Bilinen ve sevilen şeylerle uzun aralardan sonra ya da hiç beklenmeyen bir anda karşılaşmanın heyecanı ile merak uyandıracak yeniliklerle karşılaşmanın ve ardından merakın peşinden koşmanın heyecanı… Yaşamı keyifli hale getiren güzellikler arasında ön sıralarda yer alan bu “karşılaşmalı” heyecanlar, pandemi öncesi ve sonrasına dair karşılaştırmalı düşüncelere dalındığında eksikliği hissedilenler arasında da başı çekiyor. Aşina olunsun ya da yeniliğiyle birlikte olunmasın, karşılaşılan şey müzikse eğer oradan anılara, umutlara, düşlere ve beklentilere açılan kapılar bir başkadır. Farklı sanat dallarına doğru zihinlerde kurulacak köprüler, kişisel hikayelerin türlü türlü yönlerine uzayan yollara çok daha kolay bir şekilde bağlanıverir. Araya dezenfektanlı/maskeli sosyal mesafelerin girmediği ve karşılaşmaların bazen bir kısmının tekil değerini örseleyecek denli bol yaşanabildiği zamanları düşününce aklıma Yeni Türkü’nün “Sesler Yüzler Sokaklar” şarkısı ve ona bir de “mekanlar” diye ekleme yapmak geliyor. Şarkının hem ortasında hem de sonunda duyduğumuz o umut dolu ezgi ise sağlıkla ve eksilmeden varılması umulan daha özgür zamanlara, yani güzel düşlere doğru akıp gidiyor. Bu kişisel akışa katılan taze bir karşılaşmadan bu yana, müziğin yarattığı sahici heyecanı ezgileyen bir şarkı kulağımda: “Really Something”.
Sokaklara çıkıp yola daha özgürce koyulduğumuz, müdavimi olunan mekanların yürüyüşlerin istikametini daha bolca belirlediği ve o mekanlarda bir masa etrafında buluşulup sohbetlerin koyu kıvamının tutturulduğu pandemi öncesi zamanlar dün gibi; ama olmuş 7 ay. Pencere kenarlarından şehrin sokaklarına kafaların uzandığı ya da teraslarından göğe bakışların kaydığı; sonrasında dönüp dolaşılıp masadaki sohbete dahil olunan tüm o zamanların güzel parçaları arasında karşılaşmalar da var elbette.
Teknolojik gelişmelerle birlikte karşılaşmaların yarattığı heyecan da dönüşüyor. Gerçek dünyayla sanal dünyanın geçişkenliğindeki artış bağlamında sayılabilecek kimi olumsuzlukların yanı sıra, teknolojinin sunduğu imkanlarla ortaya çıkan kimi avantajlar da o heyecanı olumlu bir yönde değiştirebiliyor. Müzikle karşılaşmalar dendiğinde ise son yılları bir mobil uygulamasıyla birlikte anmamak olmaz; ortamlardaki boşluğu karşı konulmaz bir akışkanlıkla dolduran yeni müziklere uzatılan telefonların müsebbibi Shazam.
İlk defa duyulan birçok şarkıyı “teknolojinin nimetisin sen” dedirten algoritmasıyla hızlı bir şekilde bulmayı sağlayan Shazam hayatımıza girdikten sonra, hoparlörlere doğru telefon uzatarak somutlaşan “Shazam duruşu” diye bir gerçeğimiz var artık. Bu mobil uygulaması, merakı hızlıca giderebilmek açısından belki bir miktar tembelliğe de sebep oluyor. Ne olursa olsun, müdavimi olunan mekanların aşina sesleri ve yüzlerinin arasından süzülen müzikleri, havaya uzanan telefonla adeta yakalamayı özlemedim desem yalan olur.
Bu teknolojik kolaylığın öncesinde daha çok mekanların müziklerinin ayarlandığı bilgisayarın başında şarkıyı yakalama çabaları, havada kapılan sözleri not edip google’da aratma halleri vardı. Eskiye gittikçe, teknolojik imkanlarla kurulan bağda da hep daha fazla emek harcanması gerektiğini görüyor insan. Kişisel yaşamımda bu geçmişe dönüş, radyodaki yeni bir karşılaşmayı, doldurulacak kasetle ve yayıncının vereceği bilgiyi kapaktaki boş satırlara işleyecek kalemle beklemeye kadar uzanıyor. “Ya ben ya ev telefonu” diyen internet de yine küçük küçük yardımlara koşmaya başlamıştı tabii o yıllarda.
“Shazam duruşları” uzakta kaldı; varsa eğer o duruştan kaynaklı “Shazam kasları” da hımbıllaştı. Sokaklarda ve mekanlarda, sesler ve yüzlerin arasından süzülüp gelen yeni müziklerle karşılaşma ihtimali azaldıkça, instagram hikayelerindeki reklamlarda ağırlığını hissettiren bağımsız müzisyenlere daha çok dikkat eder hale geldim sanırım. Belki de günlük rutinlerdeki keskin değişimi, bu süreçte beni müzikal karşılaşmalar açısından heyecanlandıran bazı durumlarla dengelemeye çalışıyorum kafamda ve bu yazıda. Öyle ya da böyle, instagram hikayelerine bakınırken araya kaynayıp karşıma çıkan o şarkıyı dinleyip duruyorum uzun zamandır; Bosnalı müzisyen Hector Gachan’ın “Really Something” şarkısı.
Gachan küçük yaşlarda ailesiyle birlikte Avustralya’ya göç ediyor. Ancak 13 – 19 yaşları arasında yine ailesiyle birlikte Saraybosna’ya dönüp “Untitled ‘91” adlı ilk albümünün kapağında fotoğrafını gördüğümüz semtte kendisi için önemli anılar biriktiriyor. Sonrasında yine Avustralya yılları; derken bu iki ülke arasında dokunan mekik, bir bakıma Bosna-Hersek’te ve Balkanlar’ın çoğu bölgesinde yaşananlara çok boyutlu bakmasını sağlıyor.
İlk kayıtlarını internette paylaştıktan bir süre sonra Fransa merkezli bir plak şirketinin dikkatini çeken Gachan, bir yandan bu şirketin daha çok indie işlere yer vermek üzere kuracağı alt-şirkete isim belirlenmesini de sağlıyor. Instagram hikayeleri arasında reklamını gördüğüm o şirket, Nice Guys Records; adını Gachan’ın pek keyifli şarkısı “Nice Guy”dan alıyor. Nice Guys Records’un kısa bir zaman içerisinde kataloğunu nasıl genişlettiğini anlaşılır kılan spotify çalma listesi, bahsettiğim reklamda tanıtılırken kulağıma attığı ağ ise “Really Something”di.
2017 tarihli ilk albüme adını veren “Untitled ‘91”, sonrasında sırayla “Nice Guy” ve “Really Something”; adeta albümün “üç büyükler”i gibi girişte dinleyenleri karşılıyor. Albüm kapağından şarkı sözlerine otobiyografik ögeler taşıyan bu albümün diğer şarkıları da aynı keyifli akışla ilerliyor. Balkan melodileri ve Boşnakça’nın ezgiselliğiyle Tame Impala’da somutlaşan Avustralya merkezli indie tarzın harmanı, onu dinlerken hissedilen özgünlüğü anlamlandırmak için yararlı bir kılavuza dönüşüyor. “Really Something” ile 1993 yılından bir Fuad Buzadzic şarkısı olan “Vrijeme Ljubavi”nin arasındaki bağı keşfetmek ise Nice Guys Records’un logosundaki gibi bir gülümseme eşliğinde yeni bir karşılaşmanın heyecanını karşılamayı beraberinde getiriyor.