Türkiye’de her futbolseverin, bir teknik direktör kadar yeşil sahaya hâkim ve hatta yıllarını bu sahaya adamış kişilerden daha yetkin olduğu artık tartışmasız bir gerçek. Twitter’ı ilk kullanmaya başladığım zamanları hatırlıyorum; kapalı ama çok daha nitelikli olarak kabul edebileceğimiz bir kitle vardı. Artan üye sayısı ile birlikte platform, her şeyin tartışıldığı bir mecra hâline geldi. Gazeteler, ajanslar, internet siteleri de bu platformun bir parçası oldular. Bilgiye kolay erişim sağlayan ve hızlı iletişim sunan internet, ne yazık ki her alanda ciddi bir dezenformasyon ve manipülasyon aracı hâline geldi.
Son birkaç aydaki önemli bazı spor olaylarını düşünecek olursak: Trendyol Süper Lig, kadın voleybol olimpiyat kadrosu, Euro 2024, olimpiyatlardaki genel başarısızlık… Bu olayların her birinde internette anonim hesaplar (özellikle futbolla ilgili olanlarda), sadece kendi destekledikleri takımın lehine paylaşımlar yaparak etkileşim “kasıyor” ve insanları yanlış yönlendiriyorlar. Bu hesaplar ve takipçi kitleleleri platformları tabiri caizse yangın yerine çeviriyor. Hatta bu hesaplardan bazıları, gazeteci ya da yorumcu olarak bildiğimiz kişiler de olabiliyor (örneğin Ahmet Ercanlar, Nevzat Dindar, Bülent Uslu). Takım yöneticilerinin yalan yanlış açıklamaları ve bu hesapların yarattığı bilgi kirliliği derken, tüm bu sürecin bulaşıcı bir paranoya hâline geldiğini düşünüyorum. Bu yazıda son zamanlarda yaşanan tartışmalardan bazılarını değerlendirmeye ve buradan belki de haddimi aşarak ülkede spor bakış açısına bir ayna tutmaya çalışacağım. Her şeyden önce, bu yangınların temelinde üç ana sebep olduğunu düşünüyorum:
- Tuttuğumuz takım konusunda son derece duygusalız ve manipülasyona açığız.
- Desteklediğimiz sporcu veya takımın başarısızlığının nedenini asla kendilerinde değil, dışarıda arıyoruz.
- Cahiliz, o an oynanan müsabaka dışında yazılı veya sözlü yayınları takip etmiyoruz. Takip ettiğimiz branş hakkında yeterli bilgi sahibi olmadan eleştiriyor, asıp kesiyoruz.
Galatasaray Lobisi ve İlkin Aydın
Beni bu yazıyı yazmaya iten temel tartışma konularının başında son dönemin en popüler kavramlarından “Galatasaray lobisi” var. Nasıl bir lobi ki düşünün, Süper Lig’in sonucuna doğrudan etki ederken Türkiye- Portekiz maçı öncesi Vincenzo Montella’yı kanatlarda Kerem Aktürkoğlu ve Yunus Akgün’ü oynatma konusunda ikna edebiliyor. Hatta bu lobinin son icraatı, ligin en formda yerli oyuncularından biri olan İlkin Aydın’ı voleybol olimpiyat kadrosuna dahil etmek oldu(!) Her şeyden önce İlkin Aydın son yıllarda A Milli Kadın Voleybol Takımı’na düzenli olarak davet alan, son olarak geçen yıl kazanılan Avrupa Şampiyonası’nda kadroda yer alan bir sporcuydu. Normal şartlarda zaten İlkin’in kadroda olması şaşırılacak bir durm değildi ancak İlkin’in elinden yaşadığı sakatlık buna engel olacak gibi duruyordu ve kendisi, açıklanan ilk kadroda yer almadı. İlkin yine de Paris’e giden kafileye dahil edildi ve son dakika kararıyla kadroya yeniden alındı.
İlk yangın tam da bu anda başladı. Gönül isterdi ki bu kararın son dakika alınmasının ne kadar doğru olduğu veya kadrodan çıkarılan Tuğba Şenoğlu’nun kadroda daha iyi bir alternatif olup olmadığı tartışılsın. Ancak tartışma, İlkin’in Galatasaraylı olmasına odaklandı. “Galatasaray lobisi müdahale etti ve Fenerbahçe taraftarı olduğu ileri sürülen Tuğba Şenoğlu yerine kadroya İlkin Aydın dahil edildi.” İlkin Aydın’ın en büyük günahı Galatasaraylı olması ve belki profesyonel anlamda kendisine daha iyi bir kariyer sunabilecek Vakıfbank, Fenerbahçe, Eczacıbaşı gibi takımlarda forma giymeyi tercih etmemesi. Tercih etmemesi diyorum çünkü bu takımların İlkin’e teklif yaptığı benim gibi voleybolu çok takip etmeyen bir kişinin bile kulağına gelmiştir. Her şeye rağmen İlkin, ezeli rakiplerinin yarısı kadar yatırım yapılmayan bir takımda ve bir o kadar değer görmeyen kulüp şubesinde kalmayı tercih ediyor.
“Trol” ordusu saldırıya geçmişti. İlkin Aydın’ın yeteneksiz olduğunu yazanlar dahi vardı. Hatta Tuğba Şenoğlu’nun saçını olimpiyatlar sebebiyle boyatması ve İlkin Aydın’dan daha tecrübeli olması gibi komik gerekçelerle yüklenenler de oldu. İlkin’in büyük turnuva tecrübesi olmadığını söyleyenler, geçen yılki Avrupa Şampiyonası kadrosunda Tuğba’nın değil yine İlkin’in yer aldığını atlamış sanıyorum.
Eski voleybolcu Duygu Bal da tartışmalara katıldı ve kendisinin de yıllar önce lobicilik faaliyetleri sebebiyle turnuva öncesi kadrodan çıkarıldığını ifade etti. Konunun kariyerinin düşüşe geçmesiyle veya 27 yaşındayken Survivor’a katılmasıyla da bir ilgisi yoktur diye düşünüyorum. Zira takım kaptanı Eda Erdem’le aynı yaşta kendisi.
Tuğba Şenoğlu’nun menajerlik şirketi ve ailesi çeşitli paylaşımlarda bulundu. Bir hesap, Şenoğlu’na ait bazı istatistikler paylaştı; ligin en verimli ikinci yerli smaçörü, ligin en skorer ikinci yerli smaçörü, ligin en iyi hücum yapan ikinci yerli smaçörü. Sonradan belirtilen bütün bu istatistiklerde ise İlkin Aydın’ın birinci sırada olduğu ortaya çıktı.
Bütün bunlar bir yana, esas tepki verilmesi gereken konu, İlkin Aydın’ın üç yıl önce Melissa Vargas özelinde devşirme sporcularla ilgili yaptığı söyleşinin, bu olaylar akabinde medyaya servis edilmesi. Söz konusu söyleşide İlkin özetle, “Kübalı bir sporcu olmasındansa Türk olmasını tercih ederim” diyor. Burada karşı karşıya olduğumuz ikiyüzlülüğe karşı tepki duymamak mümkün değil. Milli Takımları ve Milli Forma’yı kutsal kabul edip, vatan millet konusunda mangalda kül bırakmayanlar, kendi ideolojilerinin çok paralelinde bir açıklama yapan İlkin Aydın’ı yerden yere vurdular. Son zamanlarda futbolundan çok milliyetçi söylemleri ile ön plana çıkan Merih Demiral’ın, “bozkurt işareti” yapması sonrası tüm dünyaya meydan okuma noktasına geldiğini iddia edenler; Vargas, Türkiye forması giydiğinde hiç ses çıkarmamışlardı. Hatta bu kişiler İlkin Aydın’ın sözlerinin ırkçılık içerdiğini öne süren laflar ettiler. Bunu paylaşanlar, takım başarısını hiçe saydı ve belki de iki sporcunun çoktan kendi arasında çözdüğü bir konuyu su yüzüne çıkardı.
Hikayenin sonuna gelecek olursak İlkin Aydın grup aşaması haricinde hiçbir önemli maçta ciddi süreler almadı. Şu aşamada cevabını bulamamış iki soru olduğunu düşünüyorum. 1) Bir voleybol takımının 12. oyuncusu için ortalığı bu kadar ateşe vermeye gerek var mı? 2) Elinden gelse voleybol şubesini kapatmayı dahi düşünecek mevcut Galatasaray lobisi (yönetimi) İlkin Aydın’ı kadroya sokarak ne elde etmeyi amaçlamaktadır?
Kısır Devşirme Döngüsü
Az önceki Vargas örneği tazeliğini koruyadursun, devşirme konusu daha çok tartışılacağa benziyor. Konu ile ilgili izlediğim bir belgeselde konuşan bir gazeteci şunu söylüyordu:
“Bir mahsulü sofraya koymak, emek ve sabır ister. Sporda da bu geçerlidir. Bu sabrı göstermeyen ülkeler son zamanlarda daha çok devşirme yoluna gitmektedirler.”
Türkiye yaklaşık 22 yıldır son derece çıkarcı bir iktidar tarafından yönetiliyor. Kültür, sanat, spor fark etmeksizin zerre emeklerinin olmadığı alanlarda dahi kazanılan başarılarda pay sahibi gibi görünen veya görünmeye çalışan bir yapı. AKP iktidara geldikten sonra bütün federasyonlara kendilerinden olan yöneticileri veya öyle olmasa bile onlardan onay almış kişileri atadı. Bugün bir spor dalında federasyon başkanı olmanın yolu, federasyon genel kurulundan değil, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan icazet almaktan geçiyor.
Naim Süleymanoğlu devşirme sporcu olarak akla gelen ilk isimlerden biri. Elvan Abeylegesse 2000’lerin başında “bayrağı” ondan devralmıştı. Masa tenisinde Melek Hu, atletizmde Yasmini Copello derken 2016 Rio Olimpiyatları’nda Türkiye adına 29 devşirme sporcu yarıştı. 2024 Yaz Olimpiyatları’ndaki sayılara henüz ulaşamadım ama kolay yoldan başarıya ulaşma çabası sürecek gibi görünüyor.
Gençlerin spora ilgisine, ülkedeki popülerliğine ve potansiyeli ele alındığında en başarısız federasyonun, Türkiye Basketbol Federasyonu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Türkiye A Millî Basketbol Takımı, 1999 Avrupa Şampiyonası’nda oynanan finalden bu yana üst düzey turnuvalarda bir şekilde yer alıyordu. Hatta katılınan turnuvalarda kazanılan başarı sayesinde eleme oynamadan doğrudan bir sonrakine katılım hakkı kazanıyordu. Son yıllarda işler biraz değişti. 2023 Dünya Kupası’na katılma hakkı elde edilemedi ve son Avrupa Şampiyonası elemelerinde İsveç’e yenilme gibi şok edici sonuçlar da alındı.
Kötü gidişin sorumlusunun mevcut federasyon olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Eski basketbolcu Hidayet Türkoğlu, 2016’dan bu yana federasyon başkanı. Türkiye’nin oyuncu havuzu, Fransa, ABD veya Sırbistan kadar geniş değil. Bu noktadan sonra başarıya giden yolun temelini yerel liglerin kalitesi belirliyor. Bu sadece basketbol kalitesi değil elbette. Ligin organizasyonun ve katılacak takımların sağlaması gereken şartlar da ligin kalitesini belirliyor. Almanya bu konuda son on beş yıldır çok ciddi adımlar atıyor ve bunun meyvelerini 2023 FIBA Basketbol Dünya Kupası’ndaki şampiyonlukla ve 2024 Yaz Olimpiyatları’ndaki yarı final ile aldılar. Türkiye’de ise 16 Ağustos’ta ligin yeni ekibi Samsunspor lige katılamama kararı aldı ve bir hafta ertesinde Trabzonspor lige davet edildi. Basketbol Süper Ligi’nin nasıl bir sirk olduğuna dair yeterli bir örnektir diye düşünüyorum.
Devşirme konusuna dönecek olursak, Türkiye’deki uzun yıllardır ciddi bir oyun kurucu eksiği var. İyi oyun kurucu yetiştiremediğimiz için çareyi devşirmede bulduk. Bobby Dixon 32 yaşındayken Türkiye forması giymeye başladı. Tabii ki o süreç çok uzun ömürlü olmadı ve birkaç yıl sonrasında Darüşşafaka forması giyen Scottie Wilbekin takıma eklendi. Hemen ardından Efes formasıyla özellikle Avrupa’da çok başarılı işler yapan Shane Larkin bu kervana katıldı. Büyük turnuvalarda başarı kazanılmadığı gibi 2023 yazında Larkin ve Wilbekin’in çeşitli bahanelerle milli takıma gelmeme rezaleti yaşandı. İki oyuncunun da Türk statüsü iptal edildi ve ligde yabancı kontenjanından forma giyemeye başladılar. Her yıl devşirme olsun olmasın, bir oyuncunun milli takım kampına katılıp katılmayacağıyla ilgili bir iletişim skandalı yaşanıyor.
ABD’li oyuncular ve NBA’de forma giyen yabancı oyuncular için yeni sezon öncesi fiziksel antremanlar çok önemli. Ancak milli takımlarda oynamak bu hazırlığı bölündüğünden veya sezonu çok erken açmak istemediklerinden önemli sayıda sporcu yazları ülke takımlarına katılmamayı tercih edebiliyor. Tab,i bu durum özellikle Türkiye’de çok olumlu karşılanmayabiliyor. Geçtiğimiz yıl NBA’de forma giyen Ömer Faruk Yurtseven, kadroda ismi olmasına rağmen, milli takıma katılmadı. Birçok oyuncunun yaz programı aylar öncesinden belli olur. Federasyon ise bu süreçte “Ömer Faruk telefonlarımızı açmıyor.” gibi bahanelerin arkasına sığınarak bu rezaletin tek sorumlusunun oyuncu olduğunu iddia etti.
Geçtiğimiz günlerde Hidayet Türkoğlu ve A Millî Basketbol Takımı Başantrenörü Ergin Ataman, yeni devşirme arayışında olduklarını açıkladılar. Devşirme oyuncular basketbolda son yıllarda sıklıkla tercih ediliyor. Ülkemizde yıllarca forma giymiş Dee Bost Bulgaristan için yıllarca forma giydi. Makedonya forması giyen Bo McCaleb, Slovenya ile Avrupa şampiyonluğu kazanan Antohny Randolh’a kadar liste uzuyor. Hatta köklü bir basketbol ülkesi olan İspanya dahi oyun kurucu eksiğini Lorenzo Brown ile kapama yoluna gitti. Bunlar elbette stratejik hamleler olarak da değerlendirilebilir ve kısa vadede sonuç verebilir. Ancak Türkiye’de basketbolun eksikleri sonuç odaklı davranmaktan çok daha ötede.
OLİMPİYATLAR
Sonuçları itibarıyla kimine göre ümit veren, kimine göreyse başarısız bir olimpiyat geçirdik. Yıllar sonra altın kazanılamayan ve sekiz madalyayla yetinilen olimpiyatların ardından çok çeşitli iddialar da ortaya atılmış durumda. Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak, olaya sadece madalya üzerinden bakılmadığını, olumlu sonuçların olmadığını ifade etse de açıklamalarının bir bölümünde madalya sayılarında beklentilerinin altında kaldığını da söylemeden geçemedi. Bununla birlikte hazırlık sürecini daha yakından yönetmek gerektiği de vurguladı. Sorunun çözümünün devşirmelerde arandığı gibi, hazırlık sürecini daha dikkatli takip etmek de yeni bir bakış açısı sunmayacaktır. Daha iyi takip edip, ne yapacaksınız?
Kısa bir süre Ankara’da bir gazetede staj yapmıştım. Tanıştığım bir gazeteci, Türkiye’nin olimpiyat kontenjanının giderek daraldığını ve birkaç olimpiyat sonra katılımcı sporcu sayısının 100 veya daha altında kalacağını söylemişti. Bu konuşma, yazıyı yazarken olimpiyatlara kaç sporcu ile katıldığımızı araştırırken aklıma geldi. Türkiye olimpiyatlara 101 sporcu ile katılmış. 101 sporcu içinde sekiz madalya bence çok kötü değil. Esas odaklanılması gereken konunun 101 kontenjan olduğunu düşünüyorum.
Tesisleşme ve sunulan imkanlar anlamında her zaman “gelişmiş” ülkelerin gerisinde olduğumuz konuşulur. Sporda başarı kazanmak için hangi model üzerinde çalışmamız gerektiğini, nasıl bir sistem kuracağımızı düşünmemiz gerekiyor. Bu noktada Türkiye Tekerlekli Sandalye Basketbol Erkek Millî Takımı antrenörü Sedat İncesu’dan, X üzerinden aynı şeyleri yaparak bir sonuca ulaşamayacağımıza ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın da içinde olduğu bir spor sistemine geçilmesi gerektiğine dair tweet zinciri geldi.
Bu sistemin ne kadar mümkün olduğu, uygulanabilirliği tartışılır ama ifade etmek gerekir ki 2024 Yaz Olimpiyat Oyunları’nda ABD’deki Stanford Üniversitesi’nin 28, Türkiye’nin ise yalnızca sekiz madalyası var.
Uzun lafı kısası; sporculara ve kulüplere imkanları ölçüsünde eleştirel yaklaşmak gerekiyor. Başarısızlık için bir suçlu aranıyorsa sorumlusunu sistemde ve bu sistemi işleten-işletmeyen devlette ve onun federasyonlarında aramak gerekli. Paranoyalarımızdan arınmamız lazım. Bu paranoyak toplumun inşasında AKP’nin payı çok büyük. Mete Gazoz 2024 olimpiyatlarında beklentinin biraz altında kaldığı için eleştiri aldı. Hatta internette “O kadar da uzak değil, nasıl atamıyor.” türevleri yorumlar da vardı. Bu yorumlar üzerine Maçkolik Genel Yayın Yönetmeni Buğra Balaban, mesafenin ne kadar uzak olduğunu gösteren bir görsel paylaşmak zorunda kaldı.
İlkin Aydın örneği Fenerbahçe taraftarlarının aleyhinde bir örnek olabilir ama bu diğer takımlar için de çok farklı değil. 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası’ndaki İtalya maçında Taylan Antalyalı oynamadığı için yenildiğimizi düşünen Galatasaraylılar vardı.
Ben de hayatının bir döneminde profesyonel sporcu olma hayali kurmuş bir kişiyim. Ulaşamadığımız hayallerimiz veya desteklediğimiz takımların başarısızlığının sorumluluğunu başkalarına yüklemek kolay. Zor olansa gerçeklerle yüzleşmek ve doğru soruları sorabilmek.