Skip to main content

“Kişi” (person) sözcüğünün ilk anlamının “maske” olması büyük olasılıkla basit bir tarihsel rastlantı değildir. Daha ziyade herkesin her zaman ve her yerde, az çok farkında olarak belli bir rolü oynadığı gerçeğinin kabulüdür bu. Biz birbirimizi bu roller içinde tanırız; bu rollerde kendimizi tanırız.[1]

Başlığa baktığınızda burada geçen performans ne anlamda ola ki diye düşünebilirsiniz belki, bu noktada kısa bir açıklama yapma gerekliliği duyuyorum. Performans çalışmalarının akademideki kurucusu Richard Schechner temel olarak performansı iki biçimde açıklıyor bizlere[2]: “is performance” (sunum olarak performans) ve “as performance” (olum olarak performans)[3]. Sunum olarak performans kuralları belirli olan ya da belirlenebilen tiyatro oyunları, filmler, kalıplaşmış ritüeller ve benzeri gösterimler oluyor. Bir başka deyişle, sunum olarak performans dediğimizde sınırları belirli olan ya da belirlenebilen bir performans tanımından bahsetmiş oluyoruz. Schechner de terimi anlatabilmek için kitabında örnek olarak Antik Yunan Tiyatroları’nı sunuyor.[4] Diğer tanımı ise olum olarak performans şeklinde açıklıyor. Bu tanıma göre herhangi bir davranış, olay, eylem veya şey performans olarak incelenebilir, performans çalışmalarının konusu olabilir. Buna örnek olması için aşamalarıyla yemek yapmayı inceliyor.[5] Bu yazının ortaya çıkış hikâyesinde olum olarak performans tanımı çok önemli bir yer tutuyor. Yazı boyunca ben de siyasi davaları, adliyeleri ve duruşma salonlarını performans çalışmaları çerçevesinde incelemeye çalışacağım.

James Hay ve Michel Foucault, Peter Burke’ün “The Performative Turn in Recent Cultural History” adlı makalesinde adliyelerde ve davalardaki dramatik boyutun altının çizildiği adli dramaturjiden[6] (judicial dramaturgy) bahsederler. Yolu adliyelere düşmüş olan çoğu kişi davaların ve bu mekânların kendine has bir atmosferi olduğunu düşünebilir. Bu terim benim aklıma Boğaziçi Üniversitesi’nde 2018 yılında yaşanmış olan Afrin Lokum[7] davası olarak da bilinen, benim de bir şekilde parçası olduğum yaşanmışlıklar ve davalar dizisini getirmişti; daha önce seyirci olarak bulunduğum mekânlarda farklı bir rolde bulunmaktan kaynaklı olsa gerek. Sonradan olanları düşündüğümde herkesin o esnada bir ‘role girme’ durumu sergilediğini düşündüm. 12 Aralık 2018’deki ilk duruşma bu duruma rahatlıkla örnek olabilir, gözlemlediğim kadarıyla herkes kendi performansı sergilemişti. 4 polis davacı tarafken 7 öğrenci ise davalı pozisyonundaydık. Polisler kendilerine sözlü şiddet, hatta fiziksel direniş ve kaba şiddet uyguladığımızı iddia ederek davacı olduklarını belirtmişlerdi. Olay sırasında arkadan kelepçeli olduğumuzu da not düşmek isterim suçlamalardan bahsetmişken; zira Türkiye koşulları düşünüldüğünde aslında kimin kime fiziksel ve sözlü şiddet uygulayabileceği de oldukça açık bir durum. Olay anındaki kamera kayıtlarına bakıldığında da bu durum net bir şekilde görülebilecekken mahkemede kimin hangi konumda olacağı tıpkı senaryosu ortada tiyatro oyunlarındaki rol dağılımı gibi belli durumdaydı. Denk gelmenin hiç zor olmadığı, delil olmadan suçlamalarla karşılaşılan bir diziydi adeta. İşte bu davadaki performanslar, Schechner’in bahsettiği olum olarak performans tanımı için örnek olabilirler.[8]

Dava sırasında mahkeme heyeti, müşteki ve biz sanık tarafları arasında geçen diyaloglar şok ediciydi. Yaşananlara bakan, herkesin kurallarına uyduğu bir tür tiyatro ya da sanki izleyici için hazırlanmış gösteri sanatı gibi bir performans içinde olduğumuzu düşünürdü. İşte adliyelerin, duruşma salonlarının ve davaların performansını incelemeye bu tecrübelerimle performans çalışmaları hakkında yaptığım okumaların kesişmesinden sonra karar verdim, böylece mahkeme kayıtlarına ulaşabileceğim davaları araştırmaya başladım. Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ve Halkın Hukuk Bürosu (HHB) davasıyla ilgili resmî rapor ve kayıtlara ulaşabilmek için bazı avukatlarla görüşmeler sonucu bu duruşmaların Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) kayıtlarının deşifrelerine erişebildim. Davaları incelemenin, günlük yaşamda performansı[9] ve siyasi ve bürokratik performansı[10] incelemek ve anlayabilmek için önemli olduğuna inanıyorum. Özetle, bütün bu koşullar, bu konu üzerine inceleme yapma ve yazmayı seçmemin sebepleri oldular. 3 kısım olarak planladığım bu yazılarda, duruşma salonlarının ve davaların performanslarını incelemeye çalışacağım. Bu yolculukta ilk olarak, adliyelerin morfolojine değineceğim, ikinci kısımda SEGBİS deşifreleri üzerinden duruşma taraflarının performanslarına değineceğim ve son olarak bütün bunların yayın organlarındaki yansımalarını ve orada oluşan performansları inceleyeceğim.

Duruşma salonlarının ve davaların performansları derken, konumumun siyasi olduğunu ve güncel siyasette hâlâ sıcak bir tartışma olduğunun da farkında olarak, yazımda bu konuya performans çalışmaları çerçevesinde odaklanacağım. Elbette performanslara baktığımda, eylemleri siyasetten tamamen ayırmam da mümkün değil, sonuçta siyaset de performans çalışmaları için çok verimli bir alan olabilir.

Adliyelerin Morfolojisi

Öncelikle Çağlayan Adliyesi’nden bahsedilmeli, Temmuz 2011’de kullanıma açılan bu binanın dış görünüşü için Görsel 1’e bakabilirsiniz. Yemekhaneler, kırtasiyeler, dinlenme alanları ve hatta anaokulları gibi birçok birimin olduğu devasa bir kompleks olduğunu söyleyebiliriz. Bu kadar büyük yapıların insanlar üzerindeki etkileri de yadsınamaz. Böyle bir binanın önünden sadece geçmek bile, devleti veya onun muktedir varoluşunu hissettirebilir veya düşündürtebilir. Son yıllarda bunun gibi yapıların sayısının artmaya başladığını söylemek mümkün. İstanbul Maslak’taki Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) binası, Bakırköy’deki adliye binası ve Maltepe-Kartal’daki adliye binaları veya Beştepe Sarayı tıpkı Çağlayan Adliyesi gibi devasa yapılar. Hâl böyle iken binaların da performansları var diyebiliriz. Birincisi devleti ve otoriteyi temsil etmesi açısından ziyaretçilerine ya da yanından geçenlere bile “ben buradayım ve düzenim de burada” mesajı vererek konuşan bir imaj çiziyor.

Görsel 1: Çağlayan Adliyesi, İstanbul

İkinci olarak Çağlayan’ın kendi tarzında performanslar da üretmeye başladığına değinmek isterim. Elbette bu performans alanının diğer adliyelerin performanslarından çok da farklı olmadığını söyleyebiliriz. Bu noktada, adliye binasının performansı[11] dışarı, içeri ve daha içeri olarak üçe bölerek Çağlayan üzerinden örnekler vererek inceleyeceğim.

Dışarı

Ülkedeki mevcut siyaset işleyişi nedeniyle birçok dava siyasileşmiş, siyasileştirilmiş durumda. Bu siyasileşme de doğal olarak davaların öncesine, anına ve sonrasına yansımakta.

Görsel 2: 10 Şubat 2017, Çağlayan Adliyesi önü, İstanbul

Yukarıdaki fotoğrafta (Görsel 2) Hrant Dink davasının 53. duruşmasından[12] önce Hrant Dink Vakfı, HDP (Halkların Demokratik Partisi) ve CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) temsilcilerini görüyoruz. Bu insanlar duruşma öncesi bir pankartın arkasında duruyor ve basın açıklaması yapıyor. Çağlayan’da her gün buna benzer bir tablo görmek mümkün, artık bu performans bir ritüel hâlini almış durumda. İnsanlar üzerlerindeki baskıyı bir nebze olsun kırabilmek için basın bültenleri, pankartlar ve sloganlarla davalarını kamuoyuna duyurmaya çalışıyorlar. “… için Adalet” ise bunun en sık kullanılan kalıplarından olmuş durumda artık.

Görsel 3: 22 Nisan 2016, akademisyenler Meral Camcı, Kıvanç Ersoy, Muzaffer Kaya ve Esra Mungan’ın duruşması, Çağlayan Adliyesi önü, İstanbul

Bu fotoğrafta (Görsel 3) “Dörtlünün” duruşması öncesinde Çağlayan adliyesi önünde “Adalet Şenliği” adı altında toplanan çeşitli kesimlerin halay çektiğini görüyorsunuz. Bu dörtlü Meral Camcı, Kıvanç Ersoy, Esra Mungan ve Muzaffer Kaya. Dörtlü dememin sebebiyse o dönemde birçok akademisyen ve bileşenin bu davayı kısaca “dörtlü duruşması” olarak adlandırması. Bu şekilde isimlendirmeler de eski bir gelenek aslında, geçmişte de 1402’likler vardı, yani zamanla bu tür vakalar kendi jargonunu oluşturmaya başlıyor ve bu jargonlar da bir açıdan performans oluyorlar.[13] Ek olarak, çekilen halay, insanların kendilerini ifade etme, yaşanan durumu protesto etme ve baskılara karşı direnişlerini gösterme aracı olarak da görülebilir. 1970’lerdeki davalarda da adliyelerin önünde siyasi bir performans olarak halaylar görmek mümkündü, günümüzde de Kürt hareketi ile iktidar partisi AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) arasındaki kopuştan sonra adliye önlerinde artan siyasi davalar neticesinde yeniden bu dansları bir protesto aracı ve duygusal bir tatmin aracı olarak görmeye başladık. Eğer “Çeviklere ısmarladım çay gele çay gele[14] adlı videoya bakarsanız protesto etmek ve kendini ifade etmekten kasıt daha net olarak anlaşılabilir. Bu performanslar ayrıca, Alessandro Falassi’nin “rites” (ritüeller) tanımlarını da hatırlatabilir.[15] Tanımladığı ritüellerden ikisi, bahsi geçen performanslarla bağlantılı olarak görülebilir. Kişiler kendilerini ve taraflarını pankartlarla ya da danslarla göstermeye çalışmaları noktasında “rites of conspicuous display” (bariz sergileme ritüelleri) tanımına dahil olabilirler. Diğer yandan, “rites of competition” (oyun/yarış ritüelleri) ile de ilişkilendirilebilir çünkü Falassi, festival yarışmalarını bu tanıma örnek olarak veriyor (atletik oyunlar gibi gerçek ve yarışın gözle görülür biçimde yapıldığı yarışmalardan bahsediyor). Yarışlar, yani kazananlar ve kaybedenlerin olduğu bir kurgu, gücün ortaya çıkması ve inşası için bir metafor olarak görülebilir.[16] Benzeri tür siyasi davalara baktığımızda da savcılık, hakimlik ve savunma makamı arasında benzer yarışlar görmek mümkün. Yarış ritüeliyle bağlantısını ise bu tür davaların maç izliyormuş hissi veren anlarıyla kurmak mümkün..

İçeri: Koridorlar

Görsel 4: Duruşma salonunun önünde salona girmek için bekleyen sanık yakınları ve avukatları

Şimdi dışarıdaki performansı bir kenara koyup, içeriye, adliye koridorlarına bakabiliriz. Özellikle Barış İçin Akademisyenler’in[17] davaları gibi, çok fazla insanın hayatını etkileyen davaların başlamasından sonra insanlar için yeni bir “mahkeme sahnesi” de başladı. Özellikle akademisyenlerin duruşmalarını bildiren BİA haber merkezi ile duruşma sonrası poz vermek bir ritüel ve performans hâlini aldı.

Görsel 5: Tansu Pişkin, 08 Mart 2018, Perşembe 10:24, Çağlayan Adliyesi, İstanbul, BİA Haber Merkezi

[18]

Daha önceleri de toplu gözaltlarının serbest bırakılmasından sonra benzer pozlar verilirdi elbette ama buradaki farklılıklardan biri, bu duruşmalarda adliye koridorlarında yeni tanışanların, buralarda başlayan yakın arkadaşlıklarının da olması. Bu durumların fotoğraflara ve fotoğraflardaki gülümsemelere de yansıdığını görebiliriz. Başka bir deyişle, adliye koridorlarını ve buralarda yaşananları da günlük yaşamda performansın bir parçası olarak görmek mümkün.

Daha İçeri: Duruşma salonları

Görsel 6: 12 Aralık 2018, Çarşamba 10:15, Çağlayan Adliyesi, İstanbul

Burada adliyenin daha da içindeyiz artık. Bu duruşma salonu, binanın küçük salonlarından biridir. Sanıklar ile ön sırada oturan seyirciler arasına ahşap bir duvar/çit koymak, sanığın bir tehdit olabileceği düşüncesinden kaynaklanıyor. Tutuksuz yargılandığımız için bu odada kolluk kuvvetleri (polis ve jandarma) yok dolayısıyla da küçük salondayız. Tutuklanan sanıkların yargılanması durumunda, salonda silahlarıyla ayakta kolluk görevlileri oluyor ve eğer çok sanıklı bir davaysa duruşma daha büyük salonlardan birinde yapılıyor. Görülen kürsü, sanıkların sözlü performanslarının[19] sergilendiği yer. Müştekiler, avukatlar, hakimler ve savcılar ise kendi masalarının arkasında performanslarını sergiliyorlar. Burada ilginç olan, savcının davaya taraf olmasına rağmen tarafsız olan ve karar verecek olan hâkimin yanına oturmasıdır. Amerika Birleşik Devletleri veya Avrupa’daki mahkemelerde, savcı, suçlayıcı makam olduğu için avukatlarla aynı hizada oturur. Savcıların Türkiye’de karar mekanizmasıyla aynı hizada olması davalar ve davaların taraflarının durumu hakkında bizlere bir fikir verebilir.

Buraya kadar adliyelerin ve duruşma salonlarının bazen yeni performanslar ürettiği, bazen de eski performansları sürdürdüğüne dair örneklerle geldik. Bundan sonra, ÇHD ve HHB davası üzerinden performansa ve duruşmanın yansımalarına genel bir bakış sunmaya çalışacağım. Adil yargılanma isteyen Ebru Timtik’in ölmesine göz yumulan şu günlerde bu incelemeyi yapmak benim için oldukça zor olacak çünkü incelediğim bu duruşma ‘sahnesi’nde rollerin gözleri önünde bir insan öldü. En son kısımda ise bu performansların yayım kurumlarındaki yansımalarını inceleyip bu diziyi noktalandıracağım.

 

[1] Robert Ezra Park, Race and Culture (Illinois: The Free Press, 1950), s. 249, alıntılayan Erving Goffman, Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu içinde (İstanbul: Metis, 2020), s. 31.

[2] Richard Schechner, “What is Performance,” Performance Studies: An Introduction, (Londra: Routledge, 2006), s. 28-43.

[3] Terimlerin mevcut Türkçe çevirisi olmadığı için arkadaşım Serra Gök ile çeviri ihtimalleri üzerine konuşarak bu şekilde çevirmeye karar verdik. Bu vesile ile kendisine de teşekkür etmek isterim.

[4] Schechner, s. 30.

[5] Schechner, s. 33.

[6] Peter Burke, “The Performative Turn in Recent Cultural History”, Celebration, Entertainment and Theater in the Ottoman World içinde, ed. Suraiya Faroqhi ve Arzu Öztürkmen (Calcutta: Seagull Publications, Enactment Series, 2014), s. 547-549.

[7] 19 Mart 2018Pazartesi günü, bir grup öğrenci, Afrin’de 46 askerin hayatını kaybetmesinin ardından Kuzey Kampüs’te lokum dağıtan bir stant açtı. Bir grup savaş karşıtı öğrenci, “İşgal ve katliamın lokumu olmaz” yazılı pankart açarak onları protesto etti. İki grup arasında tartışma çıktı. Yaşananlar üzerine 22 Mart sabahı savaş karşıtı 3 öğrenci gözaltına alındı aynı gün öğlen saatlerinde Kuzey Kampüs’te arkadaşlarının gözaltlarına tepki göstermek için basın açıklaması yapmak isteyen 7 öğrenci daha gözaltına alındı. Ben de onlardan biriydim.

[8] Schechner, s. 32.

[9] Bkz. Schechner, s. 53-88; Goffman, s. 29-81.

[10] Yöneticilerin ya da siyasetle uğraşan insanların, propaganda yapmak için kullandığı taktikleri siyasi performans olarak görmek mümkün. Toplumun hafızası ise hitap edilen ya da kullanılan en önemli araçlardan biri diyebiliriz. II. Abdülhamid hizmete sunduğu yerlerde çektirdiği fotoğraflarla toplumun hafızasına hitap ederek propaganda yapmaktadır, bu durum siyasi performansa örnek olarak verilebilir. bkz. Goffman, s. 101-102; Arzu Öztürkmen, “Performance in the Ottoman World: Between Folklore and History”, Celebration, Entertainment and Theater in the Ottoman World içinde, ed. Suraiya Faroqhi ve Arzu Öztürkmen (Calcutta: Seagull Publications Enactment Series, 2014), p. 9-10; “Tarihin Merkezine Seyahat: Fotoğraf ve Osmanlı Köklerinin Yeniden Keşfi (1886) sergisi, Mayıs 2018. (II. Abdülhamid’in Almanya Şansölyesi Otto von Bismarck’a hediye ettiği üç cilt fotoğraf albümüne odaklanıyor.)

[11] Burke, s. 548.

[12] http://www.agos.com.tr/en/article/17489/10-years-of-the-dink-murder-case

[13] Alessandro Falassi, “Festival: Definition and Morphology”, Time Out of Time içinde, ed. A. Falassi (New Mexico: University of New Mexico, 1987), s. 6.

[14]https://twitter.com/elifilgaz/status/723447759613911040?ref_src=twsrc%5Etfw%7Ctwcamp%5Etweetembed%7Ctwterm%5E723447759613911040&ref_url=http%3A%2F%2Fwww.diken.com.tr%2Fcaglayanda-akademisyenlerin-durusmasi-oncesi-adalet-soleni-manzaralari%2F

[15] Falassi, “Festival: Definition and Morphology”, s. 1-10.

[16] Falassi, s. 7.

[17] https://barisicinakademisyenler.net/node/43

[18] “İstanbul ve Galatasaray Üniversitelerinden Prof. Dr. N. Ç., Yrd. Doç. Dr. V. İ., Doç. Dr. C. S. ve Araştırma Görevlisi C. S. olmak üzere dört akademisyenin ilk duruşmaları görüldü.”

[19] Richard Bauman, Story, Performance, and Event: Contextual Studies of Oral Narrative (New York: Cambridge University Press, 1993), s.1-32.