“Spora siyaseti karıştırmayın”, “Spor siyaset üstüdür” laflarını edenler, genellikle toplumsal olaylar yaşanırken, olayların aleyhinde yaşandığı kesimleri koruyanlardır. Bu söylemler elbette bilinçlidir. Çünkü sistemin, çarkı çevirenlerin ve ezenin yanında olduklarını açık bir şekilde ifade etmekten gocunurlarken, sevdiklerini ve hayatlarını adadıklarını iddia ettikleri takımlarının bir ferdinin kendilerine muhalif konuma gelmesi onlar için son derece üzücüdür. Bunlar, birer kaçış cümleleridir aslında.
Ağzımızın suyu aka aka almaya yeltenip, ekonomik sebeplerle alamadığımız pek çok spor ayakkabı, büyük firmaların Asya’da kurduğu fabrikalarda, buralardaki ucuz iş gücünden faydalanılarak üretilmektedir. Bu ufak detaydan yola çıkarak bile yapabileceğimiz sayısız siyasi ve sistem karşıtı çıkarım var. Gezi Direnişi sonrası, Passolig adı altında gelen tribünlere yönelik temizlik operasyonundan tutun, bu durumu okuduğum üniversitenin radyosunda yaptığım, kaç kişinin dinlediği dahi belli olmayan bir programda anlatmaya çalışırken, Passolig’in isminin geçtiği bölümün montajla silinmesine kadar her yerde siyaset var. Kusura bakmayın, içtiğimiz suda, soluduğumuz havada, sigara aldığımız bakkalda ve gittiğimiz maçta siyaset var.
Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart’ta tutuklanmasından bu yana en çok ilgi toplayan konulardan biri, çeşitli sebeplerle halka mal olmuş veya ünlü olarak ifade edebileceğimiz pek çok kişinin, konuyla ilgili yaklaşımlarının mercek altına alınmasıydı. Siyasi taraflar ve ideolojiler bir yana, artık iyi ve kötünün karşılaşması olarak da adlandırabileceğimiz bu kavgada, iyinin tarafında olanları insanlar görmek istediler.
Spor camiası maalesef beklendiği gibi hayal kırıklığı yarattı. Türk Telekom Erkek Basketbol Takımı Başantrenörü Erdem Can haricinde kimse, gözaltına alınan üniversite öğrencilerine ilişkin medya önünde bir açıklama yapmadı. Tam tarafını belli etmeyen ama olaylardan rahatsızlık duyduğunu ima eden birkaç sporcunun paylaşımı haricinde, Galatasaray Kadın Voleybol Takımı kaptanı İlkin Aydın, Ekrem İmamoğlu’nun ve pek çok gencin gözaltına alınmasını eleştiren ve 2 Nisan’da gerçekleşen boykota çağrı yapan yegâne isimdi. İlkin Aydın’ın en çok konuşulduğu konu ise Galatasaray ve Fenerbahçe arasında oynanacak play-off yarı final müsabakası öncesinde, Türk Polis Teşkilatı’nın 180. yılını kutlayan ve içinde “İstanbul’un huzuru”, “Türkiye’nin huzuru” gibi komik ifadeler yer alan pankartı tutmaması oldu. İlkin’in bu eylemi tarihe geçecektir.
Tarihte pek çok sporcu, zor zamanlarda sorumluluk almış, sonuçlarının ne olduğunu düşünmeden, doğru oldukları eylemleri yapmışlardır. İlkin Aydın’dan yola çıkarak, eylemleri ve protestoları ile tarihe geçmiş bazı sporculara göz atalım.

Yoksulluğa ve Irkçılığa Karşı Kalkan Yumruklar
Hiç şüphesiz olimpiyat tarihinin en ikonik fotoğrafı John Dominis’in deklanşöründen çıkmıştır. 200 metre yarışını birinci ve üçüncü sırada bitiren ABD’li atletler John Carlos ve Tommie Smith, madalya töreni sırasında bir protesto gösterisi yapmayı planlıyorlardı. Yarışı ikinci bitiren Avustralyalı Peter Norman’a planlarından bahsettiklerinde aldıkları cevap kesindi: “Eyleminizi destekleyeceğim, bana ne yapmam gerektiğini söyleyin.” Seremoniye ayakkabısız gelen iki ABD’li, marşlar esnasında başlarını eğip, birer tane taktıkları eldivenleri yukarı kaldırarak siyahların gördüğü ikinci sınıf vatandaş muamelesini ve yaşadıkları yoksulluğa karşı tarihe geçecek o pozu verdiler. Eylemlerinde onlara destek veren Peter Norman, ülkesindeki ırkçı politikacılara karşı insan hakları rozeti takmıştı.

Bu tarihe geçen andan sonra üç sporcu da yaşananların spor müsabakasına uygun olmadığını iddia eden kişilerce branşlarından uzaklaştırıldılar. Peter Norman’ın kariyeri Avustralya Atletizm Federasyonu tarafından bitirildi. O, onuruyla bir hayat sürdü ve 2006 yılında hayatını kaybettiğindeyse tabutunu taşıyanlar John Carlos ve Tommie Smith’ten başkaları değildi. Norman’ın o yarışta kırdığı Avustralya rekoru 2024 yılına kadar geçilemedi. Kaderin cilvesidir ki rekor, Avustralyalı bir siyah olan Gout Gout tarafından kırıldı.

“Vietkonglarla Derdim Yok”
Yıllar önce bir spor programı izlerken, konuşmacılar spor tarihinin en büyüğünün kim olduğunu Diego Armando Maradona ile Michael Jordan’ın kıyaslaması üzerinden çözmeye çalışıyordu. Bir tanesi “Aslında en büyük zaten Muhammed Ali, biz ikinciyi arıyoruz” demişti. Muhammed Ali’yi büyük yapan şey sadece rakiplerine korku salması, yenilmez olması veya “kelebek gibi uçup, arı gibi sokması” değildi. O büyüklüğünü sadece ringde yumruklarıyla değil, yüreğiyle kanıtlamıştı.

1967 yılında Vietnam’a gönderilmek üzere askere çağrılan Muhammed Ali bunu reddetmişti. Anında vatan haini olarak damgalanan ve dünya ağır sıklet şampiyonluğu elinden alınan Ali, televizyon karşısında da mahkemedeki ifadelerini tekrarladı: “Buradan 10 bin mil gidip, beyaz köle tacirleri için yoksul halkların katledilmesine yardım etmeyeceğim. Halkımın gerçek düşmanları Vietnam’da değil, burada!” Sonradan basit bir trafik cezası bahane edilerek Ali’ye beş yıl (hiç uygulanmasa da) hapis cezası verildi. Kariyerinin zirvesinde üç buçuk yıl ringlerden uzak kaldı. Bütün unvanları elinden alınsa da o, ömür boyu ezilen halkların şampiyonu olarak anıldı.

Koş Kathrine Koş!
1967 baharında Boston Maratonu’nda bir kadının koşması, yalnızca alışılmadık olay değil, aynı zamanda yasaktı. Ama Kathrine Switzer, 261 numaralı formasıyla o sabah hem asfaltı hem de önyargıları kırmaya kararlıydı. Koşu esnasında Jock Semple isimli organizatörlerden biri, Switzer’in kadın olduğunu fark eder etmez onu durdurmaya çalıştı. Kalabalığın ortasında, kolları arasında “Bu yarıştan çıkması gerektiğini” haykırırken, Switzer’in erkek arkadaşı onu omzuyla kenara itti. Bu sahne yalnızca bir yarışta değil, tarihte de bir kırılma noktasıydı. Kathrine’in kararlılığı, sadece o günü değil, gelecekteki yüz binlerce kadının koşabileceği yolları da açtı.

O gün Kathrine yalnızca bir maraton bitirmedi; kadınların spor dünyasındaki görünmez duvarlarını da aştı. 261 numarası, cesaretin ve direnişin simgesi oldu. Switzer’in adımları, ardında özgürce koşacak binlerce kadına yol açtı. 2017 yılında Boston Maratonu’nun 50. yılında Kathrine yine 261 numaralı formasını sırtına geçirerek, 70 yaşında maratonu tamamladı.

Kaepernick’ten Önce Abdul-Rauf Vardı
Türkiye’de Fenerbahçe forması da giyen Mahmoud Abdul-Rauf’un 1996’daki protestosu, sporun ve toplumsal adaletin kesişiminde bir duruş olarak tarihe geçti. ABD milli marşını söylemeyi reddederek, savaşlar ve ayrımcılıkla dolu bir tarihin üzerini örtmeye karşı durdu. Bu eylemi; basit bir protestodan çok, vicdanı ve inançları doğrultusunda bir insanın cesurca yaptığı bir seçimdi. Abdul-Rauf, ABD’lilerin özgürlük ve eşitlik iddialarını sorgulayan bir tavırla, savaşlar ve ayrımcılıkla dolu bir tarihin üzerini örtmeye karşı durdu. Marşın ezberindeki patriyotizmi reddederek, kendi inançları ve vicdanı doğrultusunda bir adım attı. Bu, basit bir protestodan öte bir insanın kendi değerleriyle yüzleşme cesaretiydi.
Abdul-Rauf’un yaptığı bu eylem, NBA’den aforoz edilmesine kadar varmıştır. Abdul-Rauf 2022 yılında Guardian ile yaptığı söyleşide, “Çenemi kapamadığım için milyonlar kaybettim ama yine olsa yaparım.” şeklinde konuşmuştur. Abdul-Rauf’un protestosu yakın geçmişte Colin Kaepernick’in yaptığı eylemlere ilham kaynağı olmuştur

Spor, hayatın kendisinden bağımsız bir olgu değildir. Sporun politik olmadığını iddia edenler, daha dün hukuksuzluğa karşı direnen kadınların gözaltı esnasında istismar edilmesine ses çıkarmayanlardır. Polis Teşkilatı gibi toplumun huzurunu değil, egemenlerin huzurunu koruyan iktidar enstrümanlarına ait pankartlar zorla, maça çıkan sporcuların ellerine tutuşturulurken siyasi bir aksiyon olmuyor ama aynı pankartı tutmamak siyaset oluyor. Bu ikiyüzlülüğe karşı direnen, mücadele eden halklar var oldukça, direnen, tepki veren sporcular da olacaktır. Bedel ödemesine rağmen, duruşlarından ödün vermeyenlere selam olsun.