Skip to main content

1.Scott Fitzgerald bir keresinde “Amerikan hayatında ikinci fasılların olmadığı”nı yazmıştı. 2 Eylül’de, 59 yaşındayken Venedik’te hayatını kaybeden David Graeber’in hayatı hem ikinci hem de üçüncü faslı oldurdu.

1961’de New York’ta doğan Graeber, sol eğilimli, seküler Yahudi bir ailede büyüdü. Yetenekli bir matbaacı olan babası, İspanya İç Savaşı esnasında Enternasyonal Tugaylarda savaşmıştı; annesi ise giysi yapımı-tamiri işiyle meşgul bir işçi ve aktivistti. “Maya hiyerogliflerini çevirmeyle olgunlaşan tuhaf hobi” sayesinde antropolojiye yöneldi ve 1984’te Chicago Üniversitesi’nden mezun oldu.

Hemen sonrasında başlayan ilk kariyeri, daha yeni yeni anarşistim diyen bir akademik antropoloğun kariyeriydi. Madagaskar’daki saha çalışmasında iki yılını geçirerek burada kendi söylemiyle “Hint Okyanusu’nun dört bir yanından gelen mülteciler ve isyancılar […] akıl almaz derecede yıkıcı olan kültürel bir alt tabaka yarattılar” ve eylemleriyle hem güçsüz hem de kalıcı olmayan bir devlet kurma girişimindeydiler.

Madagaskar’da kültürlerin temelde başarılı birer sosyal hareket olduğu ve sosyal hareket içerisinde olmanın, hareketin ulaşmayı hedeflediği sonuç için önemli olduğu fikirlerine inanmaya başladı.

Etkin bir siyasi düşünür ve aktivist olarak nitelendireceğimiz ikinci hayatı, Dünya Ticaret Örgütü’ne karşı 1999’da yapılan Seattle protestosuyla başladı:

Hatırladığı kadarıyla; “Dersten çıktım, gazetelerin bulunduğu köşede ‘Seattle’da Sıkıyönetim ilan edildi’ başlığını gördüm ve ‘Ne? Sıkıyönetim mi? Nasıl yani?’ diye düşündüm. O an gerçekten var olmasını istediğim siyasi hareketin plansız bir şekilde, öylece ortaya çıktığını hissettim.”

Graeber, kendisini Seattle için seferber olan Doğrudan Eylem Ağı’nın içinde bularak ağın New York organizatörü oldu. Daha sonrasında harekete dair kaleme aldığı yazısında hareketin kapsamlı etnografik açıklamasını ve Temmuz 2001’deki Cenova protestosuna kadar uzanan uluslararası seferberlik rolünü anlattı.

2004’e kadar Yale Üniversitesi’nde öğretmenlik yaptı; ancak sonrasında – kendi söylemiyle, tehlikeli addedilen görüşleri yok sayan ,düzen yanlısı meslektaşları tarafından aylarca dışlanmasının ardından – sözleşmesi feshedildi.

Direct Action: An Ethnography (2009) (Doğrudan Eylem: Bir Etnografya) adlı kitabında, bu zamana kadar birçok aktivist tarafından benimsenmiş olan fikir birliğine dayalı, entegre bir protesto şeklinden bahseder. Bir sonraki anti-kapitalist kargaşanın dalgası 2011’de başladığında – bu sefer kitlesel, ulusötesi ve çığır açan – olaylar Graeber’in hayatındaki üçüncü faslı başlatarak onu global çapta bilinen, kamuoyuna mal olmuş saygın bir entelektüel haline getirdi.

Dünya halen finansal krizden ötürü çalkalanırken yayınlanan In Debt: The First 5000 Years’da (2011) (Borç: İlk 5000 Yıl) Graeber, borç kavramının materyalist yeniden anlamlandırılışını sosyal iletişimi gözeterek oluşturdu. Borç ve onu uygulamak için gerekli olan baskıcı devlet aygıtının “şiddetle gelen itaatle ilişki kurarak kurbanlarına bunun kendi hataları olduğunu hissettirmenin en etkili yol olduğunu” anlattı.

Hükümetler yüksek kamu borcunu kemer sıkma gerekçeleri olarak göstererek kamu sektörünü harabeye çevirirken Graeber’in kitabı bir nesil aktiviste borcun bir sömürü ve baskı biçimi olduğunu öğretti; sınıf mücadelesiyle gelen çözümün ise borcun iptali olduğunu.

Graeber, borcun analizinin yanı sıra klan temelli toplumlarda gözlemlenebilen; ancak iş birliğine dayalı olan tüm insan uğraşlarının temelini oluşturan “günlük komünizm” kavramını geliştirdi. Kitapta yeterince anlatılmamış olsa da bu fikir, bilinen solun kademeli ve çekingen tavrından kopmaya kararlı, büyük şehirlerin meydanlarını işgal eden ağa bağlı anti-kapitalist aktivistler arasında doğrudan yankı buldu.

Bu durum Graeber’in Occupy (İşgal) hareketinin oluşmasında merkezi bir rol oynamasının da sebebi oldu. 2011 yaşanan bu kargaşanın tam göbeğindeki New York’a geri döndüğünde, Zuccotti Parkı işgalinin zeminini hazırlayıp organize eden aktivistlerden oluşan çekirdek grubun arasında yer aldı. Finansallaşmış kapitalizm tarafından refahın dışında tutulan Amerikalıların büyük çoğunluğunu temsil eden “%99 hareketi” fikrini ortaya atan kişi Graeber’di: “Eğer ki her iki taraf da %1’i temsil ediyorsa biz aslında hayatları dışarıda bırakılan %99’u temsil ediyoruz.” dedi.

Graeber, hareket içerisindeki rolü konusunda mütevazıydı; ancak Democracy Project: A History, a Crisis, a Movement’ta (2013) (Demokrasi Projesi: Tarihçe, Bunalım, Hareket) yazdığı, bunun nasıl işe yaradığına dair görüşleri aktivistler için temel okuma olmaya devam ediyor.

2011-2013’teki bağlantılı protesto hareketleri bastırılıp yatıştığında, o zamanın yetkin olan genç aktivistleri zaman geçtikçe siyaset sahnesinde yeni bir sola meyil oluşturdu; bu durum Syriza gibi eski sol partileri iktidara getirdi, Podemos gibi yenilerini yarattı ve hem ABD Demokrat Partisi’nde hem de Britanya İşçi Partisi’nde güçlü sol akımlar oluştu.

Bu aşamada parti tabanlı aktivizm, seçim çalışmaları ve bununla birlikte gelen kaçınılmaz olan bürokrasiye duyulan ihtiyaçtan memnun olmayan Graeber’in anarşizmi ve akımı, her zaman eleştirel ve bazen köktenci bir şekilde karşı çıktı.

Strike! Dergisi için yazdığı oldukça bilinen bir makalesinden yola çıkan – Bullshit Jobs: A Theory’de (2018) (Boktan İşler: Bir Teori) Graeber, kapitalizmin milyonlarca insanın “tüm çalışma hayatlarını gerçekten yapılması gerekmediğine gizlice inandıkları görevleri yerine getirerek geçirdikleri” bir aşamaya ulaştığından bahsederek; bunun bir tür siyasi ve kültürel şiddet olduğunu ve çözümün çalışma saatlerinde acilen yapılması gereken bir azalma olduğundan bahseder.

Gençler arasında yankılanmasına ve Yeşil Hareket’in büyük bir kısmının post-çalışma ahlakına uygun olmasına rağmen bu argüman, Graeber’i (ve onunla aynı fikirde olanlarımızı) sol liberalizmin çalışma yanlısı kültür ve siyaseti ile tam istihdam ve “iş garantisi” vurgusu yapan sendikacılık ve sosyal demokrasiyle anlaşmazlığa düşürdü.

Graeber, 2007-2013 yıllarını Goldsmiths Üniversitesi’nde geçirdi. 2013’ten ölümüne kadar ise London School of Economics’te Antropoloji profesörüydü.

Graeber, babasının anılarından esinlenip 2014 yılında Kürdistan’ın kurtarılmış bölgesi olan Rojava’yı ziyaret ederek sosyal ve siyasi kazanımlarını farklılaştırdı. Bu sayede Kürt mücadelesini destekleme ve duyurmadaki başarısızlıkları nedeniyle hem ana akım medyayı hem de uluslararası solu bir hayli solladı.

Son yıllarında sol strateji – siyaset ile aktif bir şekilde ve bir yandan da karşıt mücadele vererek ilgileniyordu: The Big Issue’daki son makalelerinden birinde anti-hiyerarşik bir sol yaratma projesini sadece üç gereksinimle aktarmaya çalıştı: boktan işleri ortadan kaldırma, “saçma sapan inşaatlar” ve planlı eskime.

Jeremy Corbyn’e yapılan cadı avından dehşete düşmüştü. Ölümüne kadar gururlu bir Siyonizm karşıtı oldu: Geçen ay Double Down News’a “En nahoş bulduğum şeylerden biri ‘kendinden nefret eden bir Yahudi’ olmak. Eğer ben Musevilik içerisinde Karl Marx, Baruch Spinoza ve İsa’yı üreten bu geleneğe sadık isem o zaman – tüm o Yahudi kafirler – tüm o adamlar bir anlamda ucubedir ve ruhumu gerçek anlamda temsil eden kişi Bibi Netanyahu’dur.” açıklamalarında bulundu.

Graeber, solculuğu ebeveynlerinden öğrenen, dayanışma ve eylemcilik değerlerini baskılanan bir çağa taşıyan ve 1999’dan sonra neoliberalizm parçalanmaya ve istikrarsızlaşmaya başladığında kendilerini zincirsiz bulan 1960’lı yılların işçi sınıfı çocuklarındandı.

İçime en fazla işleyen kavrayışı, prefigüratif aktivizm ihtiyacı değil, Marksizmin bütünleştirici iddialarının ve bunlardan kaynaklanan ya hep ya hiç stratejisinin bir eleştirisiydi. Graeber’in, kapitalizmin kaçınılmaz matrisine hapsolduğunu düşünen bir neslin kaderciliğine sunduğu panzehir, “kapitalist bütünlük” fikrini reddetmekti: Sermaye vardır. Dostluk, iş birliği, tüketim ve kültür gibi başka şeyleri de kapsar.

2012’deki bir röportajında yaptığı açıklamada, “Komünizm, birbirimizle kurduğumuz milyonlarca farklı düzeydeki ilişkide zaten var; bu yüzden bizi büyük bir bilinmezliğe sürükleyen mutlak olumsuzlama fikrinden ziyade bunu kademeli bir şekilde genişletmek ve nihayetinde sermayenin gücünü yok etmek meselesidir bu.”

Ölmeden hemen önce yeni kitabı On Kings’i (Kralların Üzerinde) tamamlamıştı ve geç dönem taş devrinden başlayarak günümüze kadar süregelen toplumsal eşitsizliğin tüm öyküsünü yeniden anlatmak için büyük bir proje üzerinde çalışıyordu. Bu projeyi “büyük ihtimalle Yüzüklerin Efendisi’nden daha fazla satış yapacak olan bir üçlemenin ilk cildi” diye tanıtmıştı.

Trajik bir şekilde hayatının dördüncü faslını olduramadı. Hayatı boyunca sosyal adalet için savaşan David Graeber’in nihai başarısı kurduğumuz “her günün komünisti topluluğunda” var olacaktır. Sanatçı ve yazar olan eşi Nika Dubrovsky sayesinde de yaşayacaktır.

Novara Media’daki İngilizce orijinalinden Ceren Baskı tarafından Kroniko.org için çevrilmiştir.