sapan; dayanışmanın, özgürlüğün ve demokrasinin mümkün olmadığı yönündeki metafizik zırvalara karşı bitmeyen neşesi ve direnişi ile bir kanıttır.
Popüler kültür ve imgelemde anarşistler çoğunlukla psikopat ya da manyak olarak görülürler. Kör bir şiddet ve akıldışılığın sonucunda toplum düzenini bozmaya yönelen anormal hastalıklı kişiliklerdir. Bu olumsuz imajlara paralel olarak bazen de tüm toplumsal değerlerin dışına çıkmaya muktedir olmuş olağanüstü varlıklar olarak da görülürler. Otoriteyi içinde ve dışında yenmiş birer ideal tip mertebesine de yükseltilebilirler. Bazen bu idealleştirme etrafında anarşistlerin “normal” insanlar gibi davranmaması beklenir. Onlar işçi olamazlar, her türlü kurala karşı çıkarlar, bazen cesur birer savaşçıdırlar. Sanki ütopik bir toplumsallığın öznesi olarak görülürler. Anarşistleri anormalleştirmeye çalışan ve birbiri ile karşı görünen bu olumsuz ve olumlu imgelemlerin tersine anarşistler gayet sıradandırlar. Alper gibi tepki verirler, duyguları vardır, hatalar yaparlar. Alper gibi vicdani ret yaparlar, savaşlara ve militarizme karşı çıkarlar. Herkes gibi duyguları, düşünceleri ve arzuları vardır. Bütün bu hataları ile yani sıradanlıkları ile kendilerini ve toplumu değiştirmeye yönelirler. Onların yöntemleri farklıdır: Otoriterliğin kısıtlandığı, doğrudan demokrasi mekanizmalarının hayata geçirildiği, kişinin dayanışma duygularının canlandırıldığı ve eğitildiği bir tekil özne yaratımı ve kolektif örgütlenme arayışı içindedirler. Kropotkin’in yarı bilimsel olarak ifade ettiği fakat bugün evrim ve psikoloji alanında birçok deneysel çalışmanın gerçekleşmesinin mümkün olabildiğinin delillerini sunduğu biçimde dayanışma temelli bir etik davranışın güçlendirilmesinin peşinde koşarlar. Muhteşem değillerdir, bazen irade dışı evrimsel kodlarımızdaki belirli davranış kalıplarını hayata geçirirler. Bunun toplumsal ve siyasal kurumlarını oluşturmaya çalışırlar. Bu yüzden eşitlikçi, özgürlükçü ve dayanışmaya dayalı yeni ve başka bir dünya arzusu için çabalarlar. Alper de bu arzunun peşinden koşanlardandı…