Vegan kelimesinin etimolojisini incelediğimizde, 1944 yılına kadar uzanabiliyoruz. The Vegan Society’ nin kurucularından Donald Watson tarafından ortaya atılan ‘Veganlık’ veya ‘Veganizm’ yine kendisi tarafından şu şekilde tanımlanıyor: “Veganlık hayvanlar alemine dair sömürü ve zulmün tüm biçimlerini dışlamanın ve yaşamı gözetmenin yoludur. Et, balık, kümes hayvanı, yumurta, bal, hayvansal süt ve türevlerini dışlayıp bitkiler aleminin ürünleriyle yaşamak ve tamamen ya da kısmen hayvanlardan üretilen tüm ticari malların alternatiflerini kullanmak şeklinde pratiğe dökülür.’’
Çevresel sürdürülebilirlik kavramı, doğada yaşadığımız problemler ile birlikte çok daha fazla cümle içinde kullanılmaya başlandı. Hayvansal bazlı yiyeceklerin üretimi için çok daha fazla kaynak kullanılırken, vegan ürünler daha az ekin arazisine ihtiyaç duyar. Hayvan temelli beslenmenin çevre üzerindeki etkisinin petrol endüstrisinden çok daha fazla olduğuna dair bir çok bilimsel kaynak var. Etik sebeplerden veganlığı tercih eden bireylerin yanında, sadece çevresel sürdürülebilirlik için bitki bazlı yaşam fikrini kabul eden bir çok insan var.
Vegan beslenme için sınırsız kaynak ve çeşit mevcut fakat vegan ürünler ve eserler konusu biraz kısır kalmış durumda. Sanat ve tasarım dünyasının son yıllarda üzerinde bir hayli durduğu çevresel sürdürülebilirlik kavramı, bazı vegan sanatçı ve tasarımcıları vegan eserler ve tasarımlar üretmeleri konusunda harekete geçirdi.
Doktora çalışması için ‘hayvanlardan elde edilen herhangi bir madde kullanmadan tasarım yapmanın mümkün olup olmadığı’ sorusuna cevap arayan İsrailli tasarımcı Erez Nevi Pana, 2018 yılında vegan tasarım sergisi düzenledi. Küratörlüğünü Maria Cristina Didero’nun yaptığı sergi alanında, farklı bitki ve minerallerin kullanıldığı ürünler sergilendi.
Vegan sergide ön plana çıkan ürünlerden biri ‘Salt Project’, atık ahşapların geri dönüştürülmesi ve bitki bazlı yapıştırıcı kullanılarak oluşturulan bir tabure. Ürünün hayvansal deriyle kaplanmasına ihtiyaç duymadığını düşünen tasarımcı, tuz oranı yüksek denizde ürününü bekletiyor. Ortaya çıkan sonuç oldukça şaşırtıcı; taburenin yüzeyi tuz kristallerinin derisi(!) ile kaplanıyor.
Vegan hareketin hızlı büyümesi vegan gıdalardan sonra mobilya ve modaya olan talebi de artırmaya başladı. Tüketicilerin bu talebinin karşılığını bulduğunu söylemek çok da yanlış olmaz. 2019 yılının başlarında, ilk Vegan Moda Haftası Los Angeles’ta gerçekleşti, Londra’daki ilk vegan otel ziyaretçilerini ağırladı.
Vegan ürün tasarımından bahsederken, Fransız tasarımcı Philippe Starck, Cassina firması için, vegan deri ile döşenen bir mobilya koleksiyonu hazırladı. Koleksiyonda kullanılan vegan kumaş, elma çekirdekleri ve kabuğundan üretildi.
Vegan ürünler üreten tasarımcılar, vegan gıda sektörünün hızlı ilerlemesinin gerisinde kaldıklarının farkındalar. Vegan iç mekan projeleri yapan İngiltere merkezli Studio Can-Can’ dan Emily Turnbull bir röportajında, tasarım açısından son iki yıldır oldukça popüler hale gelen vegan gıda hareketinin biraz gerisinde olduklarını ifade ediyor.
Vegandesign.org’un kurucusu Deborah di Mare, veganizmin sanat ve tasarımda ilerleme kaydedebilmesi için eğitimin önemi üzerinde duruyor. Vegan ürünler arayan insanlar için bir eğitim platformu olan web site, aynı zamanda dünya çapında vegan malzemelerle çalışan tasarımcılar için akredite bir kurs sunuyor.
Tüm bu tasarımcı ve ürün örneklerinden sonra vegan gıda sektöründeki patlama gibi, moda ve ürün tasarımında da veganizmin hızla ilerleyeceğini öngörebiliriz.
‘Suçu Tasarımla Defet’ yazımda Viktor Papanek’in yaklaşık 50 yıl önceki sorumluluk çağrısından bahsetmiştim. Sorumluluk sahibi tasarım, sosyal fayda için tasarım kavramlarının gelişmesini Papanek’in bu çağrısına borçluyuz. Bugün, etik tasarım, suçsuz tasarım gibi kavramlarla yine sorumluluk çağrısı yapan tasarımcılar var. Kim bilir, 50 yıl sonra onlardan da Papanek örneğinde olduğu gibi, hareketin öncüleri olarak bahsedilir mi?