Baro başkanlarının TBMM önündeki eylemi sürerken Avukat Ömer Kavili ile çoklu baro yasasını, polis şiddetine maruz kalan avukatları, Türkiye’de hukukun vardığı yeri konuştuk.
Çoklu baro tasarısı gündeme geldiğinden beri sürekli konuşulan, iktidarın barolar için ısrarla kullandığı “meslek örgütü” tartışmasından başlayalım isterseniz.
Bu konunun tartışmasında kavramları doğru kullanmak gerekiyor. Örneğin, memleketimizde şoförler odası var, fırıncılar odası var ve buraların yöneticileri var. Bunlar meslek örgütü. Bu açıdan bakarsak barolar bir meslek örgütü gibi görünebilir ama meslek örgütü olmanın ötesinde bir önemi vardır. O da baroların kurumsal bir örgüt olmasıdır çünkü tarih boyunca despotlara, krallara, zalimlere, padişahlara, diktatörlere karşı çıkabilmiş tek imtiyazlı meslek avukatlardır. Örneğin orta çağda kralı, duruşmada savcı temsil eder, onun için savcı, kralın temsilcisidir; ancak halkın temsilcisi avukattır. Barolarda örgütlenen avukatlardır. Bu yönüyle avukatlar sadece bir meslek grubu değil, aynı zamanda toplumun kamusal yararını gözeten, siyasi gücü elinde tutanların etkisine rağmen boyun eğmeyen bir meslek grubudur. Buradan bakarsak meslek örgütü müdür kurum mudur o ayırımda baroların yerini ayırmış oluruz. Meslek örgütlerinin kökeni loncalardır, baroların kökeni değildir.
Öyleyse iktidarın meslek örgütü söylemi aslında oldukça stratejik. Baronun bir meslek örgütü olarak kavranışı, avukatın görevini de mesleki bağımsızlığını da değiştiriyor.
Avukatların bağımsızlığı kavramını açalım biraz. Bu kavram öncelikle ve en başta iktidara karşı olan bağımsızlıktır çünkü yargılama faaliyetinde bir iddia vardır, bir de savunma. Klasiktir bu. Yalnız iddiayı savcı, savunmayı avukat temsil eder. Eğer avukat, kamusal güç ve olanaklarla donanmış savcılık karşısında, polisi jandarması ile örgütlenmiş iddia makamı karşısında baro sayesinde güçlü bir örgütü arkasında bulamazsa avukatlık yapamaz. O zaman siyasi iktidara karşı bağımsız kalamaz ve yargılama göstermelik hale gelir. Sadece ve sadece iddianameyi hükümdür diye mühürlemekten ibaret kalır yargılamanın ve hakimlerin işlevi. Oysa yargılama iki tarafı eşit bir şekilde dinleyebilmek, karşı tarafa tartışma fırsatı vermekten geçer. İşte bunun yapılabilmesi için avukatlar çaba gösterirken bugün siyasal iktidar tarafından hedef seçilmiştir ve özellikle avukat sayısının en çok olduğu barolara yönelik güçten düşürme operasyonu uygulanmaktadır.
Tasarı ile baroların ve avukatların hedef alınmasının, iktidar açısından gerekçesi nedir peki?
Siyasal iktidar halk düşmanlığı yapmaktadır. Avukatlığı hedef alması bundan ileri gelmektedir çünkü siyasal tercih olarak sermaye sahiplerinin yanında olmayı seçmiştir ve adaletli yargılamayı tercih etmediği için de baroların güçlenmesini, avukatların güçlenmesini istememektedir. Örneğin avukatlar delil toplayamamakta, resmi kurumlardan evrak alamamakta, avukatlara dosya inceletilmemektedir. Eğer avukat kanunda yazılı olan hakkını kullanmak isterse “sen de örgüt avukatısın” diyerek avukata gözaltı, tutuklama işlemleri uygulanmaktadır. Örneğin bana uygulanan tutuklama işlemi… Beni bir gece tutukladılar ve Silivri 9 Nolu F Tipi Cezaevine koydular ama sabah bıraktılar; ancak tutuklama kararının gerekçesi, hukuk tarihine geçmiştir. Sadece Türkiye’de değil, hukuk literatürüne de geçmiştir. Oradaki tutuklama yetkisi olan kişi, adalet bakanlığı hâkim kadrosunda görevli bir bakanlık memurudur. O kararda, “Şüpheli Ömer Kavili avukat olarak girdiği duruşmalarında müvekkilini haklı çıkarmaya çalıştığı anlaşıldığından tutuklanmasına karar verilmiştir” dedi. Avukatlığın görev tanımı tam da budur. Müvekkilin haklı yönlerini polise savcıya, mahkemeye anlatabilmektir. Anlatmazsa görev suçu işlemiş olur; fakat o kararı veren hâkim görevini yaptığı için bir avukatı tutukluyorum dedi. Bu, hukukun ilkelerinin ve hukukun ortadan kaldırılmasıdır. Bir gün önce yapılan bir işlemin, ertesi gün kaldırılmasına, bir sonraki gün kaldırılma işleminin değiştirilmesine, yine bir sonraki gün değiştirme işleminin tümüyle ortadan kaldırılmasına karar verildikten sonra, üç gün içerisinde aynı işlemin yeniden uygulanmasına karar verilebilmektedir. Yargı, topluma karşı tutarlı davranmamaktadır.
Öyleyse bu tasarı, savunmayı da yargının bugünkü güvenilmez haline ortak etmeye yöneliktir diyebiliriz.
Bunu, Milli Eğitim Bakanlığı memurlarının dile getirmesi mümkün değildir. Maliye Bakanlığı memurlarının söylemesi de mümkün değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı denen bir birimin memurlarının söylemesi ise hiç mümkün değildir. Askerlik yapan, ben askerim deyip üniforma taşıyan bir memurun söylemesi de olanaksızdır. İşte bunu görüp, farkına varıp, söylemesi gereken tek imtiyazlı meslek avukatlardır çünkü Adalet Bakanlığı’nın hâkim ve savcı kadrosunda görevli kadrolu memurları dahi bunu söyleyemez, söyleyemiyor; hatta bir duruşmada, bir hafta boyunca delilleri tartıştıktan sonraki beşinci gün, benim müvekkilimin de içinde bulunduğu 20 kişiyi tahliye eden mahkeme heyetindeki hakimler, dosyada delil olmadığı gerekçesiyle tahliye yetkisini ve ödevini kullandıkları için bir saat içinde açığa alındılar. Yargı o günden sonra hizaya çekildi ve hâkim savcı unvanlı memurlar artık bağımsız karar verme noktasında kırk kere düşünmekte, kırk birinci kere ise tekrar ağzımızın tadı bozulmasın tavrıyla karar vermektedirler. Yargıçların içerisinde tek tük de olsa bireysel olarak kişiliğini, kimliğini koruyan dostlarımız, doğrudan tanıdığımız bildiğimiz yargıçlar ve de yargıçlık kimliğini korumaya çalışanlar da var; ancak ben burada size sadece genelden, çoğunluktan söz ediyorum çünkü günümüzde artık hakimlik mesleğine dair kültür yok edildi. Mesela avukatlar açısından da hukuk fakültesi sayısı o kadar çoğaltıldı ve ticarethaneye çevrildi ki, 120’nin üstüne çıktı. Oysa bunların çoğunun Hukuk Fakültesi olabilmesi için 10 profesör kadrosu olması gerekiyor çünkü alt dalları da var ve uzun bir birikim gerekiyor. İşte hiçbir birikime gerek kalmadan, öğrenciyi müşteri gören yepyeni bir dönem yarattı mevcut siyasi iktidar. Burada kaybeden, zarar görecek olan toplumdur, masum insanlardır. Hiç kimse kendini güvende zannetmesin. Hiç kimse bugün kapım çalınmadı diye rahat içinde olmasın çünkü hukuk kuralları çiğnenmiştir. Hukuk devletinin olmadığı yerde emir devleti vardır. Emri veren de gücü elinde tutandır. Öyleyse siyasi gücün kendisinden olmayan herkes düşmanlaştırılmıştır.
Avukatların tasarıya karşı daha evvel Ankara girişinde, şu an meclis binasının önünde sürdürdükleri direnişe iktidar hep yasak ile ve zor kullanarak karşılık verdi. Siz de o sırada şiddete maruz kaldınız. İktidarın, tabandan yükselen her itiraza şiddetle karşılık verme refleksi de hukuk devletinin erozyona uğrayışı ile kendinden olmayan herkesi düşmanlaştırması ile alakalı değil mi?
Toplum, bugün korku içinde ve baskı altında. Bunun önüne geçmenin yolu, toplumun taleplerini yüksek sesle dile getirmesine izin verilmesidir. Aslında bu husus 82 belgesi dediğimiz, Anayasa denilen evrakta bile vardır; ancak içinde bulunduğumuz sağlık koşulları düşünüldüğünde, kontrol etmem gerekiyor diyen idare orada da dürüst olmayıp hileli davranmaktadır. Baro başkanlarının tek sıra halinde yapacakları yürüyüşe izin vermiyoruz diyerek, yetkilerini kötüye kullanıp, engel olmaya çalıştılar ki bugüne kadar toplumun diğer kesimlerinin de yaptığı her türlü yürüyüş ve gösteriyi bir terör faaliyetidir diye adlandırarak terör estirdiler. Baro başkanlarının yürüyüşünde bunu böyle söyleyemeyecekleri için ‘izin vermiyoruz’ diyebildiler. Anayasa ve yasalarda teminat altında olan, hak olarak düzenlenmiş yürüyüş hakkını ortadan kaldıramayacaklarını toplumun fark etmesinin önüne geçmek için bunu yaptılar. İşte bu yönüyle bugün Ankara’da, meclis adı verilen bir kurulda kanun yapma yetkisi kullanıyoruz diyenler göstermelik iş yapıyor. Göstermelik dahi olsa yasa çıkarılan bir yer olması bakımından, milletin sesi olması, yani o yasa çıkarıldığında etkilenecek kesimleri dinlemesi gereken bu meclisin önüne baro başkanları gitti, avukatlar gitmek için yola çıktı. Barolar araç kiralamıştı. Şu an toplu taşıma araçları iptal edildi. Bu yüzden avukatlar, özel araçlarıyla Ankara’ya gitmek zorundalar fakat Ankara’daki siyasi görüş, ‘milletin sesiyiz’ diyen meclise baro başkanlarını dahi almıyor. Baro başkanları meclisin yakınında kapının dışında bekletiliyor. Artık devir böyle bir devir haline gelmiştir. Bu bir kriz dönemidir, kaostur, terör ortamıdır. Şu anda yetkili güçler terör estirmektedir. Her türlü kanuni düzenlemeyi keyfi olarak yaparak, kanun ve anayasal hakları teminat olarak düzenleyen maddeleri bile hileyle kullanmaktalardır. Size bu konuda şöyle çarpıcı bir şey söyleyebilirim; mecliste kanun maddeleri görüşülürken muhalefet partisi milletvekillerinden tasarı geldiğinde öncelikle hükümet, komisyonuna soruyor. Diyor ki: ‘Bu tasarıya, bu teklife karşı mısınız? Biz karşı değiliz.’ Şimdi hükümet kanadı o teklife karşı değilse meclis iç tüzüğü gereği teklifi getirenler; getirdiği teklifi ne yapmak istediği, nasıl faydalı olacağı, hangi kanunsuzluğu gidereceği, hangi haksızlığı düzelteceği konusunda meclisteki kürsüden konuşma haklarını kullanamıyor. Muhalefet partileri bu şekilde kürsüye geçip konuşamadığı için bu kez oylamaya geçiliyor. Bu aşamada sayısal çoğunluğu elinde bulunduran parti, aleyhte oy kullanıyor, teklif reddedilsin diyor. Yani hiç gerekçe bildirilmeden ve bu kez meclis iç tüzüğündeki kurallar bile kanuna, anayasaya karşı hileyle kullanılarak muhalefetin sesi kesilmekte ve sadece siyasi gücü elinde tutanların borazanı olmuş durumundadır. Öyleyse bu kesimlere baro değil borazan lazımdır. Yani bağımsız baroculuk, baro faaliyeti yapan ve avukatlık mesleğini güçlendiren barolara değil, hükümetin, siyasi gücün borazanı ve sözcüsü olan meslek derneklerini hazırlama faaliyetindelerdir. Bütün tartışmanın özü budur.
Bütün bu tartışma boyunca Ankara’ya yürüyen barolar ile Barolar Birliği’nin ve Baro Başkanı’nın tutumu birbirinden oldukça farklı oldu. Bu zıtlık nasıl oluştu? Birliğin ve başkanın konuya yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Barolar Birliği düzenleme gereği tek tek baroların kendi arasında oluşturduğu kurumdur. Bu kurum, bu il barolarının amiri değildir. Tam tersine; il barolarının ve avukatlık mesleğinin ülke düzeyinde makro seviyede, en üst seviyede gelişmesini sağlamakla mükelleftir. Avukatlık mesleğinin önündeki engellerin veya haksızlıkların giderilmesi için hukuki önlemleri araştırıp, önerilerde bulunmak üzere görev yapmaktadır. Kanunda ve kanunun düzenlemesinde yazılı olan budur; ancak günümüzde özellikle Barolar Birliği başkanı avukatlık mesleğini temsil etmeyecek haldedir. Avukatlık, etik ilkelerinin uzağına düşmüştür hatta karşısına geçmiştir. Hükümetin sözcüleriyle aynı argümanları kullanmaktadır. Bu nedenle Ankara’ya yürümekte olan illerdeki baroların başkanları, ki aralarında 70-75 yaşında olanlar da vardı, onları ziyaret etmeyen, onlara destek olmayan hatta ‘baro başkanlarının Ankara’yı ziyaret etmesi faydalı olmayacaktır’ diye konuşmalar yapan Barolar Birliği Başkanı oraya geldiğinde sırtlarını dönerek tepki gösterdiler. Bu, Türkiye Barolar Birliği Başkanı olarak görev yapan Avukat Metin Feyzioğlu’nun, avukatları temsil etmede artık ne denli problemli olduğunu, meşruiyetinin kalmadığını gösteriyor. Şu anda Barolar Birliği’nin birçok yöneticisi ve komisyonlardaki birçok yönetici istifa etmiş, 81 il barosu ‘çoklu baroya karşıyız’ diye ortak bildiri yayınlamıştır. TBB başkanı bu kültürün yanında yer almadığı gibi, bunun karşısında söylemlerde bulunmuş hatta bu teklif gündeme gelmeden evvel konuya dair soru soran meslektaşlarına “çoklu baro teklifi yok, o tür söylentiler var ama böyle bir şeyden haberimiz yok, bizim önümüze gelen bir şey yok” diyerek tepkileri geciktirme faaliyetlerinde bulunmuştur. Bu yönüyle Barolar Birliği Başkanı ve istifa etmeyen yönetim kurulu üyeleri halen meşruiyet problemi taşımaktadırlar.
Tasarının geçtiğini varsayarsak barolar ve avukatlar için nasıl gelişmeler öngörüyorsunuz?
Bundan sonra barolar arasında şöyle bir ayrım çıkacak; bir tarafta hukuk kurallarının uygulanmasını isteyen, avukatlık mesleğinin geleneksel rolünü güçlendirmek isteyen barolar, diğer tarafta bilirkişiyle bağlantı kuran, hakimlerle bağlantı ayarlayan, partiden gerekli referans alanlar. Mevcut iktidar partisinin güdümünde, onların aracılık faaliyetini yapan konumda barolarla karşılaşacağız. İşte o zaman, bir kooperatifin yöneticileri hile yaptığında, yolsuzluk olduğunda, evrakta sahtecilik yapıp kooperatif mal varlığının içini boşalttıklarında ve dava açıldığında o kooperatif yöneticileri gidip, siyasi iktidara yakın olan barodan avukat tutacak. E zaten hakimleri de iktidar atamıştı. Ondan sonra “ben dar gelirli biri olarak şu kooperatiften ev sahibi olayım” diye düşünüp, mevcut kısıtlı birikimini dahi hilebazlara kaptırdığında halkımız, insanlarımız anlayacak baroların ve avukatların şimdiki haykırışlarını. Biz avukatlar siyasal gücün etkisine girmeden, sadece ve sadece hakkı çiğnenen zayıfların, yoksulların, mazlumların haklarını korumak adına, hukuku savunmaya ve haykırmaya hep devam edeceğiz ve siyasal güce boyun eğmeyeceğiz. Avukatlığın tarihsel görevi budur.