Koronavirüs pandemisi etkisini sürdürürken, bu salgından etkilenenlerin başında çocuklar geliyor. Çocuklar, sokağa çıkma kısıtlamaları kapsamında iki buçuk ay boyunca ev içinde yaşamlarını sürdürdü. Bu süreçte 0-6 yaş arasında olanların neler yaşadığını, çocuk psikoloğu Püren Kurtşan ile konuştuk.
Çocukların eve hapsolduğu dönemde onları etkileyen en büyük etmen sizce neydi?
Bana göre en önemlisi rutini kaybetmeleriydi. Benim çalıştığım yaş gruplarında rutin çok kıymetli çünkü rutin, çocuğa güvenlik hissi veriyor. Çocuğun gün içinde yapacağı her şey aşağı yukarı bellidir. Sabah okuluna gider, okulda sırayla gireceği dersler vardır, gün içinde yaşayacağı şeyler bellidir. Bu da çocuklara güvenli bir alan sağlar. Bu alanın içinde çocuk, rahatça keşif yapar. Bu yaşlar çocukların keşfetme yaşıdır. Okulun pedagojik yaklaşımına göre değişkenlik gösterse de çocuğun gün içinde deneyimlediği birçok şey mevcuttur. Mesela bizim okulumuzdakiler ağaçlara tırmanır, çamurla oynar; başka okulda başka etkinlikler yapılır ama temel olan çocuğun yaptığı keşiftir. Virüsle beraber bu rutin tamamen alt üst olunca, belirsizliğe dair bir kaygı ortaya çıktı çünkü ertesi günün ne olacağı dahi belli değildi. Yalnızca çocuğun değil, ailesinin de ritmi bozuldu. Çocukların kendilerine güvenen, ertesi gün hayatında ne olacağına dair bir fikri olan, motivasyon sağlayan yetişkinlerle ilişkide olma ihtiyacı bu dönemde arttı. Tüm aile hep bir arada oldukları için ise anne, baba ve çocuğun sinir sistemleri bile bir çalışır oldu. Örneğin birinin uyku problemi varsa hepsine sirayet etti. Bu nedenle bu süreçte ailelere sunduğum başlıca öneri, evin içindeki herkesin ihtiyaçlarını gözeterek bir rutin oluşturmalarıydı. Okul, çocuk 3 ya da 13 yaşında da olsa onun sosyalleşme ve özel alanıdır. Bu özel alan, çocuk açısından bakıldığında ortadan kalkmış oldu. Online eğitim sebebiyle çocuğun özel alanı evin içine hapsoldu. Aynı şekilde anne-babaların da birey olarak kendilerine ait özel alanları ve zamanları kalmadı.
Bir başka konu da bu süreçte ev ve okul sınırlarının ve sorumluluklarının değişmesinden dolayı yaşanan sıkıntılardı. Bana kalırsa asıl sorun; ebeveynlerin okulun sorumluluklarını almak zorunda kalması ve bu nedenle tutumlarının değişmesiydi. Bu değişimin etkileri çocuklara da sirayet etti. “Çocuğumu ekranın başına nasıl oturtacağım?”, “Derslerini nasıl takip edeceğim?” gibi sorular gündeme geldi aileler için. Anne-babalar hem kendi işlerini devam ettirmeye çalışırken hem de okulun verdiği sorumlulukları aldılar. Yani eğitim sürecini yürütme konusunda yalnız kaldılar. Okul açısından konuşmak gerekirse de çocuklara ulaşabileceğimiz en büyük aracımız anne-babalardı. Örneğin, benim bir psikolog olarak elim kolum bağlandı. Ben normalde okulda çocukları gözlemliyorum, gün içinde neler yaşadıklarını biliyorum, gerekli durumlarda çıkarım yapabiliyorum ve anne-babalara bu doğrultuda önerilerde bulunabiliyorum. Karantina sürecinde ise çocukların neler yaşadıklarına dair hiçbir şey gözlemleyemiyordum. Ailelerle görüştüğümde “Çocuğumun gece korkuları çok arttı veya altını ıslatmaya başladı ne yapmalıyız?” gibi sorular soruyorlardı. Benim ilgilendiğim en büyük çocuk 6 buçuk yaşındaydı ancak bunu her yaştaki çocuk için düşünebilirsiniz. Bir ev iklimi var ve ne yazık ki ben bu iklime dahil olamıyorum. Bu nedenle bir psikolog olarak ben, anne-babaların gözlemledikleri ve bana aktardıkları kadarıyla onlara yardımcı olmaya çalıştım.
Karantina sürecinde uzaktan eğitim kapsamında neler yaptınız?
Ben Waldorf pedagojisini temel alan bir yuvada çalışıyorum. Bizim okulumuzda teknolojinin t’si yok. Yani çocuklar yuvada asla televizyon, telefon veya bilgisayar ekranları görmüyorlar. Bizler, ilkokula başlayacak çocuklara yazı yazma çalışmaları yaptırıyoruz ancak kalem-kağıtla değil, ip dokuma tezgâhları kullanıyoruz. Ahşap zımparalatıyoruz, kendi oyuncak arabalarını kendileri yapıyorlar. Ben onların yaptığı çoğu işi yapamam. Düşünün ki böyle bir noktadan bir anda bambaşka bir noktaya geçildi; online sistem. Bunun öncesinde çocuk, öğretmenin elinde teknolojik hiçbir alet görmüyordu. Waldorf pedagojisini uygulayanlar arasında da bu süreçte çeşitli tartışmalar oldu. Örneğin, bazı Waldorf mentörleri, bu online sisteme oldukça karşıydı. Önemli olanın ilişkide kalmak olduğunu vurguladılar. Çocuklara mektup atılması gibi önerileri vardı; ancak bu süreci çerçevelendirirken aileleri de düşünmek gerekiyordu. Anne-baba ve çocukların ihtiyaçlarına göre bir yol izlenmeliydi. Aynı zamanda hem kurumların hem de ailelerin ekonomik ihtiyaçları da gözetilmeliydi. Bu noktada biz kendi pedagojik anlayışımızdan çok fazla uzaklaşmadan, hem anne-babaların hem de çocukların beklentilerini ve ihtiyaçlarını gözeterek bir adım attık. Haftanın belirli günlerinde, çocuklar Zoom üzerinden öğretmenleriyle online görüşmeler yaptılar. Altını çizmek isterim ki, bir şey öğretme veya çocuğu uzun süre ekran karşısında tutma amacıyla yola çıkmadık biz. Bizim amacımız; çocuklarla ilişkide kalmak oldu çünkü çocuklar şu anda sosyalleşemiyorlar, sosyal mesafe diye bir şey girdi hayatlarına. Akademik bilgi bir şekilde verilir ve o açık kapatılabilir. Çocuk psikolojik olarak kötü olursa akademik eğitimin hiçbir önemi kalmaz. Bu yüzden de biz, çocukların hem arkadaşlarıyla hem de öğretmenleriyle ilişkilerinin devam etmesini temel amaç olarak kabul ettik.
Okul öncesi kurumlarda çalışan, tanıdığım çoğu meslektaşımın da amacı aynıydı; ilişkiyi sürdürebilmek yani çocuğun tanıdığı yüzü görmeye devam etmesi ve bir rutininin olması. Çocukların, fiziksel olarak sevdiklerinden uzak kalsalar dahi hala ilişkide olmaya, birilerinin onları duyduğunu, düşündüğünü, önemsediğini bilmeye, duygularını paylaşmaya, birlikte eğlenmeye ve gülmeye ihtiyaçları vardır. Bu görüşmelerde öğretmenler, çocuklarla birlikte şarkı söylediler, parmak oyunları yaptılar, masallar anlattılar. Örneğin, çocuklarla ahşap çalışmaları yapan bir arkadaşım bambaşka bir şey yaparak onlara uçak bileti hazırlayıp PDF formatında göndermiş. Hollanda’da “x” ormanına gidiyoruz diye yollamış bileti. Online olarak haritadan konum da yollamış ve o ormandaki ağaçları gezdirmiş çocuklara. Her şey online’a dönüşemiyor belki ama böyle yaratıcı şeyler de yapılabilmiş.
Bu süreçte ebeveynler nasıl tepkiler verdi ve onlara ne gibi önerilerde bulundunuz?
Öncelikle kendi yaşadıkları korku ve kaygıyı kabul etmelerini ve kendilerine “Ben nasılım?” ve “Neye ihtiyacım var?” demelerini önerdim. Yeni düzenlerinde bir ritim oluşturmalarını da önerdim. Bu belirsizliklerle dolu dönemde akışı planlamak ve günü nispeten öngörülebilir kılmak sadece çocuklara değil, güven alanına ihtiyaç duyan yetişkinlere de iyi gelir. Kontrol edemediğimiz o kadar çok şey vardı ki; en azından kendi ailemiz içerisinde yetebildiğimiz, kendi ailemizin ihtiyaçlarını gözeten bir günlük akış bile bize bazı şeylerin kontrolümüz altında olduğu hissini verdi. Bazı anne-babalar, daha önce de bahsettiğim artan sorumluluklarından dolayı çocuklarının ekran başında, uzaktan eğitimle geçirdikleri sürelerin daha uzun olmasına ihtiyaç duymuş olabilirler. Ancak bizim yaş grubumuz yani 3-6 yaş çok farklı ihtiyaçlar içinde olduğu için çocuklara 15 dakikadan fazla uzaktan temas etmek istemedik. Zaten bu yaş aralığındaki bir çocuk daha uzun süre nasıl durabilir ki? Mümkün olan bir durum değil çünkü gerçek bir ilişki yok ortada, temas gerçek değil. İlk başta hevesle ekran başına geçen çocuklar, daha sonra sıkıldılar ve istememeye başladılar. Çocuklar gerçek anlamda dokunmak istiyorlar öğretmenlerine. Bakıyorlar ki olmuyor, birçoğu katılmak istemiyor online görüşmelere. Ailelerin istediği ise, söylediğim gibi, birisinin çocuğu yönetmesi ve o sırada onun da işlerini halledebilmesi. Bu nedenle ailelere en fazla önerdiğimiz şey kontrol edebilecekleri, hem onlara hem de çocuklara nefes aldırabilecek anlar yaratan rutinler oluşturabilmeleriydi.
Online görüşmeler haricinde her gün pedagojik bilgiler içeren bir yazı ilettik ailelere. Yaşa göre sınıflandırarak; masal örnekleri, anne-babalara çeşitli konularda öneriler gibi kaynaklar yolluyorduk. Farklı okullar daha büyük yaştaki çocuklar için farklı yöntemler izlemiştir elbette. Biz, bir yazı havuzu oluşturduk. Ailelerin ihtiyaç duyduklarında açıp okuması ve faydalanabilmesi için. “Beslenmede nelere dikkat edilebilir?”, “Bu süreçte çocuğun uyku düzeninde ne gibi değişimler olabilir?” gibi soruların cevaplarını da kapsıyordu. Ancak, ilk başta bazı anne-babalardan beklemediğimiz geri bildirimler de aldık bu çalışmalarla ilgili. “Sürekli mail atıyorsunuz diye kendimi çok kötü hissediyorum.”, “Şu an ona yetişemiyorum.”, “Şu an sizin gönderdiğiniz yazıları okuyacak ya da önerilerinizi uygulayacak ne motivasyonum var ne de zamanım var. Ben onları yapmadıkça sürekli biriktiği için kendimi yetersiz hissediyorum.” gibi geri bildirimlerdi bunlar. Ailelerin bir bölümü de evde çocuklarına soru çözdürme, okuma çalışması yaptırma gibi farklı aktiviteler yaptırabildiler. İlk bahsettiğim gruba dahil olan ailelerin kurduğu bu cümleler oldukça anlaşılır çünkü bu süreçte anne-babalar da zor zamanlar geçirdiler; kontrolü kaybettiler, geleceğe dair kaygıları arttı, kimi zaman duygularını aşırı bir şekilde yaşadılar ancak tüm bunlar çok normaldi. Bu noktada benim önerim şu oldu; bu süreçte aileniz, çocuğunuz ve kendiniz için elinizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorsunuz bunu asla unutmayın. Bu kabul etme mekanizması sayesinde neye ihtiyacınız olduğuna veya belirsizlikler ve kaygıyla nasıl baş edeceğinize dair yolları bulmaya daha fazla hazır olacaksınız.
Herkes kaygı ve korkularıyla farklı şekillerde baş etti bu süreçte. “Karantinada olmak benim için kendime ayırabileceğim zaman yarattı.”, “Çok güzel haydi online’a girelim, şu aktiviteyi yapalım, bunu izleyelim.” diyenler de oldu. Bu kişiler için yaşadıkları olumsuzluğa karşın geliştirdikleri savunma mekanizması buydu belki de. Muhtemelen hayattaki başka stres faktörleriyle de böyle baş ediyorlardı. Kimileri de bir anda tüm motivasyonlarını kaybetti, olumsuz duyguları çok fazla yaşadı, çaresiz hissetti hatta yataktan çıkmak dahi istemedi. Şimdi bu iki grubu da anne-baba olarak ele alalım; hep bir şeylerle meşgul olarak yaşadıkları duyguların üstesinden gelmeye çalışan, bu şekilde motive olan ebeveynler, çocuklarıyla aktiviteler yaptı, derslerini takip etti, online derslerini asla kaçırmadı fakat diğerleri ise daha farklı bir süreç yaşadı. Yaşadığımız olumsuz duygulara karşı bedenimizin verdiği tepkilerden birisi de donmaktır, yani hiçbir şey yapamamaktır. Aslında kişi stres durumda hayatta kalma refleksiyle verir bu tepkiyi, yani gayet normal bir tepkidir. Bedeni bu şekilde tepki veren anne-babalar, online eğitim programları kendilerine yollanıp okullardan talepler gelince; “Ben bunları nasıl takip edeceğim?”, “Benim çocuğum bir şeylerden geri kalıyor.”, “Ben kötü anneyim, kötü babayım.” diyerek kendilerini suçladılar. Böyle hissedenlere hep şunu söyledim, “Asla böyle bir şey yok, bu kendi savunma mekanizmanızla, aile ikliminizle alakalı. Siz böyle baş ediyor olabilirsiniz. Doğru ya da yanlış bir şey yok. Çocuklara yaratacağınız rutinde içiniz ne şekilde rahat ediyorsa o doğrudur.” Sizin tepkileriniz çocuğa da geçer. Yani siz aşırı çaresizlik ve mutsuzluk yaşarken bir yandan da çocuğu online eğitime yetiştireceğim, öğretmenin yolladığı ödevi yaptıracağım diye fazladan strese giriyorsanız bu durum çocuk için daha kötü olur. Çünkü söylediğim gibi çocuk, evin iklimini hisseder, ona hangi duyguyla davranıldığını sezer.
Haziran ayında çocuklar tekrar okula başladı. Çocuklarda virüsle ilgili devam eden bir korku gözlemlediniz mi?
Biraz önce söylediğim duygu okuyuculuğu ile eşdeğer bir durum bu. Çocuklar ev ikliminde bu sürecin nasıl yaşandığını içlerine aldılar ve karantina dönemini bu şekilde yaşadılar. Çocuklar, her konuda güvendikleri yetişkinlere bakar ve taklit ederler; bunlar öğretmenleri veya anne-babaları olabilir. Bugün pandemi yaşanıyor, yarın bir kayıp veya herhangi olumsuz bir durum da yaşanabilir. Tabii ki virüsten biz yetişkinler de korktuk. Korkmak, bir yönüyle de iyiydi çünkü korkacaksın ki kendi önlemini alacaksın. Korku duygusunu hiç yaşamazsak zararlı çıkarız. Bu yüzden korku duygusunu olması gerektiği kadarıyla yaşayan, belirsizliklerle baş edebilen, yaşanan tüm duyguların ve farklılıkların bu dönemde normal olduğunu çocuklarına hissettiren ve açıklayan anne-babaların çocuklarında aşırı bir korku durumu söz konusu olmadı; ancak sağlıkçı ailelerin çocukları bu süreci biraz daha farklı ve zor yaşamış olabilir. Bizim okuldaki ailelerimiz arasında da sağlıkçılar vardı. Onların çocukları daha fazla tedirgindi. Örneğin sağlıkçı bir baba, bize şöyle aktardı: “Yaklaşık bir ay önce, işler hafif düzelmeye başladığı zaman, kızıma hadi diyordum artık çıkıp dışarıda biraz oynayabiliriz ancak çocuk kendisi istemiyordu.” Babası dışarı çıkabiliriz dese dahi istemiyormuş çocuk; çünkü bu çocuk, babasını uzun saatler boyunca yanında göremedi veya gördüğünde kim bilir ne şekilde gördü. Bu nedenle muhtemelen korkusunu daha yoğun yaşadı.
Çocuklar yeni normale uyum sağlayabiliyorlar mı?
Okullar açılmadan önce hep bunu düşündük; çünkü farklı bir dönemde, farklı tedbirlerle açıyoruz okulu. Daha önce söylediğim gibi rutin çok önemli çocuklar için. Bu süreç öncesinde onlar için okulda her gün neler yaşayacakları aşağı yukarı belliydi; ancak, bu günlerde alışık olduklarından farklı bir okul düzenine geri döndüler. Gün içerisinde sık sık ateşleri ölçülüyor, okula geldiklerinde kıyafetleri değiştiriliyor, öğretmenlerini maskeli görüyorlar, sınıflarına girmeden günlerini sadece bahçede geçiriyorlar… Bunlar pandemi öncesinde olmayan şeylerdi. Uzun ve korku dolu bir süreçten sonra çocukların nasıl geri döneceklerini ben de oldukça düşündüm. Anne-babalarından ayrılırken kesin çok zorlanacaklar diye kendimi hazırlamıştım ama beni şaşırtan bir geri dönüş oldu. Okullar açıldı ve çocukların uyum becerilerine inanamadım ve de hayran kaldım. Bizim okulumuzdaki çocuklar adına şunu söyleyebilirim ki çok çabuk uyum sağladılar. Okullar 13 Mart’ta kapandı, biz Haziran ayının başında okulu açtık; çocuklar ise sanki 14 Mart’ta okula gelmiş gibiydiler. Artık oyun oynamak ve sosyalleşmek istiyorlardı. Evde ise bu imkanları çok fazla sınırlanmıştı çünkü çocuk çocukla oynar. Yani onlar kendi normallerine döndüler; bildikleri bahçeye, bildikleri yetişkinlerin yanına dönerek onlara en iyi geleni yapıp bol bol hareket ederek oyun oynadılar. Biz daha zor uyum sağladık öğretmenler olarak. “Nasıl olacak?”, “Nasıl yapacağız?” sorularını daha fazla sorduk, daha çok konuştuk bunları kendi aramızda.
Okula döndüklerinde temas etmekte bir çekince yaşadılar mı?
Okula girdikleri andan itibaren “Elimi oraya sürersem bir şey olur mu?”, “Burada virüs var mı?” gibi şeyler söylemiyorlar fakat aileler, evdeki karantina sürecinde çocukların bunun gibi sorular sorduklarını aktarıyordu. 3 ile 7 yaş arası olan bu çocuklar, okulda böyle tepkiler vermediler. Yaşı daha büyük olanlar belki daha farklı tepkiler vermiş olabilir; o yaş grubuna dair fazla bir gözlemim yok. Büyük yaş gurubundaki çocukların internetle ilişkileri farklı olduğu için virüsle ilgili yalan yanlış bilgiler edinenlerinin olduğunu düşünüyorum. Belki birbirleriyle konuşurlarken belki de farklı sitelerden virüsün ne olduğuna, nasıl yayıldığına dair yanlış şeyler öğrendiler. O yanlış bilgiler yüzünden fazlaca korku yaşayanlar oldu.
Aileler, çocuklarının konu hakkındaki bilgisini ve korkularını öğrenmek için nasıl bir yaklaşım sergileyebilir?
Çocukların sorduğu sorulara doğru cevaplar vermeleri, cevabını bilmedikleri bir konu varsa da dürüstçe, “Bilmiyorum ama istersen birlikte araştırabiliriz.” gibi bir yaklaşımda bulunmaları önemli. Bu sayede çocuklar, duygularının ve meraklarının kabul edildiğini ve anlaşıldıklarını hissederler. Bu da onlar için güvenli bir alan yaratır. Eğer bir çocuk bu sürece dair hiç soru sormuyorsa, her şey normalmiş gibi davranıyorsa anne-babalar çocuğa soru sorabilir ve birlikte düşünmek için bir alan yaratabilirler. Bunlar; “Çok uzun zaman oldu okula gitmiyorsun, arkadaşlarını görmüyorsun ya da online görüyorsun bu sana nasıl hissettiriyor?”, “Şunları şunları yapıyordun şimdi yapamıyorsun, hayatında bunlar değişti, tüm bunlar sana nasıl geliyor?” gibi sorular olabilir. Bu sohbet esnasında anne-babaların kendi yaşadıklarını çocuğa anlatması çok önemlidir. Örneğin; “Normal düzenimde günlük şunları şunları yapardım. Şimdi ise yapamadığım için çok sinirleniyorum ve mutsuz oluyorum.”, “Şunları şunları yapmayı özledim sen neleri özledin?” veya “Normalde okula giderken öğretmeninle ve arkadaşınla bunları yapardın. Şimdi yapamıyorsun. Bu seni sinirlendiriyor mu veya mutlu ediyor mu?” gibi soruları sorun dedim. Bu sohbetler sayesinde hem çocukların yaşadıkları duyguları ifade etmelerini sağlarız hem de virüs ve yaşanılan süreçle ilgili neler biliyor olduklarını kontrol etmiş oluruz. Daha küçük yaştaki çocuklar için de bu gibi sohbetler yapılabilir ancak onlar, duygularını ve yaşadıklarını daha çok oyunun içinde bize gösterirler. Oynadıkları oyunun içinde seçtikleri roller, kurdukları oyun temaları yaşadıkları duygular hakkında fikir verebilir.