Skip to main content

Papa Francisco’yu iki hafta önce kaybettik. Papa olmadan önceki adıyla Jorge Mario Bergoglio, Katolik dünyanın dışında pek çok inanç çevresinden insanın sevgiyle baktığı bir din adamıydı. Doğrusu ben de kendisine tuhaf bir sevgi beslemişimdir hep. Arjantinli olmasının bunda ufak bir payı olduğunu inkar edemem fakat asıl mesele bunun epey ötesine geçiyordu. Asıl mesele şu ki Papa Francisco benim gördüğüm, tanıdığım din adamlarından çok farklı, neredeyse tuhaf bir din adamıydı. Sanırım onun, bizim din adamlarına benzememesi ona uzaktan sevgi beslememin sebebidir.

Papa Francisco’nun ölümü sonrası türlü yabancı haber sitesinde yapılan röportajlara baktığımda gördüğüm, insanların da benimle aşağı yukarı aynı sebeplerle onu sevmiş olmalarıydı. Üzerine biraz düşününce vardığım sonuç şu oldu: Aslında kendi ülkemdeki din adamlarıyla barışık olmama engel olan işlerin tam aksini yapıyor olması onu tüm dünyaya sevdirmişti.

Bakalım aynı dili konuşmadığım, aynı inanca mensup olmadığım, aynı ülkede yaşamadığım Papa’yı sevmek, aynı dilden, aynı kültürden olduğum din adamlarını sevmekten niye kolaymış? Sevgi, ne kadar yanılmış?

Arjantin’in Yoksul Mahallelerinde Bir Çocuk

Papa Francisco yani doğduğu ismiyle Jorge Mario Bergoglio 1936 yılında, Arjantin’de, Buenos Aires’in yoksul mahallelerinden Flores’te doğdu. Beş çocuklu mütevazı bir ailenin en büyük çocuğu olarak dünyaya gelen Jorge Mario, aynı mahallede büyüdü, vaftiz oldu, okula gitti. Flores’in güney bölgesinin (Bajo Flores) takımı San Lorenzo, 1946’da Arjantin liginin büyüklerini yenip şampiyon olduğunda gönlünü mahallesinin takımına kaptırdı. Büyürken tango öğrendi, dans etti. Liseyi bitirip kimya teknisyeni oldu, gece kulüplerinde çalıştı, temizlikçilik yaptı. Sonraları bir fabrikaya işçi olarak girdi. Fabrikada, altında çalıştığı Esther Ballestrino ile dostluk kurdu. Bu dostluk onun sola ve devrimci mücadeleye yakınlık duymasını sağladı. 

Esther Ballestrino ismi tanıdık gelmiş olabilir. Ballestrino, 1976 Arjantin darbesinden sonra yakınları cuntacılar tarafından gözaltında kaybedilenlerin bir araya gelip kurduğu Plaza de Mayo Anneleri’nin öncülerinden olacaktı. Ballestrino kızını öyle bir kuvvetle aradı ki darbeciler kızından sonra onu da susturmaktan başka çare bulamadılar. Kızı gibi o da faili meçhule gitti.

Çocukluğunda gönül verdiği takımın, San Lorenzo’nun formasıyla

Din Adamlığını Seçiş

Yıllar sonra Papa olacağına kimsenin ihtimal vermediği Bergoglio’nun hayatına geri dönelim. Kimya teknisyeni olarak çalıştığı yıllardan sonra 1958 yılında din adamı olmaya karar verip Cizvit Tarikatı’na dahil oldu. Cizvitleri seçmesi elbette bir tesadüf değildi. Genç Bergoglio, Latin Amerika’da yerlilerin ve siyahların köleleştirilmesine karşı çıkan, kıtaya ayak bastıkları andan itibaren zulmü, işkenceyi ve sömürüyü yayan İspanyol ve Portekizlilere karşı her daim bir baş belası olmuş Cizvit Tarikatı’nı seçecekti. Cizvitler Latin Amerika’da yerlilere okuma yazma öğrettikleri yetmezmiş gibi kendi dillerinde kitap basmalarına yardım etmiş, 1700’lü yıllarda kendilerini korumaları için barut kullanmayı öğretmeyi de unutmamışlardı. Bu eğitim faaliyeti 1767 yılında Cizvitlerin bütün Güney Amerika’dan kovulmasıyla sonuçlanacaktı.

Latin Amerika’nın Avrupa tarafından pek makbul sayılmayan bu tarikatında göreve başlayan Bergoglio, kısa zaman sonra rahip oldu. Rahipliği süresince sosyal bilimler ve felsefe eğitimi gördü. Yıllar geçiyor, Arjantin’in en kara dönemi geliyordu. Fabrika işçiliği döneminden dostu Esther Ballestrino’nun da faili meçhule gideceği darbe yılları yaklaşıyordu.

Darbe Yılları

Arjantin’de darbe yılları insanlık dışı bir şiddet ortamını beraberinde getirmişti. Tarihin en acımasız yönetimlerinden biri olan Videla Cuntası 30bin civarı (sayı tam olarak hala bilinememektedir) faili meçhul bırakacaktı. Bergoglio ise yalnızca kürsülerde vaaz vermiyordu, cuntanın hedefinde olan devrimcileri ülkeden kaçırmaya da da yardım edecekti. 

Sade Bir Yaşam

Bergoglio yıllar geçtikçe kilise hiyerarşisinde yükseliyordu. 1998 yılında başpiskopos, 2001 yılında kardinal oldu. Kilise hiyerarşisinin merdivenlerini tırmanırken daha önce yaşadığı gündelik hayatından kopmuş değildi. Bir memur gibi toplu taşıma ile işine gider, yardımcıları olmadan kendi işini kendi görürdü. Pahalı kıyafetleri yoktu. Bu dönemde Buenos Aires’in yoksul mahallelerinde görev yapan din adamı sayısını 3 katına çıkardı. Okullar ve uyuşturucu ile mücadele merkezleri inşa etti. Kardinalin resmi konutunu sığınma evine çevirdi.

2013 yılında 266. Papa olarak seçilip göreve başladığında da bu tavrını sürdürdü. Papa için ayrılmış Vatikan içindeki sarayda yaşamayı reddetti. Sarayın misafirler için ayrılan üç odalı yan binasına yerleşti. Öğle yemeklerini yemekhanede yemekten çekinmezdi. Yemekhaneye gittiğinde yemeğini yemekhane işçileriyle birlikte yerdi. Papa’nın takması beklenen mücevheratı kullanmadı. Memleketinde rahiplik ederken kullandığı yüzüğü ve kolyeyi kullanmaya devam etti. Gösterişli Papalık kıyafetlerini giymedi. Roma’da gezerken limuzinlere ya da lüks araçlara binmedi. Mütevazı bir Ford Focus ile gideceği yere giderdi. 

Papa Francisco makam aracı Ford Focus’a binerken

“Yoksul Bir Kilise İstiyorum”

Kendi hayatını sade kurgulamakla kalmadı. “Yoksullar için yoksul bir kilise istiyorum” dedi ve faaliyetlerini bu söze uygun yürüttü. Ona göre Kilise “sokağa inmeli, sokağa indiği için yaralanmalı, incinmeli, kirlenmeli” idi. 

Papa olarak ilk ziyaretini Avrupa’ya kaçak göçün merkezlerinden Lampedusa adasına yaptı. Havayolu şirketi yetkilileri arayıp Vatikan idarecilerini haberdar etmeseydi Lampedusa seyahatinin biletini dahi kendi kendine almıştı. Lampedusa ziyareti sonrası göçmenlerin tutulduğu kampları “toplama kamplarına” benzettiği açıklamalar yaparak sorunun çözümü için çağrıda bulundu. Sonrasında Midilli Adası’nı ziyaret etti, dönerken 12 Müslüman göçmen ile birlikte döndü. Trump’ın Meksika sınırına inşa ettiği duvarı “Hristiyanlık dışı” olarak tanımladı. “Yabancıyı kapıda karşılamak imanın şartıdır.” dedi, Avrupalı ailelerin göçmen ailelere evlerini açmaları çağrısında bulundu. 

“Ben Kimim Ki Yargılayayım?”

Kilisenin kimseyi dışlamaması gerektiğini savunuyordu. Bu bağlamda kişilerin cinsel yönelimlerinin kilise için belirleyici olamayacağını söyledi. Trans bireylerin vaftiz anne/baba olabilmesini kabul etti. LGBTİ+ bireylere kilisenin kapılarını açmaya çalıştı. Homoseksüellerin kiliseye dahil olmasına dair tartışmaya dahil olurken söylediği, karakterini pek çok açıdan özetliyordu: “Ben kimim ki yargılayayım?”

Tarihte ilk defa Papalık yönetim kademesine bir kadını seçti. Rahibe Simona Brambilla, yönetim kademesindeki görevini Papa ölene kadar sürdürdü. Müslüman dünya ile diyaloğa da önem veriyordu. Tarihte ilk defa Arap yarımadasını ziyaret eden Papa yine o oldu.

Papa Francisco’nun LGBTİ+ derneği üyesi Mara Grassi ile bir araya geldiği buluşma

“Böyle Ekonomi Öldürür”

Katolik rahiplerin işlediği istismar suçlarıyla mücadele etti. İstismar suçunu işlemiş rahiplerin tespiti için komisyonlar kurdu, tespit edilenleri ihraç etti, suçu örtmeye çalışan diğer rahipleri de aynı biçimde cezalandırdı. 

Kilisenin mali yapısını şeffaflaştırmaya çalıştı. Yine ilk defa onun Papalığı sırasında bir kardinal yolsuzluk suçlarıyla yargılandı ve ceza aldı.

Konuşmalarında dünya ekonomik sistemini eleştirdi. “Yoksulluğu çözmeden dünya sorunlarını çözemeyiz” de “Böyle ekonomi öldürür” de onun sözleriydi. İklim krizi için, nükleer silahsızlanma için, idam cezasının kaldırılması için çağrılarda bulundu. Kendini anlatırken “Hiçbir zaman sağcı olmadım” demişti.

Tarih boyunca Amerika kıtasından seçilen ilk Papa olmanın yanı sıra 741 yılından beri Avrupalı olmayan ve Cizvit Tarikatı’ndan seçilen ilk Papa olarak tarihe geçmişti. İlerici faaliyetleri ile de tarihe geçti.

Ölümü de yaşamı gibi oldukça gösterişsizdi. Vasiyet ettiği üzere kendinden önceki papalar gibi gösterişli devasa bir tabut yerine tahta bir tabutla gömüldü. Gelenek olduğu üzere tabutunun Vatikan’daki Aziz Petrus Bazilikası’nın ortasındaki yüksek bir platformun üzerine konulmasını istemedi. Tabutunun kapağı açık kalacak biçimde yerde öylece yatmayı vasiyet etmişti. Ayrıca Aziz Petrus Bazilikası’na gömülmek de istemedi. Daha sade bir kilise olan Santa Maria Maggiore’ye gömülmeyi vasiyet etti. Böylece öldükten sonra bile tarihte ilklere imza atmaya devam etmiş oldu: Aziz Petrus Bazilikası dışına gömülen ilk Papa.

Ölümünden birkaç ay önce dansçı Daiana Guspero ile gençliğindeki gibi tango yaparken

Bir de Yanımdaki Din Adamına Bakıyorum

Papa Francisco’nun vedası işte böyle oldu. Şimdi baştaki soruya dönelim. Bu yabancı din adamı için inançlı, inançsız yahut farklı inançlara mensup binlerce kişinin sevgisi boşuna mı? Peki hemen yanı başımızdaki din adamlarına böyle bir sevgi duymak neden mümkün olmuyor? Hemen ona da bakalım. Kim olsun? Mesela Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ı ele alalım. Nelerdir Ali Erbaş’ı sevmeyi zorlaştıran meseleler?

Tanımaya çalışalım Ali Erbaş’ı. Ne çocukluğuna ne gençliğine dair pek bir bilgi yok. İmam hatip lisesinden mezun olup ilahiyat fakültesine geçtiği biliniyor. 1998’de doçent, 2004 yılında profesör, 2006’da dekan oldu. Cemaatin (FETÖ/PYD) yapılarından Kültürlerarası Diyalog Platformu (KADİP) yönetim kurulunda yer aldı. Yine cemaat yapılanmasına ait ve 15 Temmuz’dan sonra kapatılacak olan Kimse Yok Mu Derneği’ne yakındı. 2009 yılında bu derneğin etkinliklerinden birinde söz alıp cemaatçiler için sarfettiği “Bu gönül erleri dünyaya örnek bir topluluk. Bu hizmetin büyüyerek ilelebet bu sürmesini diliyorum.” sözlerine hala minicik bir arama yapınca ulaşılıyor. 

Ali Erbaş ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın gençliği

Yoksullardan Değil Yolsuzlardan Yana Bir Din Adamı

Erbaş’ın Fethullah Gülen Cemaati ile ilişkisi bununla da sınırlı değil. Tıpkı Kimse Yok Mu Derneği gibi 15 Temmuz’dan sonra kapatılacak Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın çalışma grubu Abant Platformu’nun da katılımcısıydı. Bolu Abant’ta yapılan toplantıları takip ederdi. 

Bitti mi Erbaş’ın cemaat ile ilişkisi? Bitmedi. 15 Temmuz gecesi Akıncı Üssü’nde yakalanan ‘Hava Kuvvetleri İmamı’ Adil Öksüz’ü hatırladınız mı? Onun doktora tezini onaylayan jüride de Ali Erbaş vardı. Adil Öksüz ve Ali Erbaş, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde birlikte görev yaptılar. Aynı fakültede cemaatin ‘Emniyet İmamı’ Kemalettin Özdemir de görev yapıyordu.

Papa Francisco, memleketinde din adamlığını seçerken yoksullara en yakın duran tarikatı seçmişti. Biz biraz da onun için sevmiştik onu. Ali Erbaş kimi seçmiş? Fethullah Gülen Cemaati’ni seçmiş gibi görünüyor. Tam da bu mesele Ali Erbaş’ı sevmeyi zorlaştırıyor.

Ali Erbaş’ın cemaatçilere yakınlığı pek çabuk unutuldu. 2017 yılında Diyanet İşleri Başkanı olarak atandı. Zamanın tüm sıkı Fethullahçılarının yaptığı gibi, göreve gelir gelmez cemaate lanet ederek işe başladı. 

Gösterişli Cübbe, Büyüdükçe Büyüyen Kılıç

Ali Erbaş’ın medyada en çok konuşulduğu zamanlardan biri Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi dönemiydi. 86 yıl müze olarak korunmuş Ayasofya’nın tekrar ibadete açılmasından sonra ilk Cuma Hutbesi’ni veren Erbaş, pek gösterişli, işlemeli, nakışlı, yaldızlı kemik rengi cübbesiyle minbere çıkmıştı. Cübbesi, pek çoklarının çocukluğundan belki hatırlayacağı siyah, düz, gösterişsiz imam cübbesinden fersah fersah uzaktı. Üstelik eli boş da gelmemişti Ayasofya’ya! Sağ elinde boyu yerden beline kadar uzanan bir kılıç vardı. Sol kolunda irice bir saat sallanıyor, elindeyse altın rengi yüzüğü parlıyordu. 

Erbaş gösterişli cübbesini de kılıcı da çok sevdi. Yaldızlı, işlemeli, kemik rengi cübbesiyle sel felaketine uğramış alanlara mı gitmedi, çamur çaylak içindeki konteyner kentleri mi ziyaret etmedi, tatbikatlara mı katılmadı. Kılıca da bayılıyordu. İlk defa Ayasofya’da kılıçla minbere çıktıktan sonra birçok defa daha kılıçla Cuma Hutbesi verdi. Kılıcın boyu ise her seferinde büyüyordu. Başta yerden beline kadar gelen kılıç, bir ara neredeyse boyuna kadar ulaştı. 

Papa Francisco göreve geldiğinde geleneksel olarak kullanması beklenen mücevheratı reddetmişti. Ali Erbaş ise takıp takıştırmayı, gösterişli lüks cübbeleri çok seviyor. Tam da bu mesele Ali Erbaş’ı sevmeyi zorlaştırıyor. 

Papa Francisco “Barış mümkün” demişti göreve gelince ve Papalığı boyunca 60 ülke gezdi. Arap Yarımadası’nı ziyaret eden ilk Papa’ydı. Güney Sudanlı liderleri Vatikan’da ağırlarken, Güney Sudan’da iç savaşın tekrar başlamaması için onların ayaklarını öpmüştü. Bu sembolik jest ile tüm dünyaya barışı ne kadar arzuladığını aktarmıştı. Ali Erbaş’ın ise en sevdiği aksesuarı bir kılıç! Erbaş kılıcı bir kere eline aldı ve düşürmez oldu. O kılıcı kimlere karşı tutuyor, kimleri o kılıçla korkutmaya çalışıyor, o kılıçla kime vurmayı arzu ediyor bilmiyoruz ama kılıcın bir barış enstrümanı olmadığı da kesin. Tam da bu mesele Ali Erbaş’ı sevmeyi zorlaştırıyor.

Ali Erbaş cübbesiyle afet bölgesinde

Sen Kimsin ki Yargılıyorsun?

Ali Erbaş sadece kılıç da sallamıyor. Hedef gösteriyor, lanetle korkutuyor, nefret yayıyor. Ayasofya’yı müzeye dönüştürenler için söylediği “Fatih Sultan Mehmet Han burayı kıyamete kadar cami olarak kalması için vakfetmiştir. Vakfedileni çiğneyen lanete uğrar” sözü hatırımızda taze. LGBTİ bireyler için söylediği “İslam eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti.” sözlerini de unutmuş değiliz. 

Ali Erbaş camilerin kapısını LGBTİ’lere kapatmak cesaretini bulurken Papa Francisco ne yapmıştı? Erbaş’ın aksine o Katolik Kilisesi’nin kapısını herkese açtı. Buna LGBTİ bireyler de dahildi. “Ben kimim ki yargılayayım?” demişti. İkisi de din adamı. Biri kapsayıcı olmaya, öbürü dışlamaya çalışıyor. Tam da bu mesele Ali Erbaş’ı sevmeyi zorlaştırıyor. 

Skandalların Başkanı Erbaş

Ali Erbaş skandallarla gündemi meşgul etmeyi hiç bırakmadı. Önce kızını ve damadını Diyanet’e aldırdı. Yetmedi, kayınçosunu da aldırdı. Kayınçosunun hiç işe gitmeden emekli olduğu ortaya çıktı. Altı bakanlığın bütçesinden daha fazla bütçesi olan Diyanet’in ne kadarıyla eş dost akraba beslediği, ne kadarıyla ATM’ci doyurduğu bilinmiyor. Ama Avustralya’da villa aldığı biliniyor. Sadece Avustralya ile bitse yine iyi. Diyanet’in ABD’de de villası var. Villanın yanında yüzme havuzu, hamam, restorandan oluşan 16 dönümlük bir küçük cenneti var desek daha doğru olur. Bu tesislerin kime hizmet edeceği, halka açık olup olmadığı, halihazırda kimlerin bu tesislerden faydalandığını bilen yok. Diyanet çok büyük miktarda kamu kaynağını harcayıp pek az hesap veren bir kurum anlayacağınız. Papa Francisco ise Vatikan’ın mali işlerini saydamlaştırmak için çalışmıştı. Papalık tarihindeki ilk yolsuzluk davası onun döneminde açılmıştı. Vatandaş Diyanet’in bu dev bütçeyle ne iş yaptığını anlamıyor, Ali Erbaş Diyanet bütçesini saydamlaştırmayı düşünmüyor. Tam da bu mesele Ali Erbaş’ı sevmeyi zorlaştırıyor.

Ali Erbaş gösterişli giyinmeyi, kılıcı kalkanı, efendime söyleyeyim villayı havuzu seviyor anlayacağınız. Böyle bir kişinin elbette apartman dairesinde oturmasını da beklemiyorsunuzdur. Beklemeyin zaten Bilkent’te villada oturuyor. 450 metrekarelik tripleks villasını 6 tane koruma sürekli izliyor. Sarayda değil de sarayın misafirhanesinde yaşamayı seçen mütevazı Papa’ya pek benzemiyor. Diyanetin başının lüks, şatafat, gösteriş sevgisi bitmiyor. Tam da bu mesele Ali Erbaş’ı sevmeyi zorlaştırıyor.

Diyanet’in ABD’deki lüks oteli

Koskoca Diyanet İşleri Başkanı’na

En yakınınızdaki kişiye Ali Erbaş ile ilgili bir haber hatırlıyor musun derseniz ilk hatırlayacağı kılıç meselesi değilse Audi meselesi olacaktır. Ali Erbaş’ın cübbesinden villasına bu şatafat sevdası dört teker üzerinde de değişmeyince bir Audi skandalı patlak vermişti. Diyanet’e ait türlü lüks araç halihazırda garajda yatarken Erbaş’ın makam aracı olarak kamu kaynaklarından milyonlarca lira harcayarak Audi A8 alması gündemi epey meşgul etmişti. Erbaş konuya ilişkin “Diyanet İşleri Başkanı’na Audi’yi çok gördüler” demişti. Diyanet İşleri Başkanı olunca lüks araba hak oluyor Erbaş’a göre. Bizim gösterişsiz Papa ise Ford Focus ile geziyordu Roma’da. Araba markalarına modellerine çok hakim olmayanlar için şöyle karşılaştıralım: Erbaş’ın aldırdığı arabayla Papa’nın bindiği arabadan yaklaşık 10 tane alınabiliyor. Tam da bu mesele Ali Erbaş’ı sevmeyi zorlaştırıyor.

Ali Erbaş ve ona çok görülen Audi marka araç

AUDI Erbaş

Başta demiştim ya. Bizim buranın din adamlarına pek benzemiyordu Papa Francisco. Tam da o yüzden sevilmişti. Bıraktığı kapsayıcılık, barıştan yanalık, şeffaflık, önderlik ettiği Katolik Kilisesi’ne miras kaldı. Gösterişsiz hayatı ve yoksuldan yana tavrıyla ise Ali Erbaş’a değil ama pek çoklarına örnek oldu. Ali Erbaş’ın mirası ne olacak dersiniz? Ne bırakacak ardından gelenlere? Yiğit lakabıyla anılır. Ali Erbaş nasıl anılacak dersiniz? Bana kalırsa Audi Erbaş diyecekler arkasından bir süre. Sonra unutulup gidecek. Korkarım Audi Erbaş için kimse üzülmeyecek.