Skip to main content

1

Bulutsuz bir gecede uzanıp gökyüzüne baktığınızda yıldızların ve gök cisimlerinin konumları sizi büyüler. Öyle zamanlarda yıldızların değil belki ama içinizdeki merak duygusunun ne kadar yakınlarda olduğunu hissedersiniz. İnsana dair en derin duygulardan biridir keşfetme arzusu ve binlerce yıllık serüvenimizde bu dürtümüz sayesinde birçok yeniliğe imza atıp ayakta kalabildik. Belki de teknolojinin en anlamlı tanımlarından biri de insanoğlunun yaşam koşullarını daha iyi hale getirmek için geliştirdiği araçlar olduğudur.

Serüvenin başına gitmeyi deneyelim; henüz okuryazar olmayan insanoğlu daha kaliteli ve uzun yaşamak için bitkilerin tedavi edici özelliklerini keşfederken tıp biliminin temellerini atıyor. Daha çok kişiye erzak götürebilmek için tekerleği ya da diğer araçları keşfettiğinde ise mühendisliğin temelleri atılıyor. Birçok karmaşık hesabı yapabildiğimiz matematik sayesinde şu an bilgisayarlarımız çalışıyor ve bunu, Antik Mısır’ın çiftçi ve muhasebecilerine borçluyuz.

Hayatlarımızı kolaylaştıran hiçbir teknoloji veya hiçbir yenilik masa başında icat edilmedi. Birkaç dehanın kafasına elma düştükten ya da zor bir formülü çözmesinden sonra bize bahşettiği armağanlar değil hiçbiri. Sistem aslında şu an insanlığın kolektif emeği ve zekası ile yükselen bilim tarihine el koyabilmek için bizi bir avuç gencin garajda interneti keşfettiğine inandırmak istiyor; ama işin aslı hiç de öyle değil.

Yaşadığımız bu dönemde teknolojik gelişmelerin gözetim toplumu, tüketim çılgınlığı gibi birçok sorunu yarattığı öne sürülüyor. Oysa bu belalar, devasa bir emek hortumlama makinesi halini almış kapitalizmin teknolojiyi daha hızlı sermaye biriktirmek için sömürmesinden kaynaklanıyor. Kapitalizmin gözetime başvurmadığı bir dönem var mıdır? Sadece artık bunu teknoloji aracı ile yapmak daha hızlı ve verimli. Bir yanda kafkaesk bir romandaki gibi, işleri vatandaşları fişlemek ve kayıt altına almak olan hantal bir memurun karikatürünü düşünün diğer yanda ise tek tuşla tüm verilerini armağan eden milyarlarca insan…

Kar hırslarını dizginleyemeyen büyük şirketler, sıradan emekçilerin meydana getirdiği teknolojik değerleri büyüme uğruna, tekrar onlara karşı kullanıyorlar. Kendinden menkul tek bir teknoloji yok, teknolojiyi ekonomik gelişmelerden bağımsız düşünme şansımız da yok. Belki de şu an tecelli eden teknolojik hegemonyaya karşı bir kamusal teknoloji anlayışı bize özgür ve eşit bir gelecek mücadelesinde ön açıcı bile olabilir.

2

Bizim olana el koyup bize karşı kullanmanın hikayesi elbette yeni değil. Peki kapitalizm -ya da şu an yaşadığımız düzen her ne ise- tüm bu heyulayı yaratmayı nasıl beceriyor? Sanayi devriminin ilk yıllarında tarımsal emek sayısal olarak sanayi işçilerine göre çok daha fazla olsa da daha kıymetsizdi. Belki tarımsal emek ya da serfliğin son kalıntılarından o dönemde çok daha fazla kar ediyor olsa da yeni gelişen sanayi bir bilgi birikimini, bir inovasyonu, kapitalizmin kendini yenileyebileceği vahşi bir kaynağı vadediyordu. Günümüzde ise aynı şey dijital emek ve ona bağlı tüm yenilikçi teknolojiler için geçerli.

Bu güne kadar uzaya turist olarak toplu seyahatin bir örneği bile olmamasına rağmen uzay ekonomisinin toplam değeri 1,1 trilyon dolar olacağı tahmin ediliyor.[1] Blue Origin, Virgin Galactic diye yeryüzünün büyük zenginlerinin kurduğu firmalar doğru dürüst müşterileri bile olmadığı için “şu an para kazanabilecek durumda değiliz” diyerek devletten yardım alabiliyorlar. Elon Musk’ın şirketi Space X, NASA ile anlaşma yapıp gelirlerinden yararlanabiliyor örneğin.[2] Sadece gelecekteki milyon dolarların beklentisi ile yeni bir sektör yaratılıyor. Sermaye varlığını daha sağlıklı sürdürebilsin diye bu özel şirketler vatandaşların vergileri ile finanse ediliyor, devletler bütçeleri ile istihdam yaratmak ya da küresel açlıkla mücadele etmek yerine bu para babalarını destekliyor.

Nasıl ki bir ürünü kullanmak için satın aldığımızda, işçinin onu üretirken kullandığı iş gücü bize sunuluyorsa internet yazılımları için de aynı şey geçerli. Sermayedar ücret karşılığı bir şey üretmesi için bir insanı kiralar ve yarattığı değer üzerinden para kazanır. Google’da bir arama yaparken kullandığımız şey o algoritmayı yazan yazılımcının emeği sonucudur aslında.

Her ne kadar yazılım sektörüne şu an Microsoft hükmetse de bilgisayar bilimini bu hale getirenler 1960’lı yıllardan başlayarak “Kitleler İçin Bilgisayar”, “Özgür Yazılım Vakfı” gibi oluşumlar ile ifade özgürlüğünden yana, şirketleşmeye karşı olarak çalışmalarını ilerleten yazılımcılardır.[3] Dönemin Vietnam Savaşı Karşıtı hareketinden ilham alarak kaynakları paylaşmak gerektiğine inanan bu aktivistler teknolojinin mülkiyetçi ya da Orwell tarzı korkutucu ve gizemli değil, açık ve paylaşımcı olması gerektiğini savundular.

Teknoloji dünyasına dair birçok CEO’nun ismini sayabiliriz; ama hayatımızın büyük bir parçası haline gelen ve tüm o sosyal medya platformlarına erişimimizi sağlayan Web’in kurucusu Tim Berners-Lee’nin ismi pek bilinmez. CERN’de çalışırken diğer bilim insanlarının uzaktan beyin fırtınası yapmalarına imkan sağlayacak bir ağ hayal eden Berners-Lee’nin, bunun üzerinde çalışırken en büyük kaygısı yöneticilerden görevi dışında işler ile uğraştığı gerekçesi ile ceza almakmış. Çalışmalarını bir süre gizli yürütürken bile aklında olan şey aynı ortamda bulunmasalar bile birikimlerin özgürce paylaşılabilmesi ve böylece ortaya çıkan yaratıcılıktan beslenerek kanserden AIDS’e birçok sorun için çözüm bulabilmekmiş. En önemlisi de kurduğu tüm platformların ücretsiz edinilebilmesini ve sonsuza kadar kamu malı olması gerektiğini her zaman savunmuş olmasıdır.[4]

Koskoca internetin kurucusu diyebileceğimiz kişinin adını neredeyse kimse bilmese de şu an “like”lar onun sayesinde havada uçuşuyor. Paylaşımdan yana insanların büyüttüğü online dünya, şu an muktedirlerin bizi tüketim çılgınlığını körüklemek için en büyük kozu.

3

Toplumdan yana bir teknoloji kurgulayanların emeklerinin üzerine çökmek dışında bir hamlesi daha var egemenlerin. Facebook, Instagram gibi sosyal medya mecralarının platform sunmak dışında ürettikleri hiçbir şey yok. Kullanıcıların, ünlü şahısların dedikodusunu yapmadıkları bir Facebook’un anlamı olabilir mi? Hiç kimse kendi özel fotolarını paylaşıp arkadaşlarını çatlatmasa Instagram’ın ne kıymeti kalır? Her “like”, duvara koyulan bir tuğla aslında ve işçiler ise kullanıcılar. İçerik üretmek artık yeni bir emek türü; hem de patronun sigorta yatırmasına bile gerek yok. Kendin pişir kendin ye, Zuckerberg kazansın.

Bireylerin kapitalizmden aldığı haz ile uyuşup onu yeniden ve yeniden ürettiklerinin farkında olmaması halini Terry Eagleton “Kuramdan Sonra” adlı kitabında şu şekilde ifade eder: “Eski tarz kapitalizm kendimizden zevk almamızı yasaklar; zira bir kere tadına vardık mı, işyerinin kapısını bir daha çalmayacağımızdan çekinir. Buna karşılık daha tüketimci bir kapitalizm türü kendimizden arsızca haz almamız konusunda bizi ikna etmeye çalışır. Bu şekilde daha fazla meta tüketmekle kalmayız; kendi tatminimizi sistemin bekasıyla bir tutma şansına da erişmiş oluruz.”

Birçok dijital platformun en önemli gelir kaynağı kişiselleştirilmiş reklamlardır. Yani platforma üye olurken girdiğimiz doğum tarihi ve cinsiyet bilgilerinden tutun da beğendiğimiz bir beyaz ayakkabıya kadar tüm veriler derlenir ve markalara bize reklam sunması için aktarılır. Ne kadar çok veri girişi yapılırsa, Instagram’da insanlar ne kadar çok kendi özel bilgilerini açıklarlarsa örneğin Nike o kadar sağlıklı ve satışa dönüşebilecek reklam yapabilir. Böylece kapitalizm hayatta kalmak için gereli olan artı değeri, yani sermaye birikimini artık sadece ücretli çalışanlar sayesinde değil gönüllü çalışanlar sayesinde de sağlıyor olur.

İtalyan otonomist marksistleri toplumsal fabrika kavramı ile sermayenin sömürdüğü “değer”in artık sadece fabrika sınırları içerisinde kalmadığını; bilgi, iletişim gibi unsurlar ile hayatın bütününe yayıldığını belirtir. İş kavramı da günümüzde maddi bir ürünü üretmek için çalışanların zamanlarını ve enerjilerini belirli bir mekanda harcaması ile ilintili değildir; her etkileşimde, üretilen her fikirde beyinlerimizde ve bedenlerimizde metalaşmaktadır.

4

Geçtiğimiz yılların popüler dizilerinden Mr.Robot’un ana kahramanı Elliot’un sistem tarafından sürekli gözetlendiğini düşünmesi psikolojisinde ciddi problemler yaratmaktadır. Dizide “fsociety” isimli hacker grubu ile dev şirketlerin maskelerini indirip devrim yapmak isterken en büyük rakibi, tüketim ve gözetim kültürünü kanıksamış insanların yarattığı hayal kırıklığıdır.

Şok Doktirini adlı kitabında Naomi Klein, halkın uğradığı kollektif bir şokun ardından halkın yönünü bulamamasından sistemli biçimde faydalanarak, oldukça vahşi bir yolla büyük şirketler yararına köklü tedbirler alındığından bahseder. İster sistemin kendi yarattığı savaş, terör saldırıları, darbeler olsun ister salgın, kasırga gibi doğal afetler olsun, sistem bu kitlesel felaketleri kullanarak insanların çaresiz hissetmesine neden olur. Daha sonra neo-libareal politikalar aracılığı ile bu çaresizlikten faydalanıp gözetim politikaları devreye sokulur. Bugün “teknoloji tabanlı iz sürme yöntemleri” ile özellikle Asya ülkeleri, vatandaşlarının kişisel verilerini devasa boyutlarda topluyor. Daha sonra pandemi gibi felaketlerde devletlerin sağlık ve savunma bakanlıkları ortaklaşa bir biçimde teknoloji şirketlerine verilerin kendilerine verilmesini emrediliyor.

İki yıl önce Laura Nolan adlı yazılımcı Google’daki görevinden istifa etti. Bir yazılımcı olarak kariyer açısından gelinebilecek en üst noktalardan birini elini tersiyle itmesinin sebebi Google’ın yapay zeka üzerine yaptığı çalışmalarda Pentagon ile ortaklıklar kurması. Sıradan insanların belki de dünyayı daha güzel bir yer haline getirmek için yaptığı mütevazı katkılar, savaş sanayisi sayesinde “öldür” emri verilmiş yapay zekalı bir insansız hava aracının gerçekleştireceği katliamlara yol açabilir.

Çağımızın en büyük özgürlük savaşçılarından, yıllardır tecrit koşullarına mahkum edilen Julian Assange bize tek çaremizi tekrar hatırlatıyor. “Güçsüzlere mahremiyet, muktedirlere şeffaflık.”

5

Eğitimin geleceğinin Bill Gates’in bağışlarına, ekonomik yatırımların Jeff Bezos’a, haber alma hakkının Mark Zuckerberg’e, temiz enerjinin ise Elon Musk’a devredilmek istenmesindeki en büyük neden kolektif bir şekilde yaratılan nitelikli bilginin, kamusal bir yarar ile halkın etkileşimine açılmasının önüne geçilip patenti milyarderlerin elinde satılabilir bir meta olarak tescillenmesidir. Zenginlik kolektif üretilmesine rağmen, özel mülkiyet haline getirilip tüketiliyor. Nasıl ki eşitlikçi bir eğitimi, kamusal sağlığını savunuyorsak toplumun yararına bir teknoloji anlayışını savunmak da çağımızın büyük bir gereksinimi.

Adil bir düzen, kar hırsından arındırılmış basit bir ahlaki seçim meselesi aynı zamanda. Örneğin yapay zeka gibi büyük bir teknolojiyi topluma kimler sunacak? Sektörün en büyük aktörlerinden Samsung’un yönetim kurulu başkan yardımcısı Lee Jae-Yong, 2017 yılında hükümet üyelerine vakıflar aracılığı ile bağış adı altında rüşvet vermekten 2.5 yıl hapis cezasına mahkum edildi. Kendi menfaatleri ya da cüzdanları için gözünü kırpmadan yolsuzluk yapabilecek kişilerin yapay zeka gibi teknolojilerin başında olmaları başlı başına bir problem.

Onların savaş çığırtkanı, rüşvetçi, alınıp satılabilen, satın alanları da ifşa eden, tamamen üretime ve de kar hırsına hizmet eden teknolojileri; bizim zenginliği büyüten ve daha da büyümesi arzusu ile herkesin katkı sunabilmesi için onu paylaşan, refaha hizmet eden kamusalcılığımıza karşı… Topluma yapay zeka gibi bir gücü rüşvetçilerin değil de insanlığın ortak zenginliğinden yana olanların sunabilmesi için, mekanizmaları tamamen demokratikleştirilmiş sosyal bir devlete ihtiyaç var. İstihdam, çevre, demokratikleşme gibi bir çok konuda ön açıcı olabilecek teknoloji ile yeni ve adil bir ekonominin temelleri atılabilir.

Hatta evrensel temel gelir ve teknoloji sayesinde Marx’ın sözünü ettiği gibi “Böylece, bugün başka bir şey yarın başka bir şey yapmak, hiçbir zaman avcı, balıkçı, çoban ya da eleştirmen olmak durumunda kalmadan, akla estikçe, sabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam sığır yetiştiriciliği yapmak, yemekten sonra da eleştiri yazmak mümkün olur…”

[1] https://www.morganstanley.com/Themes/global-space-economy

[2] https://www.bloomberght.com/uzay-turizmi-icin-nasa-ile-yeni-anlasma-2258566

[3] Conner, Clifford D. (2010). Halkların Bilim Tarihi. (Z.Ç. Kanburoğlu, Çev.). Tubitak Yayınları. (sy:507)

[4] Isaacson, W. (2017). Geleceği Keşfedenler. (D. Dalkıran, Çev.). Domingo Yayınları. (sy:377)