Bugün gerçek bir demokrasiden bahsedebilmenin yolu; bir ölçüde teknolojik hamlelerin şeffaf, paylaşımcı ve adil olmasına bağlı. Yeni teknolojiler kapsayıcı ve toplumdan yana ilkeler ile yola çıkmadığında, tahakkümün ve sermayenin bir fonksiyonu olmaktalar. Oysa internet ve bilişim teknolojileri, kendi yaratıcı ve kolektif doğaları gereği uluslararası bir vizyon ile kapitalizm ötesinde bir hayatı işaret etmekteler.
Devleşen teknoloji şirketleri yaratıcı zekayı hortumlayarak kendilerine değer katmakta. Devletlerin de desteği ile süreç bir nevi tekno-feodalizme dönüşmekte; ancak yaşamın olduğu her yerde umut var ve daha adil bir dünya için yeni ekonomik model örnekleri her geçen gün hayat bulmakta.
Albatros Bilişim Kooperatifi, bu bağlamda “çalışan ortak” modeline dayalı bir kooperatifçilik anlayışı ile dayanışma, adil gelir, yataylık gibi kavramları ön plana çıkararak var olan kısıtlayıcı ve baskıcı düzene karşı bir alternatifi gün yüzüne çıkartmak gayesinde. “Üreten bizsek kararı verenin de kazananın da bizim olmamız gerektiğini düşünüyoruz” diyor ve ekliyorlar: Dönüşüm çoktan başladı, uluslararası ağlar kuruluyor!
Kendileri ile yaptığımız söyleşide bilişim alanındaki yaratıcı pratiklerini ve fikirlerini anlattılar.
Albatros Bilişim Kooperatifi Girişimi; “ortaklaşmayı, dayanışmayı ve geleceğin çalışma ortamını kurmak” gibi bir amaç ediniyor. Çocukluğumuzdan beri duya geldiğimiz “bu düzen böyle gider” sözü müesses nizamın en büyük kozu. Bize dayatılan dışında alternatiflerin hayata geçmesi için bilişim, internet gibi alanlar doğaları gereği bir potansiyel taşıyor mu? Bu alanlar doğaları gereği kolektivizme yatkın değil mi? Atıldığınız bu yolun birazcık da bu meselelerle ilgisi var mıdır?
Ütopyaların teknik olarak ulaşılmaz olduğunu kabullendiğimiz bir çağda ütopyaları yaşıyoruz, tabii bir o kadar da distopyaları. İçinde bulunduğumuz olağanüstü şartlarda yeni yeteneklere ve değişimlere adapte olabilmek eskisinden çok daha önemli bir hale geldi. Bu değişimlere daha çok teknolojinin öncülük ettiğini görüyoruz. Bu sebeple değişen çalışma şekline bilişim çalışanlarının en hazır olan ve en çabuk uyum sağlayanlar olması bir tesadüf değil. Yapılan iş doğrudan teknoloji alanıyla bağlantılı olmasa da geri kalmamak adına günümüz teknolojilerini kullanan bir şirket olmanın zorunluluk haline geldiği bir dönemdeyiz. Bildiğimiz organizasyon yapıları da bu süreçte evrim geçirerek dönüşüyorlar. Merkeziyetsiz, kendi kendine idare edebilen (autonomous) organizasyonlar, yeni ekonomi modelleriyle ortak sorunlarımıza çözüm üretebiliyor. Bunca değişim ve dönüşüm, gözümüzün önünde akıp giderken “bu düzen böyle gider” sözünün bir koz mu, bir yıldırma politikasının parçası mı yoksa bir pes ediş mi olduğu tartışılması gereken önemli konulardan birisi. Belki de tartışmayıp bu yanıltıcı, kendini tekrarlayan sesleri artık kulak arkası etmenin ve “bu düzen böyle gelmiş, peki nasıl gitmeli?” şeklinde söylem ve bu söylemi destekleyici uygulamalar geliştirmek için harekete geçmenin vakti gelmiş de geçiyordur. Teknoloji, belirttiğiniz gibi kolektif çalışmanın her anlamda kapılarını açan bir araç; fakat her araçta olduğu gibi bu aracın da nasıl ve hangi amaçlarla kullanıldığı, aracın ve aracı kullanma imkanının daha çok kimin elinde olduğuna kadar giden bir süreçte keskin taraflar, köşeler ve kenarlar yaratıyor. Yaratılacak alternatif çözümlerin yeşereceği yerlerde işte tam bu kenarlar olacak. İnternetin tarihine ufak bir bakış bile doğuşundaki kolektif aklın nasıl sermaye tarafından temellük edildiğini ayan beyan gösterir. Teknolojinin yarattığı imkanlar, bir mücadele ile beraber yürümezse konjonktürdeki güç ilişkileri onu sermayenin aracı haline getirebilir. İçinde olduğumuz düzende teknolojinin ve internetin erişilebilirliği olgusu, iletişimi tekelleştirerek ana akım bir medya akışı yaratan, kapalı kaynak kodlu yazılımlarla bu süreci yürüten şirketler tarafından, kişisel verileri bir pazarlama malzemesi haline getiren sosyal mecralar üzerinde var olabilmeyi toplumsal ölçekte zaruri bir hale getirirken alternatif bir teknoloji cephesinde de düşüncelerin, eylemlerin ve hatta ekonomik sistemlerin yeniden yaratıldığı bir süreç, elbirliğiyle ve şeffaf bir şekilde adımlarını atmaya devam ediyor. Biz de hem bu alternatif cephenin bir parçası olabilmek, hem de bu dönüşüm sürecinde araçların iyiye ve güzele yönelik kullanımına destek olmak, dayanışmayı yaygınlaştırmak, birbirimize ilham vermek için vaktin geldiğini düşündük ve hep birlikte Albatros Bilişim Kooperatifi Girişimi’ni başlattık.
Sektör içerisinde dev teknoloji şirketlerinin büyük bir tekeli mevcut. Bu şirketler dünya genelinde birçok ülkeden daha güçlü ve zengin. Seçimlere müdahale edenler, yanlış haberlerin yayılması, tüketime dayalı bir kültürün dijital pazarlama ile daha da öne çıkarılması, kullanıcı mahremiyetinin hiçe sayılması… Teknoloji ve bilişim firmalarının sicilleri bu denli kabarıkken çalışanlarına nasıl bir gelecek sunabilirler?
Bu konuda bu firmalarda çalışan dostlarımızın umutsuz olduklarını; hatta bunu son zamanların popüler belgesellerinde de, bu şirketlerin kurucu pozisyonlarında olan insanların dahi dile getirdiklerini sıkça görüyoruz. Bu artık bizi şaşırtmıyor. Teknolojik devrimle beraber gelen pek çok imkânla birlikte, aynı hızla oluşan yeni alanlara dair sosyal hakların sağlan(a)maması nedeniyle bir gelişim ibaresi olarak tanımlanan teknoloji, onu kullanan bireylerin kendilerine ve topluma yabancılaşmalarına neden oluyor. Bu bağlamda teknolojinin yaratacağı en büyük imkân elbette insanların ihtiyaçlarını daha az emek harcayarak elde edebilmelerini mümkün kılmasıdır. Yani işe harcanan zamanı azaltmasıdır ancak mevcut sistemde mobil telefonlar ve yaygın internet erişimi iş yükünü azaltmak şöyle dursun daha da arttırmıştır, insanlar kendi iradelerinin dışında erişilebilir olmuştur. Bu yüzden günün sonunda sadece bilişim çalışanlarına özgü imkânlardan ziyade tüm toplum için nasıl imkânlar ortaya konduğunu düşünmek gerekir. Lafın özü, medeniyet gelişiyor gibi görünürken, insanlara verilen çalışma hakları teknolojinin kısıtlayıcı ve denetleyici bir unsur haline geldiği gözetim toplumunu her geçen gün güçlendiriyor. Bu konu, işçi haklarından başlayarak sağlıklı yaşam haklarımıza kadar uzanan bir sürecin parçası. Her konuda olduğu gibi teknoloji konusunda da tekelleşmiş yapılar piyasayı ve piyasanın içinde olan her öğeyi (insanı da bu bağlamda bir metaya dönüştürerek) peşinde sürüklemeye olan eğilimini sürdürüyor. Böylesi bir ortamda söz konusu tekelleşmiş firmaların çalışanlarını, şirket menfaatleri doğrultusunda fayda sağladıkları sürece kullanacaklarını, toplumu her şeyin hızlı tüketimine yönlendirdikleri gibi, içinde bulundukları sektörü de hızlı insan tüketmeye yönlendirecekleri bir ivme içerisinde durumu sürdürecekleri aşikâr. Bu noktada şunu sormak gerekiyor: Bu şirketlerin insafına kalıp tükenmeye devam mı edeceğiz? Yoksa kendi yaşam yolumuzu kendimiz çizmek için elimizden ne geliyorsa yapmaya çaba mı göstereceğiz? Biz ikinci yolu seçtik. Başkalarının da bu yola çıkmaları için bildiğimiz her şeyi paylaşmaya ve birlikte yürümeye niyet ettiğimiz bir yolun içinde devam ediyoruz.
“Algoritmalar” son dönemin popüler kavramlarından. Veri bilimi şu an hem gözde bir meslek hem de toplumsal hayatı şekillendiren bir silah. Bilişim çalışanları bir anlamda yeni düzenin ruhunu yazıyorlar. Bunları hayata geçiren emekçilerin, sermayeden, tüketimden yana değil de toplumdan yana üretimde bulunmaları bazı şeyleri değiştirir mi?
Muhakkak ki değiştirir ancak bu değişikliğin etkisini ve büyüklüğünü tahmin etmek pek kolay olmayacaktır. Çünkü büyük verilerin toplanması ve makine öğrenmelerinde kullanılmasında çoğunlukla tüketime odaklanılır. Kişilerin, verileri genelde satın alma alışkınlarını belirleyen araştırmalarda kullanılıyor veya satılıyor. Büyük oyuncular birçok şeyde olduğu gibi verilerin sahipliği ve kullanımında da öne çıkmaya devam edecektir. Bu, biraz da kapitalist sistemin getirdiği bir sonuçtur.
Verilerin ve algoritmaların toplumdan yana üretimlerde kullanılması sadece tüketimi azaltmayla kalmayacak, giderek ticarileşen eğitim ve sağlık benzeri alanlarda da faydalara dönüşecektir. Örnek verecek olursak bir bölgedeki bir hastalığın yoğunluğu ile ilgili verilerin veya istatistiklerin ilaç ticareti için değil de, daha iyi sağlık hizmetlerinin götürülmesi için kullanılması o bölge insanının yararınadır. Satın alma alışkanlıklarınızın, reklamlar üzerinden sürekli yeni ürünler satın almanız için kullanılması yerine, paylaşımlı ekonomiye kaynak olarak kullanılması yine toplum yararınadır. Bunun gibi onlarca, yüzlerce fikir akla gelebilir. Ancak burada temel sorunlardan biri, bunu yapma motivasyonunu bulabilmektir. Doğrudan bir gelir sağlamayacak bu tür işleri yapabilmek için de bir emek harcanması gerekir. Emek karşılığı ücrete dayalı mevcut sistemde, bu tür projelerin başlangıcı için gönüllülük veya desteklenme ihtiyacı doğabiliyor. Kooperatif olarak bir amacımız da gelir getirebilecek projelerin yanı sıra, toplumsal fayda sağlayabilecek projelerde de yer alabilmektir. Bunun için gerektiğinde ilgili kurumlarla (STK, belediyeler, dernekler, sosyal girişimler vb.) birlikte hareket etmek ve dayanışmayı çoğaltmak niyetindeyiz.
Kurulduğunuz günden bu yana planladığınızı ne ölçüde yaşama geçirebildiniz? Mütevazı da olsa başardık dediğiniz örnekler var mı? Örneğin, ekim ayında yaptığınız kamp nasıldı?
Aslında henüz resmi olarak kurulmadık, hâlâ girişim aşamasındayız; ancak ortak hayallerle bir araya geldiğimiz ve birlikte bu yolculuğa çıktığımız günden bu yana güzel şeyler başardığımızı düşünüyoruz. Lansmanımızı geçtiğimiz Haziran ayında yaptık. Kurumsal kimliğimizi hepimizin benimseyeceği biçimde oluşturduk. Lansman sonrası, yurt içi ve yurt dışından kolektiflerle kooperatiflerle, sivil toplum kuruluşlarıyla, çalışma gruplarıyla ve kurmaya çalıştığımız çalışma düzenine ilgi duyan, destek olmak isteyen bireylerle tanışmaya başladık. Birlikte gelecekte kurulacak muhtemel iş ortaklıkları ve dayanışmalar için adımlar atıyoruz, karşılıklı olarak deneyimlerimizi paylaşıyoruz. Resmi olarak kurulmamıza biraz daha var gibi gözüküyor ama tabii ki boş durmuyoruz. Kendi içimizde konuşmalarımız ve tartışmalarımız hiç hız kesmeden devam ediyor. Bir yandan iç hukuk metnimizi yazıyoruz; avukatlarla, mali müşavirlerle ve deneyimlerinden yararlanmak için diğer kooperatiflerle görüşüyoruz. İleride alacağımız işlere hazırlık olsun diye kendi uygulamalarımızı geliştiriyoruz ve bu uygulamalar üzerinden kuracağımız ekonomik model ile adil gelir paylaşımı için ihtiyaç duyduğumuz zemini oluşturmaya çalışıyoruz.
İlk kampımız bunun için çok yararlı ve verimli oldu. Kurmak istediğimiz kooperatifin yapısı, çalışma kültürümüz, ilişkilenme biçimlerimiz, iletişimimiz, üzerinde çalıştığımız projelerimiz, ekip olmak ve birlikte çalışma gibi konularda ayrıca kısa ve uzun vadeli planlarımız hakkında bolca konuştuk. Önemli kararlar aldık, farklı alanlarda yeni çalışma grupları kurduk, kooperatifleşme konusunda daha da hız kazandık. Tabii sosyalleşmiş de olduk, aramızda pandemi sebebiyle henüz çevrimiçi toplantılar dışında birbirini görmemiş olanlar vardı. Aylardır evlerde kapalı kaldıktan sonra Kaz Dağları’nın altında nefes alabilmek, çimlerde yatıp muhabbet edebilmek hepimize çok iyi geldi. Çok eğlendik, iyice de bağlandık birbirimize. Zaten bu kooperatif girişimi sadece işimiz olmasın istiyoruz, dayanışmanın ve dostluğun da merkezde olduğu bir yapı kurmak amacımız. O yüzden tadı damağımızda kaldı resmen, hemen bir sonraki kampımızı da konuşmaya başladık.
Son olarak eklemek istedikleriniz var mı? Sizlere yolunuz açık olsun diyor, teşekkür ediyoruz.
Biz de üzerine düşünülmüş sorularınız ve ilginiz için çok teşekkür ediyoruz, güzel bir yayın hayatı diliyoruz. Umarız kooperatifimiz resmi olarak kurulduktan sonra da gelişmeleri tekrar konuşma şansı yakalarız.