Skip to main content

Mayıs 68’de Fransa’da başlayan rüzgâr, bütün dünyada esmeye başlamıştı. Öğrenci hareketleri ve sendikalar örgütlülüklerini artırmış, Avrupa’da 19. yy.’da dolaşmaya başlayan hayalet artık diğer kıtalarda da gün yüzüne çıkmış ve artık önemli bir güç haline gelmişti. İşte o günlerde Şili’de sosyalist parti lideri Salvador Allende, birçok partinin koalisyon adayı olarak seçime girdi. 4 Eylül 1970’de Şili Devlet Başkanı seçildi ancak Richard Nixon yönetimindeki A.B.D. yönetimi ve faşist cunta onu alaşağı edecek planlar yapmaya başlamıştı bile. 11 Eylül 1973’de ordu harekete geçti ve halkın oylarıyla kurulmuş Allende hükümetine saldırdı. Salvador Allende başkanlık sarayında ölü bulundu. Başta Victor Jara ve Pablo Neruda olmak üzere pek çok sanatçı, devrimci, akademisyen ve öğrenci öldürüldü.

Pek çok kişice Türkiye tiyatrosunun Shakespeare’i olarak adlandırılan Orhan Asena, bir başka cuntanın ülkesinde yarattığı tahribattan dolayı (12 Mart 1971’de) Almanya’ya gitmişti. Esasen çocuk hastalıkları uzmanı olan Asena, 1955’den muhtıraya kadar Devlet Tiyatroları’nda çalıştı. Almanya’ya gittikten sonra hekimlik yapması bir nevi zorunluluk olsa da tiyatrodan kopamadı ve yazmaya devam etti. Dünyada olan biteni takip ediyordu. Güney Amerika’da seçimle başa gelen ilk Marksist hükümetin kanlı bir darbeyle ortadan kaldırılmasına kayıtsız kalamadı ve kalemini eline aldı.

Şili’de Av

Şili’de o gün yaşananları bir insan avı olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır. Faşist cunta bir yandan havadan ve karadan başkanlık sarayı La Moneda’ya saldırıyor bir yandan da üniversitelerde bulunan öğrencileri, akademisyenleri ve sanatçıları şehirdeki Şili Stadyumu’na silah zoruyla taşıyordu. Burada çok kişi işkence gördü ve infaz edildi. Orhan Asena da buradan yola çıkarak darbenin hemen ertesinde kaleme aldığı Şili’de Av’da, bu insan avından kaçmaya çalışan öğrencilerin alternatif bir hikayesini kaleme aldı. Eserde olup bitenler Santiago’nun yoksul gecekondu mahallelerindeki bir kilisede geçiyor. Olayın gerçek yüzünde, metinde geçen gecekondu mahalleleri hava kuvvetlerince bombalanmış ve Allende’nin olduğu başkanlık sarayına giden yolları kesilmişti. Nedeni buradaki insanların Allende’ye sadık olmasıydı.

Eserde üniversitedeki avdan kurtulmayı başaran yedi devrimci gencin gecekondu mahallesinde bulunan bir kiliseye sığınması sonrası gelişen olaylar anlatılmıştı. Gençler şimdilik kaçabilmişlerdi fakat av köpekleri peşlerindeydi. Sığındıkları kilisede ise herhangi bir rahipten çok daha fazlası olan Domingo ve kız kardeşiyle karşılaşıyorlardı. Gençlerin hayatta kalmak için ellerinde koz olmalıydı; bunu Domingo ve kız kardeşini esir alarak elde ediyorlardı. Her ne kadar etiketleme yapmak doğru olmasa da Domingo pek çok din adamı gibi sekter biri değildi. Olaylar patlak verdiğinde tarafını doğrudan Allende’nin yanında belirlemişti. Eskiden Santiago’nun en büyük katedrallerinden birinde rahip iken aykırı kişiliği ve doğru bildiğini söylemekten çekinmemesi nedeniyle kendini gecekondu mahallesinde bulmuştu. Bunu zaman zaman gençlere ifade etmeye çalışsa da hem her geçen saat ölüme biraz daha yaklaşması hem de gençlerin kendi içlerinde yaşadığı gerginlikler nedeniyle bu çabaları nafile kalmıştı. Metni okurken adeta Allende’nin son gününde yaşadığı; sadakati, yoldaşlığı ve ihaneti fazlaca tecrübe ediyoruz. Farklı yollardan gelip aynı yola baş koymuş gençler, yolun sonu ölüm olsa da davaları için kendilerini feda etmeye hazırdı. Onların ölümü beklerken yaşadığı duygular, farklı karakterler olmalarının yarattığı çatışma da Asena tarafından oldukça güzel anlatılmış.

Ölü Kentin Nabzı

“Faşizme karşı birleşmeyenler, faşizmin zindanlarında buluşurlar” Bertolt Brecht

73 Darbesi sonrası Şili’de hayat ufak çaplı bir distopyaya dönüştü. Augusto Pinochet’nin yönettiği faşist cunta sadece kendisine muhalif olanlara çeşitli sıkıntılar yaşatmakla kalmayıp, aleyhlerinde en ufak ses çıkaran vicdan sahibi insanları demir parmaklıkların arkasına gönderiyordu. Partiler ve sendikalar kapatılmış, üniversitedeki dersler polis nezaretinde gerçekleştiriliyordu. İşte Şili’nin başkenti Santiago bu derece bunalımlı günler geçirirken, Orhan Asena bu ölün kentin nabzını tutmak istedi.

Anayasa profesörü Augusto Navarro, hiçbir zaman bir devrimci olmamıştı. Kendisini aydın olarak tanımlamak yanlış olmazdı tabi ama o da etliye sütlüye karışmayan takımdandı. Yine de birçok kişi tarafından sevilen, vicdanlı bir insandı. Sadece bu nedenden ötürü bir süre gözaltında kalmıştı. Çıktıktan sonra eski bir asistanı, önceden öğrenci örgütlerinde aktif rol almış Joel’i aramaya başlayınca, onu Santiago’nun arka sokaklarındaki bir demircide bulmuştu. Joel, cuntaya karşı örgütlenen ve mücadele eden insanlardan biriydi. Navarro’yu toplantılarına davet etmiş ancak o bunu geri çevirmişti. Bu cevap aslında ne Joel’i ne de Joel’le birlikte demircide çalışan Alberto’yu şaşırttı. Alberto, profesöre her fırsatta kentsoylu (burjuva) diye hitap ediyordu. Onun için Profesör Navarro, koca dalgalarla boğuşulurken sarılabilecek bir yılandan fazlası değildi.

Aradan birkaç yıl geçmiş ve Şili’de durumlar çok da değişmemişti. Hatta her geçen gün Profesör Navarro’nun üzerindeki baskı artıyor, giderek köşeye sıkışıyordu. Cunta yönetimi üniversite kadrolarında bulunan yandaşları aracılığıyla imza topluyorlardı. Amaçları, sözde akademisyenlerin imzalarıyla Salvador Allende dönemini sorumsuz, ülkeyi kardeş kavgasının eşiğine getiren bir dönem olarak nitelendirmekti. Bir anayasa profesörünün imzası bunu çok daha etkili bir belge haline getirebilirdi ama Navarro bunu reddetti. Tam bu olanları eşine ve kızına anlatırken birden kapı çaldı; kapıda beliren kişi Alberto’dan başkası değildi. İlk karşılaştıkları gün kendisine söylediği “koca dalgalarla boğuşurken sarılacak yılan” ifadesini hatırlatarak yardıma ihtiyaçları olduğunu söyledi. Alberto yalnız gelmemişti. Yanında profesörün eski asistanı Joel de vardı ve ağır yaralıydı. Onu profesöre getirmelerinin tek nedeni, Joel’in profesöre hala güvenmesiydi. İşte o andan itibaren o ve ailesinin hayatı tamamen değişecek, Navarro artık vicdanlı bir insandan çok daha fazlası olacaktı.

Ölü Kentin Nabzı’nın çok akıcı bir metin olduğunu söylemek güç ancak Şili’de darbeden sonra yaşananlar ile ilgili çok net bir portre sunuyor.

Bir Başkana Ağıt

‘Şili’de Av’ ve ‘Ölü Kentin Nabzı’ndan sonra Orhan Asena, Şili ve Salvador Allende hakkında yaptığı araştırmalarını bu kez ‘Bir Başkana Ağıt’ ile kâğıda dökmüştür. Bu eserde konu doğrudan Allende’nin kendisidir. Allende’yi Allende yapan pek çok olay, hikâye, kişisel anı darbe gününün başlangıcından itibaren geriye dönüşler (flashback) şeklinde anlatılır. Tiyatro metinlerini okurken genelde okuduğum şeyi sahnede hayal ederim. Karakterlerin fiziksel formları kafamda canlanır, acaba şu rolü ben de oynar mıyım diye içimden geçiririm. Yazılan karakterler arkadaşlarımı andırırsa onlara da birer rol verir ve sahneye çıkartırım. Hoşuma giderse birkaç kez daha okur, kafamın içinde oynatmaya devam ederim. Bir Başkana Ağıt’da bunu pek çok kez yaptım; yalnız bu seferki biraz farklıydı. Bu metin tiyatro yazım tekniğiyle kaleme alınmış olsa da ben, hem geriye dönüşlerin hem de hem tarihsel kişiliklerin fazlalığından kaynaklı belgesel film tadı aldım.

Oyun, Allende’ye gelen ve istifa etmesi söylenen telefonla açılıyor. Buradan geriye dönüşlerle birlikte Allende’nin ölüme kadar giden yolunu izliyoruz. Geriye dönüşlerde ise çok farklı dönemler ve tarihsel kişilikler var; birinde Salvador Allende tıp öğrencisiyken cunta lideri Carlos Ibáñez del Campo’ya karşı genel grev örgütlerken bir başkasında Küba Devrimi sonrası Havana ziyaretinde Che Guevara ve Fidel Castro ile yaptığı (muhtemelen yazarın kurgusu olan) konuşmaları okuyoruz. Allende’nin son saatlerini geçirdiği başkanlık sarayı La Moneda’da yaşadıkları da ayrıntılı bir şekilde anlatılmış.

Son olarak genel bir bakışla Şili üçlemesini değerlendirmek isterim. ‘Şili’de Av’, bu üç eserin içinde en iyi metne sahip. Yukarıda da belirttiğim gibi Rahip Domingo gibi altı oldukça güzel doldurulmuş bir karakter var. Domingo dışında kiliseye sığınan devrimci gençler içinde Alman Helmut da yer alıyor. Helmut karakteri enternasyonalizmin vücut bulmuş hali olmasıyla oldukça etkileyici. Ayrıca oyunun son bölümü de oldukça heyecanlı ve akıcı. Bütün bu olumlu yönlerinin yanı sıra, Şili 73 Darbesi’nin ardından sıcağı sıcağına yazıldığı için teknik anlamda da üç metin içinde en kusurlu olanı. Yazı epeyce uzadığı için ayrıntılarına girmeyeceğim.

Türkiye Tiyatro literatürüne çok hâkim değilim. Genel olarak okumadığım metinlerin içeriklerini öğrenmeye çalışırım ki bahsi geçtiklerinde biraz fikir sahibi olabileyim. Buradan yola çıkarak şunu söylemek istiyorum; Türkiye’de herhangi bir tiyatro yazarının dünyanın öbür ucunda gerçekleşen siyasi bir olay ile ilgili, olayın sıcaklığıyla bir şeyler karalamasının başka bir örneği (eğer yanlış bir şey söylüyorsam düzeltilsin) yoktur. Türkiye tiyatrosunun Shakespeare’i Orhan Asena tarihsel bir refleks göstermekle kalmamış, konuyla ilgili bir gazeteci gibi derinlemesine çalışmıştır. Metinlerde bahsedilen tarihsel kişiler sadece Che Guevara gibi bilindik simalar değil o dönem çok önemli role sahip olup adını fazla bilmediğimiz kişilerdir. Bunlardan biri; Salvador Allende’nin danışmanı, en yakın dostu ve onunla birlikte dört seçim kampanyasında çalışmış Augusto Olivares, bir başkası ise darbe günü katliamdan sağ kurtulan, yine Allende’nin danışmanı olan İspanyol hukukçu Joan Garces’tir. Orhan Asena bu üç eseri 73-79 yılları arasında kaleme almıştır. Bunlar çok değerli, nitelikli çalışmaların ürünüdür ve o günün şartlarında bu detaylı bilgilere ulaşmak için tahminim odur ki yabancı dillerde okumalar yapmıştır. Bütün bu sebeplerden Orhan Asena’yı ne kadar övsek eksik kalır. Ustanın anısına saygıyla.