Mega şirketler tarihte ilk defa sıradan insanların hayatı ile bu denli içli dışlı olmuş durumda. Buna müsaade eden olanakları ise internet sayesinde değişen haber alma, alışveriş, iletişim gibi birçok alan oluşturuyor. Hayatlarımıza eşi görülmemiş bir hızla müdahil olan teknolojik gelişmelere toplumcu bir alternatif ortaya konulabildiği sürece kapitalizm dışında bir hayattan söz etmek mümkün. Hepimizi bu denli etkileyen ve de birbirinden farklı birçok etken ile büyüyen teknolojinin dev tekellerin sermaye birikimi odaklı ilerlemesi, küçük ayrıcalıklı bir azınlıktan yana, şeffaflık dışı ve anti-demokratik anlayışların yayılmasına yol açmakta. Diğer yandan iletişim ve bilgi teknolojilerini demokratikleştirme gayesi, önümüze yeni bir evrensel vizyon koymakta ve işin en kıymetli kısmı, bu teknolojilerin doğası gereği kapitalizm sonrası bir hayatı işaret etmeleri.
Şüphesiz bu konular etrafında birçok akademik çalışma yapılmakta. Benim bu yazıda yapmak istediğim ise kapitalizm sonrası bir dünyanın emarelerini, oluşan bu yeni tekelci-toplumcu teknoloji çatışması bağlamında düşünüp yeni ve daha adil bir gelecek için hali hazırda uygulamaya sokulmuş ya da sokulabilecek örnekleri tespit etmek.
Hardt ve Negri, Çokluk adlı kitabında maddi olmayan emeği iki ana biçimde tahayyül edilebileceğinden bahseder.[1] Birinci biçim maddi olmayan ürünler üretir; problem çözme, analitik görevler gibi yetiler ile fikirler, semboller, kodlar, metinler, dilsel figürler, imajlar gibi ürünler. İkinci biçim ise duygulanımsal emektir; üretilen tüm rahatlık, esenlik, tatmin, heyecan ya da tutku gibi hisleri kapsar.
Yazarların yapıtlarında görülen, değişen emek biçimlerine dair en büyük iddialarından biri şu şekildedir: Endüstriyel emek, hegemonyasını yitirmiş ve onun yerine bilgi, iletişim ve duygulara dayanan bir emek türü geçmiştir. Kapitalizm asla endüstriyel emeği sömürmekten vazgeçmez. Sadece artık maddi olmayan emek sayesinde hayatı şekillendirmek için çok daha kullanışlı bir araç keşfetmiştir ve artık bu emek türlerine yapılacak yatırımlar kendisine daha fazla ivme kazandıracaktır.
Kapitalizmin ihtiyacı olan sermayeyi biriktirerek insanlığın özgürlük ve eşitlik özleminin önüne set çekecek tahakküm biçimlerini var etmesi için ihtiyaç duyduğu asıl yer, uzun süredir sadece fabrikalar değil. Dahası bu tarz fabrika dışı dijital emek ve etkileşimlerle kendini tekrar var etmesi, artık kapitalizm için daha karlı, daha kolay ve gündelik hayata daha içkin. Hegemonik yapısını yitirmekte olan sanayi kapitalizmi yerini bilişsel kapitalizme bırakırken bilgi, enformasyon, duygulanım ve iletişimin yeni sömürü biçimleri yaratmakta kullanıldığını deneyimliyoruz. Hardt ve Negri’nin çizdiği çerçevenin günümüzde daha da netleştiğini söylemek zor değil. Yaşanan tüm sosyal medya çılgınlığını duygulanımsal emek bağlamında ele aldığımızda, sosyal ağlar ve e-ticaret siteleri gibi platformlarda paylaşım yapan, yorum yazan, hatta telefonda konumunu açıp veri sunan herkesin, yani toplumun çok büyük bir kesiminin, sürecin içerisine bir “emekçi” olarak nasıl dahil edildiğini daha iyi anlayabiliriz.
Maslak’ta ya da 4. Levent’te büyük bir e-ticaret firmasında çalışan bir yazılımcının ürettiği maddi olmayan ürünler sistem için çok kritik bir konumdadır. Online ödeme sistemlerini kolaylaştıran yazılımlar, “satın al” butonun yeri ve büyüklüğüne karar vermek gibi birçok “satış arttırıcı” hamle, geldiğimiz noktada kapitalizmin “zamanın ruhuna” dokunmasını sağlıyor. Bu insanlar gece gündüz yeni nesil sistemlerin kendini güncel tutabilmesi için yeniden üretilmesini, kendi zamanları, çabaları, zekaları kısacası kendi emekleri ile sağlamaktalar. İnternet üzerinden verdiğiniz yemek siparişinizi kapıya getiren online bir ekosisteme bağlı çalışan kuryelerin nasıl kritik bir konumda olduğunu, bu pandemi döneminde çok net anladık. Örnekleri uzatmak mümkün; fakat tüm bu internet teknolojileri ile kurulan iş modellerinde çalışan kesimlerin çok büyük bir ortak yanı var. 20. yüzyıl başında kapitalizm için fabrikaya giden işçinin taşıdığı anlam gibi, bir nevi “yeni nesil artı değer” in üretilmesi noktasında bu meslekler kritik durumdalar. Belki onlar gibi sırtlarında yük taşımıyor, madene inmiyorlar, yaptıkları işin fiziksel zorluğu ise denk değil ama kapitalizm için eskisinden daha değerli bir şeye hizmet ediyorlar. Nitelikli emek gücü sayesinde sürekli artan bir hızla gelişen teknolojiler ve yaratılan ağlar, kapitalizmin daha güncel ve krizlere daha bağışık olmasını sağlıyor. Diğer yandan bu yeni emek türünün sorunları da hem geçmiştekilerle hem de günümüzdeki farklı biçimleri ile ortaklıklar taşıyor: Yoğun bir sendikasızlaştırma ya da mesleki organizasyonların önündeki engeller, serbest/uzaktan çalışma adı altında iş/özel yaşamın silikleşmesi ve yarattıkları değerlere kıyasla inanılmaz düşük ücretlere çalışmaları gibi. Uber ya da kurye servisi sağlayan hizmetler gibi bilişsel yetenekler isteyen alanlar, sendikalaşmanın en az olduğu hatta hiç bulunmadığı, sisteme en çok artı değeri sağlasalar da sosyal güvencelerin en düşük olduğu, serbest ya da sözleşmeli çalışan adı altında birçok haktan kolayca yoksun bırakılmanın en yaygın olduğu iş kollarıdır.
Bahsedilen ikinci emek türü, yani duygulanımsal emeğin günümüz dijital dünyasındaki karşılığını çok iyi tanıyoruz: Beğenileri, yorumları, paylaştığı fotoğrafları, girdiği mekanlarda attığı konumları ile devasa bir veri okyanusu üreten fabrikanın çalışanları olarak bizler. Bu durumu çok iyi özetleyen güzel bir söz var: Bir ürüne para vermiyorsanız ürün sizsinizdir! Aslına bakarsanız Negri ve Hardt’ın, duygulanımsal emek bağlamında ön plana çıkartmak istedikleri; hukuki danışmanlık, uçuş görevlileri, fast-food işçilerinin güler yüzlü hizmetleri, iyi hal ve tavırlarıdır.
Artan dijital platform ekosistemindeki kullanıcıları da bu bağlamda ele almak hiç zor değil. Facebook, Instagram, Twitter gibi sosyal medya platformlarına hatta Google, Netflix benzeri tüm dijital uygulamalara kendi varlığımızla değer katarız. Bu mecralarda bıraktığımız her iz, geçirdiğimiz her saniye onlar için gelir kaynağıdır. Karşılığında ise kullanıcılar için “hoşça vakit geçirmek” dışında bir karşılığı olmazken bu şirketlerin sahipleri dünyanın en zenginleri konumuna gelmektedir. Her ne kadar gönüllü şekilde verilen bir emek söz konusu olsa da, kullanıcılar emekleri karşılığında hiçbir ücret almayan, hiçbir sosyal hakkı olmayan çalışanlardır. Aslına bakarsanız belki de bu emek türü ile toplumu bir fabrikaya dönüştürmenin emareleri ilk defa bu denli somutlaşmış duruma gelmiştir.
Teknolojinin kapitalizm ile olan ilişkisinin ötesindeki imkanları zorlamak ise bu emek biçimlerinin yaratıcı yapısı gereği artık daha mümkün. Eğer bu emek türleri kapitalizmin motoru ise, kendi esnek, zeki ve yaratıcı becerileri sayesinde kapitalizmi her gün yeniden ve yeniden kurmakta ise demokrasiyi mümkün kılmak, bu alanlardaki yaratıcı potansiyeli kapitalizmin ötesinde bir yaşam biçimi için konumlandırarak son derece olası bir hal alabilir. O halde şu efsane soruyu sormanın zamanı geldi: “Ne yapmalı?” Neyse ki verilen cevaplar tozlu kitap raflarında kalmıyor ve bu anlamlı pratiklerin sayısı her geçen gün artıyor. Birkaç örnek ile devam edelim.
İnternet üzerinden sipariş alarak yemek teslimatı yapan uluslararası dev bir firma olan Deliveroo’nun, 2019 yılı Ağustos ayında Berlin’den ayrılmasıyla işsiz kalan eski çalışanları, Kolyma2 adı altında bir online yiyecek dağıtım kooperatifi kurarlar.[2] Sürece küçük bir web sitesi ile başlayan kooperatif, zamanla müşteriler ve kuryeler arasındaki iletişim bağını teknolojik bir alt yapı ile kurarak geliştirdi. Bu bağlamda kooperatif, patronsuz çalışmak için örgütlenen bir kurye platformu olan Coopcycle ile bağımsız ve açık kaynak kodunu savunan çeşitli yazılımcıları bir araya getirdi. Pandeminin de etkisiyle işleri ticari olarak da iyi giden Kolyma2, dev şirketlerin dışında, tamamen çalışanların egemenliğinde bir dayanışma ağı olarak örnek teşkil etmeye devam ediyor. Bu örnekteki birden fazla kritik noktanın altını çizmek istiyorum. Öncelikle Coopcycle, kuryelerin özyönetimi mantığı ile patronsuz bir platform oluşturmanın yanı sıra tamamen çevreci bakış açısı doğrultusunda tüm dağıtımlarını yakıt tüketmeyen bisikletler ile gerçekleştirmekte. Avrupa’da çeşitli ülkelerde ve Kanada’da faaliyet gösteren Coopcycle, şu an Latin Amerika’da yükselen ve kendilerine “antifaşist kuryeler” adını veren patronsuz kurye hareketi ile görüşme halinde.[3]
Bir yandan yazılımlarını Latin ülkelerindeki ödeme ve adres altyapısına uygun hale getirmeye çalışırken diğer yandan antifaşist kuryeleri motosiklet yerine çevreci bir yöntem olarak bisiklete yönlendirmeye çalışıyorlar. Kolyma2 deneyimi bize birbirlerine eklemlenen ve birbirlerini etkileyen, dönüştüren ağ tipi yapıların bu tarz yeni emek biçimlerinde çok daha hızlı yayıldığını gösteriyor. Ayrıca enternasyonal bir mücadele hattını da bir o kadar hızlı ve belki de ilk defa ete kemiğe büründürme potansiyelindeler.
2011 yılında İspanya’da faaliyet göstermeye başlayan Jamgo Teknoloji Emekçileri Kooperatifi ise sistemin yeni değerler, yeni üretim biçimleri üzerinden yükselmesini sağlayan emekçileri, yani algoritma vb. üreten kod yazılımcılarını bir araya toplayan, dayanışmacı ekonomi ağı ile büyük şirketler dışında üretimi deneyimleyen bir kooperatif. Kapitalizmin yeni tahakküm ve tekellerine değer katmaktansa bir yandan diğer kooperatiflere, çevreci, alternatif üretim ağlarına, sosyal forumlara her türlü dijital hizmeti sağlayan Jamgo Kooperatifi diğer yandan da çalışanlarının yönetimde tamamen söz sahibi olduğu demokratik bir işletme. Teknoloji devleri, çalışanlarının emeklerini patentleyip satarak büyük servetler elde edip tekelleşirken Jamgo vb. girişimler bulut teknolojileri, ofis programları gibi birçok teknolojik hizmetin alternatifini oluşturup açık kaynaklı bir şekilde tüm toplumun ve kurumların kullanımına sunuyorlar. Barcelona gibi birçok irili ufaklı yerel yönetim ile yaptıkları işbirlikleri onlara hem hareket alanı ve yeni ilişkiler sağlıyor hem de katılımcılarına maddi olarak hayatlarını idame etme olanağı yaratıyor. “Kapitalizm her kavramı sahiplendiği gibi, teknolojik emek alanında da kavramları ele geçirmeye çalışıyor” diyor kurucularından Martha Gómez.
Türkiye özelinde ise bu tarz alternatif örgütlenmelerin sayısı her geçen gün artmakta. Good4trust buna güzel bir örnek. Bir nevi tüm ekolojik, insana saygılı sosyal girişimlerin dijital alışveriş alanındaki güç birliği için yola çıkan platform, birbirinden farklı sektörlerdeki 120 işletmeyi bir araya getirdi. Somalı madencilerin eşlerinden Kazova işçilerine kadar geniş bir ağı buluşturan Good4trust’u en iyi özetleyen ise bir Kazova işçisi: “Bir yerde hakkaniyet anlamını kaybederse her şey anlamını kaybeder. Burası kar amacı gütmeyen, aldığı katkı payı ile sadece masraflarını karşılayan ve bizim gibi gerçek anlamda sosyal veya çevreci değerlere göre hareket eden işletmelerin ürünlerini sunabildikleri bir platform. Alın, verin, alternatif ekonomiye can verin, kapitalizmin köküne kibrit suyu.” Platform Kooperatifçiliği İnisiyatifi dijital platformlarda, Albatros Bilişim Kooperatifi yazılım sektöründe bir araya gelişler sağlarken Halka Kooperatifi İzmir’de temizlik işçisi kadınlar ile kurulan ve onlar tarafından yönetilmekte olan bir kooperatif. Ayrıca bir inceleme yapmaya ihtiyaç duyacak kadar çok ve nitelikli örnek, ülkemizde de kapitalizm sonrası dünyanın kapısını aralamaya çalışmakta.
Dünyanın her köşesinde filizlenen bu mücadeleler ağı yukarıda da değindiğim gibi belki de ilk defa enternasyonalizmi mümkün kılabilme potansiyeli taşıyor. Birçok başarısız ve zoraki enternasyonali düşünün; ezilenlerin sahici bir küresel hareket kabiliyetine sahip olması, ülke sınırlarının yaşamlara teneffüs etmekte geri planda kaldığı dijital dünyada ilk defa bu kadar olası. Çünkü bu dijital dünyanın mimarı da tam anlamıyla emekleri tekeller tarafından tamamen zapt edilmiş birçok farklı alanda çalışan, hatta dijital etkileşimi hayatlarına dahil etmiş herkes.
Dijital kolonyalizme dair geçtiğimiz aylarda çok net bir örnek yaşandı. Tesla adlı teknoloji şirketinin sahibi ultra zengin Elon Musk, Morales’in devrilmesi üzerine bir tartışmada “Kime istiyorsak darbe yaparız” şeklinde bir tweet atarak Bolivya’da Morales’in devrilmesinin arkasında durdu. Lityum iyon pili adı verilen bataryalar, Tesla’nın ürettiği elektrikli araçların yanı sıra birçok teknolojik cihazda da kullanılmakta. Lityum madeninin yoğun olarak bulunduğu Bolivya’da ise hükümet bu yer altı kaynaklarında yapılan kamulaştırmalar sonrası devrilmişti. 2020 yılının başında dünyanın en zenginler listesinde 33. sırada yer alan Musk’ın servetini katlayarak 2. sıraya yükselmesi de, dünyanın en değerli şirketleri listesinde teknoloji şirketlerinin egemenliğinin sürekli artması da tesadüf değil. Ancak Morales’in geri dönüşü birçok konunun yanı sıra, teknolojik cihazlara hammadde sağlayan ülkeler kamusal politikalar ile yönetilmek istendiğinde, küresel süper zenginler ittifakının tepkisinin vicdani düzlemde 19. yüzyıl sömürgeci kapitalizminden bir arpa boyu yol almadığının göstergesi.
Milyarlarca insanın üzerinde gözetleme ve tekeller ile meşru olmayan bir güç oluşturan kapitalizm, kendi tekno-imparatorluğunu; bireylerin beyinlerinde, evlerde, kasabalarda, şehirlerde, iş yerlerinde ve elbette küresel ölçekte tahribatlar ile büyütmekte. Kolyma2, Jamgo kooperatifi gibi somut yaşamsal projeler ile bu yeni emek türlerini içselleştiren ilerici güçlerin irili ufaklı iktidarları arasındaki ittifaklar, tekno-imparatorluğun kuşatmasına karşı umudu taze tutmakta. Şu an yaşadıklarımız ise gelecekteki kapitalizm sonrası dünyanın bir fragmanı niteliğinde.
[1] Negri, A. ve M. Hardt (2001) İmparatorluk, Çev. A. Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
[2] https://diem25.org/platform-cooperatives-workplace-democracy-for-the-21st-century/
[3] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-53690427