Koskoca Amerika Birleşik Devletleri Küba gibi ufacık bir ada ülkesini Domuzlar Körfezi’ne çıkarma yaptığında niçin dize getiremedi biliyor musunuz? Bir gazeteci yüzünden.
1961’in 16 Nisan’ında Nikaragua’dan beş gemi hareket edecekti. Bu gemiler silahlı 1400 devrim karşıtı Kübalıyı, mühimmatlarını ve tanklarını taşıyordu. CIA tarafından eğitilmiş bu askerler Domuzlar Körfezi’ne baskın yapıp Fidel Castro’nun başında olduğu Küba Devrimi’ni daha yolun başındayken boğmak, adayı tekrar ABD’li dostlarının hakimiyetine sunmak niyetindelerdi.
ABD’li dostları elbette devrim karşıtı Kübalılara elinden gelen desteği veriyordu. Bir gün öncesinde ABD Hava Kuvvetleri, Küba Hava Kuvvetleri’nin renklerine boyadıkları uçaklarıyla Küba’nın havalimanlarını bombalayacak, uçaklarını tahrip edecekti. Birleşmiş Milletler’e konu olan saldırı ABD tarafından kesin bir dille reddedilecek, sonrasında Miami’deki askeri havalimanında ABD’ye ait uçakların Küba Hava Kuvvetleri rengine boyanmış hallerini gösteren fotoğraflar piyasaya çıkınca geri adım atacaktı.
Nikaragua’dan kalkan beş gemiye yedi adet ABD destroyeri eşlik etmekte, ne olur ne olmaz diye bir uçak gemisi, dört destroyer ve iki denizaltı Cayman Adaları’nda hazırda bekletilmekteydi.
Bu ahval ve şerait içinde dahi bu tam teçhizatlı ordunun Domuzlar Körfezi’nde yeni doğmuş Küba Devrimi’ne yenilmesini sağlayan kişi ise gazeteci Rodolfo Walsh’tı.

Kimdir Rodolfo Walsh?
1927’de Arjantin, Choele-Choel’de (bugünkü Lamarque), İrlanda kökenli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İrlanda kökenli ailelerin çocuklarını gönderdiği, din adamları tarafından yönetilen bir okulda öğrenim gördü. Liseyi bitirdikten sonra La Plata şehrinde edebiyat fakültesine başladı. Bu fakülteye iki yıl devam ettikten sonra bıraktı ve bulaşıkçılıktan cam temizlemeye, buzdolabı firmasında katiplikten antikacılığa pek çok iş yaptı.
17 yaşına geldiğinde Hachette Yayınevi’nde redaktörlük yapmaya başlamıştı. Gazetecilik yaşamı başlamak üzereydi. Tek tük köşe yazıları ve haberleri farklı gazetelerde yer bulmaya başlamıştı.
1951’den 56 yılına kadar farklı gazetelerde çalıştı. Bu sırada Hachette Yayınevi’nde çevirmenlik yapmaya devam ediyordu. 1956 yılında ise gazetecilik tarihine de damga vuracak ilk büyük işini yaptı.
Gazetecilikte Devrim: Edebi Gazetecilik
1956 yılında Arjantin, Başkan Juan Peron’a yapılan darbenin ardından gelen askeri cunta ile yönetiliyordu. Cunta halkın çoğu tarafından benimsenmiyor, Peron yanlıları örgütlenmeye devam ediyordu. Bu sırada ordunun içinden Peron yanlısı bir ekip cuntayı devirmek için Peron yanlısı diğer örgütlerle aynı anda bir ayaklanma düzenledi.
Ayaklanma başarısız oldu ve ayaklanmanın lideri Juan José Valle kurşuna dizildi. Sonrasındaysa ayaklanmaya katıldığı şüphesiyle pek çok kişi faili meçhule kurban gitti. Bu faili meçhul katliamların biri José León Suárez Çöplüğü’nde gerçekleşti. Ayaklanmaya destek verdiği iddia edilen 5 kişi cunta askerleri tarafından çöplükte kurşuna dizildi.

Hayatta Kalan Biri Var
Walsh, olaydan altı ay sonra müdavimi olduğu bir barda içkisini yudumlarken çöplükte kurşuna dizilenlerin aslında 5 kişiden fazla olduğunu fakat hayatta kalanların saklandıklarını duydu. Walsh gazetecilik refleksiyle kulakları dikip söylentiyi veren adamdan alabildiği kadar bilgi aldı ve araştırmaya başladı.
Araştırmanın sonunda Walsh, kurşuna dizilenlerin aslında 12 kişi olduğu ancak 5’inin ölüp kalanının yaralı saklandığını ortaya çıkardı. Hayatta kalanlara birer birer ulaşarak hepsinin tanıklığını bir araya getirdi ve gerçek hikayeyi öyküleştirerek ‘Operación Masacre’ (Katliam Operasyonu) adıyla kitaplaştırdı. 1957 yılında basılan bu kitap, edebi gazetecilik alanındaki ilk kitap olarak tarihe geçti. Edebi gazeteciliğin öncüsü olarak kabul edilen ABD’li yazar Truman Capote’nin Soğukkanlılıkla isimli, bu alandaki ilk eserinden tam 9 yıl önce alanın ilk eserini aslında Walsh vermişti.
Walsh’ın çalışması büyük yankı uyandırdı. Tefrika halinde yayımlandıktan sonra kitaplaşan, sonrasındaysa sinemaya uyarlanacak olan Operación Masacre, cuntanın görünmeyen yüzünü göstermeyi başarmıştı.

Edebiyatın Yıldızları Muhabirlik Yaparken
Rodolfo Walsh, 1959 senesinde başarıya ulaşan devrimin ardından Küba’ya gitti. Burada Gabriel Garcia Marquez, Miguel Angel Asturias ve Jorge Masetti ile birlikte Prensa Latina (Latin Basını) adını verecekleri haber ajansını kuracaktı.
Prensa Latina, Küba’da devrimden sonra ABD’den yayılan çarpıtılmış haberlere uluslararası alanda karşı koyabilmek için kurulmuş bir haber ajansıydı. Küba’daki devrimci hükümet farklı ülkelerden 400’e yakın gazeteciyi başkent Havana’ya davet etmiş, Küba devriminin gerçeklerini anlatmaları için gazetecileri teşvik etmişti. Bu davet, Operación Verdad, Doğruluk Operasyonu adını alacak, davet sırasında konuşan Fidel Castro, Küba ve Latin Amerika gerçeklerini paylaşacak bir haber ajansının önemini vurgulayan bir konuşma yapacaktı.
Walsh ve arkadaşları Prensa Latina’yı bu ihtiyaçlar doğrultusunda kurup çalışmaya başladılar. 1961 yılına gelindiğinde bir gece Walsh, diğer ajansların haberlerini takip ettikleri teleks odasında uzunca bir mesaj aldı. Mesaj uzun olmaya uzundu ama içinde ne haber ne başka bir mesaj yoktu. Guatemala’da faaliyet gösteren bir ABD şirketi olan Tropical Cable’ye ait bir ticari haberleşme mesajı gibi görünen şeyin bir şifreli mesaj olduğuna kanaat getiren Walsh, şifreyi kırmak için çalışmaya başladı.
İlk iş Havana’daki bir sahafa uğrayan Walsh, kriptoloji ile alakalı bütün kitapları topladı. Daha evvel şifreleme, şifre çözücülük gibi alanlarda bir deneyimi olmadığı gibi sahaflardan topladığı elden düşme birkaç kitap, 33 yıllık aklı ve gazetecilik sezgileri hariç yardım alabileceği bir yer de yoktu.
Konu üzerine haftalarca çalıştıktan sonra Walsh şifreyi çözdü. Gazetecilik sezgileri yanılmamıştı. Şifreli mesaj çok önemli bilgiler içeriyordu. Guatemala’daki bir CIA görevlisinden Washington’a gönderildiği ortaya çıkan mesajda ABD hükümetinin Küba’ya yapılmasını planladığı bir çıkarmanın ayrıntılı bilgileri vardı.
Haber Atlatmanın Böylesi
Şifresi çözülen mesaj yalnızca gazetecilik tarihinin en ihtişamlı hikayelerinden biri yahut Walsh’ın mesleğini yaparken başardığı en büyük iş değildi. Walsh, henüz emekleme aşamasındaki devrimi kurtarmıştı! Tarihin gördüğü en büyük ‘haber atlatma’ işlerinden birini, CIA ve ABD’yi çalımlayarak yapmıştı.
Küba devrimi henüz üç yaşında bile değilken ABD gibi bir süper gücün planlarına işte bir gazetecinin sezgileri, aklı ve özenli çalışması ile karşı çıkabilmişti.
Haberi Kovalamaya Devam
Hikaye burada bitmiyor. Walsh, şifreyi çözüp Kübalı devrim karşıtlarının ABD tarafından Guatemala’nın kuzeyinde bir kampta eğitildiğini ortaya çıkarmıştı. Prensa Latina’nın yöneticisi konumundaki Jorge Masetti ise istihbaratı habere dönüştürmek istiyordu. Walsh’ın Guatemala’ya gidip eğitim kampına sızmasına karar verildi.
Plana göre Walsh bir protestan misyoner gibi hareket edecek. Vaaz verdiği köylerde İncil satarak kuzeye kadar gidecek ve bir şekilde CIA’in eğitim alanına sızacaktı. Walsh’ın İrlandalı ailesi yüzünden çok iyi İngilizce de konuşabiliyor olması elini kuvvetlendiren bir unsurdu. Sahte bir pasaport hazırlandı. Önce Nikaragua’ya, oradan Panama’ya, Panama’dan ise Guatemala’ya geçecekti. Plan Panama’da kimliğinin şanssızlık eseri açığa çıkmasıyla bozuldu. Kimliği bir defa açığa çıktığı için İncil satan papaz rolünün Guatemala’da çalışmayacağını anlayan Walsh geri döndü.

Gabriel Garcia Marquez Anlattı
Bu hikaye belki çoktan unutulur, belki efsaneleşir ve efsaneleştiği ölçüde doğruluğundan şüphe edilen bir anlatıya dönebilirdi. Neyse ki buna Gabriel Garcia Marquez engel oldu. 77’de Bogota’da çıkan Alternativa Dergisi’ne yazdığı yazıda ayrıntılarıyla birinci ağızdan anlattı.
Walsh, Küba’dan sonra Arjantin’e dönüp gazeteciliğe orada da devam etti. Bir yandan habercilik faaliyetine devam ediyor, öte yandan 1957 yılında ilk örneğini verdiği edebi gazetecilik alanındaki çalışmalarına devam ediyordu. 1969 yılında ‘Rosendo’yu Kim Öldürdü’ (¿Quién mató a Rosendo?) isimli edebi gazetecilik kitabı basıldı. Rosendo o dönem faili meçhule gitmiş bir sendikacıydı. Walsh ise onu öldürenin kim olduğunu araştırmış, katili bulmuş ve cinayeti kitaplaştırmıştı.
1973 senesine gelindiğinde Walsh, ‘Satanowsky Dosyası’ (Caso Satanowsky) isimli bir başka edebi gazetecilik kitabı hazırlamıştı. Bu defa araştırması, Satanowsky isimli bir avukatın, Arjantin istihbaratınca öldürülmesi üzerine odaklanıyordu. Satanowsky, La Razón isimli günlük gazetenin sahipliği üzerine çıkan bir anlaşmazlık üzerine istihbarat tarafından ortadan kaldırılmıştı.
Walsh’ın Direnen Gazeteciliği
Walsh çalışmalarına devam ediyor, Arjantin ise her gün daha büyük bir kaosa sürükleniyordu. Juan Peron iktidardayken ölmüş, Peron öldüğü sıra başkan yardımcılığı görevini yürüten, aynı zamanda eşi olan María Estela Martínez de Perón başkanlığa gelmişti. Juan Peron’un üçüncü eşi olan Estela Martínez, müteveffa ikinci eş Eva Peron’un kırkta biri kadar halk tarafından kabul görmüyor, asker ise yönetime el koymak için fırsat kolluyordu. Nitekim 76 senesinin 24 martında ordu yönetime el koydu ve Arjantin tarihinin son ve en acılı diktatörlük dönemini başlattı.
General Jorge Rafael Videla cuntanın başına geçip kendini 42. devlet başkanı ilan ettikten sonra ilk iş basın üzerinde ciddi sansür mekanizmaları kurdu, sendikaları kapattı, bugün devlet terörü diye andığımız tutuklama, işkence ve gözaltında kaybetme gibi uygulamaları hayata geçirdi. Cunta bunları yaparken Walsh da bir şeyler yapıyordu tahmin edersiniz ki. O da sansürü delmek için çalışmalara başladı ve ‘Gizli Haber Ajansı’ (ANCLA) adını verdiği bir ağ kurdu.
‘Bu Bilgiyi Dolaşıma Sokun’
ANCLA, faaliyette olduğu süre boyunca 200’den fazla haberi telgraf yoluyla okurlarına dağıttı. Bu haberler cuntanın yasadışı faaliyetlerini konu ediniyordu. Yaydıkları 200 haberden birkaçı şu başlıkları taşıyordu: ‘Pilar’da Kurşuna Dizilen On Beş Kişinin Kimliği’, ‘Córdoba’daki Siyasi Mahkumlara Yönelik İşkenceler ve Cinayetler’, Gran Buenos Aires Mahallelerinde Baskı’, ‘Gazeteciliğe Karşı Sansür ve Baskı Kampanyası’.
Walsh, bir yandan devlet terörüne dair mümkün olduğunca fazla haber yapmaya çalışıyor, bir yandan da ANCLA ağını yazdığı mesajlarla genişletmeye çalışıyordu. Bunun için şöyle yazacaktı:
Bu bilgiyi çoğaltın, elinizdeki tüm araçlarla dolaşıma sokun: el yazısıyla, daktiloyla, teksir makinesiyle, sözlü olarak. Kopyalarını arkadaşlarınıza gönderin: On kişiden dokuzu bunu bekliyor olacak. Milyonlarca insan bilgilendirilmek istiyor. Terör, iletişimsizlikten besleniyor. Yalnızlaşmayı kırın. Bir özgürlük eyleminde katılmanın ahlaki tatminini yeniden hissedin. Terörü yenin. Bu bilgiyi dolaşıma sokun. Rodolfo Walsh.

Bir Yazarın Askeri Cuntaya Açık Mektubu
Walsh, cuntanın iktidara el koymasından tam bir sene sonra 24 Mart 1977’de, devlet terörünün en yoğun döneminde, ‘Bir Yazarın Askeri Cuntaya Açık Mektubu’ isimli bildiriyi kaleme aldı.
Bildiride şöyle söylüyordu:
“Basına uygulanan sansür, aydınlara yönelik baskılar, Tigre’deki evime yapılan baskın, sevdiğim dostlarımın öldürülmesi ve cuntaya karşı savaştığı sırada kaybettiğim kızımın yokluğu, otuz yıl boyunca bir yazar ve gazeteci olarak özgürce fikirlerimi ifade ettikten sonra, beni bu gizli yolla sesimi duyurmaya mecbur bırakan olaylardan sadece birkaçıdır.
On beş bin kayıp, on bin tutuklu, dört bin ölü ve on binlerce sürgün, bu terörün yalnızca rakamlarla ifade edilen bilançosudur.
Normal hapishaneler dolup taşınca, ülkenin en büyük askerî birliklerinde fiilî toplama kampları kurdunuz. Buralara ne bir yargıç ne bir avukat ne bir gazeteci ne de uluslararası bir gözlemci girebilmektedir. Askerî sır olarak nitelendirdiğiniz bu uygulamalar, soruşturmanın gereği olarak gösterilse de gerçekte insanların kaçırılmasına, işkenceye maruz kalmasına ve yargısız infaz edilmesine olanak tanımaktadır.
Sizlerin, ceset bulunmasına dair haberleri yasaklamanızdan sonra, gizlice katledilen insanların sayısı 1.500 ile 3.000 arasında değişmektedir. Ancak bazı vakalar yine de ortaya çıkmıştır; çünkü ya diğer ülkeleri etkilemiştir, ya soykırım boyutuna ulaşmıştır ya da kendi güçleriniz arasında bile dehşet yaratmıştır.
Tüm bu olaylar ışığında, üst düzey bir komutanınızın savaş hakkındaki şu tanımı, gerçek anlamını kazanmaktadır:
“Sürdürdüğümüz mücadele, ahlaki veya doğal hiçbir sınır tanımıyor; bu savaş, iyinin ve kötünün ötesinde yürütülüyor.”
Ancak, tüm dünyada vicdanları sarsan bu olaylar, Arjantin halkına en büyük acıları yaşatanlar veya sizin işlediğiniz en ağır insan hakları ihlalleri değildir. Sizin hükümetinizin ekonomik politikalarında, yalnızca işlediğiniz suçların açıklaması değil, milyonlarca insanı planlı bir sefalete mahkûm eden daha büyük bir vahşet yatmaktadır.
Bu karanlık hükümetinizin birinci yılında, sizlere bu düşüncelerimi iletmek istedim. Dinleneceğim konusunda hiçbir umudum yok. Takip edileceğimden ise eminim. Ancak, uzun zaman önce üstlendiğim ve zor zamanlarda tanıklık etmeyi gerektiren görevime sadık kalıyorum.”
“Zor Zamanlarda Tanıklık Etme Görevi”
Walsh’ın cuntaya yazdığı mektup bir gazetecilik görevinin yerine getirilmesiydi. Mektubun sonunda bir gazetecilik tanımıyla bitirmişti: “Uzun zaman önce üstlendiğim ve zor zamanlarda tanıklık etmeyi gerektiren görevime sadık kalıyorum.”
Mektup yayımlandıktan ve dolaşıma girdikten bir gün sonra Rodolfo Walsh askeri cuntanın terör ekipleri tarafından Buenos Aires’in San Cristóbal Mahallesi’nde sokakta öldürüldü. Cansız bedeni ise askerler tarafından kaçırıldı. Walsh’ın bir yere gömülüp gömülmediği, cuntanın sıkça uyguladığı gibi cesedinin okyanusa atılıp atılmadığı bugün hala bilinmemektedir.

Walsh’ın Mirası
Walsh, gazetecilik adına bir devrim yaratmıştı. Edebiyatın ve gazeteciliğin birbirine kaynadığı yeri kategorik olarak belirlemek ve daha evvel üretim yapılmamış bu alanda üretim yapmak gazetecilik adına bir devrimdi. Öte yandan mesleğinin getirdiği merak ve sezgileriyle Küba Devrimi’nin kaderini değiştirdi. Arjantin’de ise askeri cuntanın özünü kavramış ve terörün iletişimsizlikten, yalnızlıktan beslendiğini ortaya koyup ‘Gizli Haber Ajansı’ ile cuntanın ablukasını delmeyi başarmıştı.
Rodolfo Walsh bugün Arjantin’de gazeteci denince akla gelen ilk isim. Tıpkı bizim de teröre kurban verdiğimiz gazetecilerimiz Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Ahmet Taner Kışlalı, Hrant Dink ve niceleri gibi. Nasıl ki Uğur Mumcu’nun hurdaya dönmüş arabası, Hrant Dink’in altı delik ayakkabısı, Metin Göktepe’nin fotoğraf makinesi bizim gazeteciliğimizin sembolleri haline geldiyse Rodolfo Walsh’ın kırık gözlüğü de Arjantin’de gazeteciliğin sembolü haline geldi.
Walsh’i Katledenlerle Hesaplaşmanın Faydaları
Arjantin Devleti, Walsh’ı katleden askeri cuntayı 2005’te yargılandı ve Walsh’ın öldürülmesiyle ilişkili oldukları tespit edilen 10 askere müebbet, 2 askere ise 25’er yıl hapis cezasına çarptırdı. Cuntayla, cuntanın işkencesi, faili meçhulü ve topyekün terörüyle hesaplaşmış olmanın ödülünü Arjantin halkı tarihinde bir başka darbe görmemek olarak aldı.
Bizde ise durum farklı. 12 Eylül ile hesaplaşma işi tiyatroya döndü. Kenan Evren sözde yargılandığı davalara fiilen bile katılmadı, üstelik duruşma sırasında uyudu. İşkencecilerimiz tespit edilmedi. Faili meçhullerimiz aydınlatılmadı. Öldürülen gazetecilerimizi kimin öldürdüğünü tespit etmeye çalışamadık. Bunun bedelini ise bir türlü inşa edilemeyen bir demokrasi ve hala öldürülen, hapsedilen gazeteciler olarak ödemeye devam ettik.
Bugün de bu bedeli ödemeye devam ediyoruz. Türkiye’de ciddi bir sokak hareketliliği varken protesto hakkını kullanan binlerce insandan iki bine yakını gözaltına alındı, 260 kişi tutuklandı. 7 gazeteci gözaltına alındı, birçok televizyon kanalına günlerce yayın durdurma, program durdurma gibi cezalar kesildi.

Kırık Gözlükleri Takalım
Şimdi Walsh’ın kırık gözlüklerini takıp Türkiye’ye, Arjantin’e, darbeye, sokağa, gazeteciliğe bir daha bakalım. Zor zamanlarda tanıklık etme görevini yapabilen gazetecilerle yapamayanları ayıralım. Walsh’ın dediği gibi ‘bilgiyi çoğaltalım’. Sokaktaki insanlara devlet eliyle uygulanan terörün bizim yalnızlığımızdan, iletişimsizliğimizden beslendiğini anlatalım. Ve günün sonunda ‘Bir özgürlük eyleminde katılmanın ahlaki tatminini yeniden hissedelim. Terörü yenelim. Bu bilgiyi dolaşıma sokalım’
**Rodolfo Walsh ile ilgili bu kadar yazdıktan sonra bir de çağrım var: Bazı yayınevlerinin radarında olduğunu bildiğim Walsh’in eserlerini Türkçe’ye kazandırmakta daha fazla gecikmeyelim. Walsh’in kitapları Latin Amerika Edebiyatı’nın çok kıymetli eserleri olmanın yanısıra gazetecilik çalışmaları için de oldukça önemli bir yerde duruyor. En kısa zamanda Türkçelerini okumak dileğiyle!