Karşısındakiyle var olan/karşısındakini var eden bir yapı olarak NATO, etki alanı içindeki yeri tutma çabasının ABD sathında yansıması olarak kurulmuştur. Çoğu zaman amacı “karşı mahalleyi” sindirmek/oraya “meşru müdafaa” saldırıları düzenlemek olmayan NATO, kendi içerisindeki, kendi etki alanındaki ülkelerin politik, askeri düzenlemelerinde pay sahibi olan ara yüz örgütlerindendir, bu noktada ABD’nin BM sistemine bakışıyla bazı benzer prensipler etrafında çalışmaktadır. Bu, 1960’larda sorgulanıyor olsa da (Fransa’nın askeri kanattan çıkışı önemli bir kırılmadır) amacın alan tutmak etrafında şekillendirildiği söylenebilir.
NATO’nun amaçları, üyeliğe kabul ölçütleri, karar alma yöntemleri, devletlerin uluslararası örgütleri kurma nedenlerini açıklamaya çalışan uluslararası ilişkiler teorileri bağlamında tartışıldığında, realist/neo-realist, liberal, eleştirel teoriler açısından NATO oldukça farklı şekillerde yorumlanabilmektedir.
“To keep US in, Germany down, Russia out” sloganıyla görülebileceği üzere müttefiklik ilişkisi ABD korumasında, Almanya’yı etkisizleştirmeye, Rusya’yı üyelerin coğrafyalarından uzak tutmaya çalışarak sürdürülmekteydi. Amaç, Avrupa’nın rızasıysa bu bahsi geçen sloganla (Fransa’nın çekincelerini bir kenara koyacak olursak) fazlasıyla sağlanmıştır.
Üyeliğe kabul açısından dönemsel değişiklikler mevcuttur. Yunanistan/Türkiye’nin Kore Savaşı’nda “23 sentlik askerleriyle” temsiliyetleri gerekirken, 2004’te ittifaka katılan 7 eski Doğu bloku ülkesinin Üyelik Eylem Planı’na, Antlaşma Metni’nin 10. Maddesine ve pazar ekonomisine bağlı kalacaklarını göstermeleri yeterli olmuştur.
NATO’nun kuruluş aşamasının öncesinin kendisinden bir yıl evvel oluşturulan Batı Avrupa Birliği olduğunu düşünülürse burada çıkan handikapların NATO’ya giden yolda ülkelerin rızasını ürettiği düşünülebilir. Brüksel Anlaşması’yla 1948’de kurulan BAB, BM Anlaşması’ndan gelen otomatik meşru müdafaa yetkisine dayanarak kurulduğunu söylemektedir, BM Anlaşması bu yetkiyi/yetkiyi kullanma amaçlı bölgesel örgütleri onaylamaktadır; ancak bu iki handikap yaratmaktadır. Handikaplardan ilki, bir üyeye saldırının “neye göre/kime göre” olduğunu, otomatik meşru müdafaanın bu eyleme katılmak zorunda kalacak ülkelerin ekonomik/askeri çıkar ilişkilerini zedeleyebileceği endişesidir. Diğeri, II. Dünya Savaşı’ndan ekonomisi en güçlü ülke olarak çıkan ve Bretton-Woods’la kapitalist sistemin yeni hegemonu olan ABD’nin içerisinde bulunmadığı, askeri/ekonomik anlamda yardım etmediği bir örgütün iki süper güçlü dünyada sorun yaşama ihtimalidir.
Duruma realist teoriler eşliğinde bakarsak ulusal çıkarları çerçevesinde hareket eden rasyonel aktörler olarak devletler işbirliklerine mecbur olduklarını bilmekte, güç mücadeleleri içerisinde pozisyon alabilmek amacıyla üst otoriteye “sığınmaktadır”. Burada sorun beka sorunudur, devletler bunun çözümünü, çıkarlarını maksimize edebilecek ittifaklara katılmakta görmektedir. Fransa’nın ayrıksı pozisyonuysa coğrafyasında daha etkin güç olma ısrarından kaynaklanmaktadır ve uluslararası örgütlere katılması/ittifakları bozması neo-realizmle düşünülürse devlet dışı aktörleri ihtiyatlı şekilde hesaba katmasındandır denilebilir.
NATO’nun kuruluş amaçlarına bakıldığında Antlaşma Metni’nin 2. ve 5. Maddeleri önemlidir. 2. Maddedeki “Barışçıl ve dostça uluslararası ilişkiler”, “ekonomik işbirliğinin teşviki” vurguları birliğin askeri rengini geride tutmakta, “çatışmayı engelleyecek, barışçıl” fonksiyonuna dikkat çekmektedir.
NATO’nun en önemli özelliklerinden birisi “konsensüs yoluyla karar alma” mekanizmalarıdır. Bu, NATO’yu dışarıya karşı “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir millet” olarak göstermekle birlikte, iç konsolidasyonunu da sağlıyor denilebilir. Konsensüsün, dışarıya karşı birlikte görünme zorunluluğunun varlığı, küçük (yahut görece küçük) devletler açısından da avantajlıdır. Bu devletler, NATO otomatik meşru müdafaa hakkını öngörmediği, saldırıya karşı harekete geçme hakkını ikincil karara bağladığından her devletin sahip olduğu veto yetkisine sahiptir. Bu da küçük devletin elindeki gücü artırmaktadır, kimi durumlarda büyük devletler, kendisinden taviz kopartılacağı kesin olan masalara oturmak zorunda kalmaktadır.
Liberal uluslararası ilişkiler teorilerine bu değerlendirmelerle bakarsak bir ara yüz örgütü, partnerleri birbirine yaklaştırabilecek misyonu üstlenebilir. NATO’nun askeri yanı AB/BM’ye kıyasla ön planda olsa da hem bir blokla düşman olmaktansa işbirliği ihtimalini, hem de konsensüs yöntemiyle karşılıklı bağımlılığı yaratması yapılacak işbirliklerinin önünü açmaktadır. Askeri açıdan bakılırsa ortak tatbikatlar, birbirine karşı kullanılamayacak silahlar, “orduların etkileşimde” olacağı izlenimi liberal teorilerce olumlanabilir.
Antlaşma Metni’nin diğer önemli unsuru 5. Madde, BM Yasası’nın 51. Maddesindeki “bireysel/toplu öz savunma” hakkını kullanmak konusuna değinmektedir ve müdahale sonrasını BM Güvenlik Konseyi’ne “bırakmaktadır”.
ABD’nin özellikle Soğuk Savaş sonrası Batı’daki liderlik payesini tüm dünyaya taşıma hırsı, 11 Eylül sonrasında küresel terörizmle savaş iddiasıyla vücut bulmuştur. Soğuk Savaş boyunca işletilmeyen (ki NATO’nun önemli kuruluş gerekçelerindendir) meşru müdafaa düzenlemesi 11/9’un “ABD’ye yapılan silahlı saldırı olduğu” gerekçesiyle işletilmiştir. Saldırının meşru müdafaayı gerektirecek boyutta olup olmadığı, bir devlet tarafından gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği konuları arka planda kalmıştır.
Bu noktada eleştirel teoriler içerisindeki bağımlılık ekolü düşünüldüğünde, ara yüz örgütleriyle dolaylı sömürü sisteminin devreye sokulduğu söylenebilir; zira El-Kaide’ye yönelik olacağı söylenen 11 Eylül sonrası operasyonları önce Afganistan’ın, sonrasında Irak’ın işgaliyle sonuçlanmış, burada ABD planlarının yapılandırılmasına ilk adımın atılmasını sağlamıştır. BM sistemine entegre bir örgüt olan NATO’nun amaçları, yine BM’nin başat aktörü olma iddiasını sürdüren ABD’yle paralel ilerlemekte, ABD’nin kararı NATO’da, NATO’nun kararı BM’de meşrulaştırılmaktadır.
Sonuç olarak NATO’nun kuruluş amaçları, üyeliğe kabul/karar alma yöntemleri uluslararası ilişkiler teorileri bağlamında dönemsellik üzerinden tartışılabilir. Belirli dönemlerde liberal teoriler ana akımda daha makul görünmekteyken uluslararası ilişkilerin kurucu teorilerinden sayılabilecek realizm için Soğuk Savaş’ta NATO’nun kullanımı etkili bir anarşiye uyum sağlama metodu olabilir. Eleştirel teoriyse Soğuk Savaş sonrasındaki ara yüz tartışmalarına tüm bunların sömürü mekanizması olduğu üzerinden dâhil olabilir.