Skip to main content

20.yüzyıl siyasi tarihiyle ilgili olanlar için hatırda kalan bir tarihtir 11 Eylül 1973. O gün, cuntanın Şili Devlet Başkanı Salvador Allende’ye saldırdığı gündür. Şili darbesiyle hatırladığım ilk şeyler lise yıllarıma dayanıyor. Babam, Marquez’in ünlü romanı Şili’de Gizlice’yi elime tutuşturmuştu ve “faşizm koşullarında film çekmeye çalışan bir yönetmenin hikayesi, mutlaka oku” demişti. O zamanlar siyasete ilgi duymaya başladığım bir dönemdi; ancak romanda anlatılanın “bir yönetmenin hikayesi” olması daha çok ilgimi çekmişti. Kitabı bir çırpıda okumuştum. Okuduklarımızdan anladıklarımız biraz da algımızın açıklığı kadardır. O yüzdendir belki; o kitaptan almam, anlamam gerekenleri yıllar sonra ikinci okuyuşumda alıp anlayabildim.

Geçen yıl ekim sonuydu yanlış hatırlamıyorsam Genco Erkal Instagram sayfasından 70’li yıllarda Dostlar Tiyatrosu’nun sahnelediği bazı oyunların fotoğraflarını paylaşıyordu. Bunlardan bir tanesi dikkatimi çekti. Orhan Asena’nın Şili darbesinin ertesinde, sıcağı sıcağına kaleme aldığı Şili’de Av. Eserin adını yıllar önce duymuştum; ama okumamıştım. Biraz araştırma sonrasında Asena’nın Şili ile ilgili üç tane oyun yazdığını öğrendim. Bu üçlemeyle ilgili düşündüklerimi ve diğer detayları daha önce kroniko.org’da yazmıştım.

TIKLAYIN – Türkiye Tiyatrosunun Shakespeare’inden Tarihsel Bir Refleks: Şili Üçlemesi

Şili’de Av, darbe sırasında askerlerden kaçan devrimci öğrencilerin yaşama tutunma mücadelesini anlatıyor. Metinde sürekli, radyodan Allende’nin sesi duyulduğu belirtiliyor; ancak ben Allende’nin varlığıyla metnin biraz daha ivme kazanabileceğini düşündüm. Üçlemedeki son eser olan “Bir Başkana Ağıt”da Salvador Allende’nin son günü belli detaylarla anlatılmış. Acaba bu iki metni birleştirip o ivmeyi yaratabilir miyim diye düşünürken kendimi kısa bir süreliğine de olsa akıllı ve yaratıcı zannetmiştim. Meğerse yapılmışı varmış. İzmir Devlet Tiyatroları (DT) kafamdakini benim düşünmemden on yıl önce sahneye koymuş bile.

Orijinal fikir bana ait olmasa da doğru yolda gittiğimi düşünerek avuttum kendimi. Uzun süredir sahneden uzak kalmanın verdiği özlemle bu metnin biraz üstüne gittim. Daha da irdeledikçe Salvador Allende dönemini biraz daha araştırıyordum. Ulus’ta bulunan DT Arşivi’ne gidip oyunu seyrettim. Hatta Allendeli sahneleri biraz daha dikkatli inceleyip notlar aldım; ancak yaptığım araştırmalarla çelişen bazı bölümler vardı. Bunların bir kısmı da detay sayılabilecek noktalar olduğundan doğrusuna ulaşmak zor görünüyordu. Bir gün internette gezinirken “Allende en su Laberinto” adlı bir film gördüm. Film, darbe gününü anlatıyordu ve yönetmeni de babamın yıllar önce elime verdiği kitaptaki yönetmenin ta kendisi olan Miguel Littin’di.

Filmi izleme çabalarım bir süre sonuçsuz kaldı. İnternetten ümidi kesince Kızılay’da bildiğim korsan DVD satan yerleri bir turladım. Oralardan da bir şey çıkmadı. Filmi bulamamanın canımı sıkmaya başladığı günlerden birinde tanıştım Ahmet Abi’yle. Kendisi oyuncu, tiyatro yazarı ve yönetmeni. Arkadaşlar kendisinden ara ara bahsettiğinden gıyaben tanıyordum onu. İlhan Erdost’un cenazesinin olduğu gündü. Cenaze sonrası Kızılay’a indiğimde arkadaşım Burak’la Konur Sokak’ta oturuyorlardı. Burak’a Şili’de Av’ın metniyle çalıştığımdan bahsetmiştim. Oradan konu açıldı ve laf lafı açtı. Şili’den, Allende’den, Victor Jara’dan konuştuk. Aradığım filmi izlediğinden, nerelerde bulabileceğimden bahsetti. Ahmet Abi’nin Venceremos adlı, Victor Jara’yı anlatan bir tiyatro metni kaleme aldığını duymuştum. Konu biraz ondan da açıldı. Victor Jara’nın eşine ve kızına ulaştığını söyledi. Kısa ama hoş bir sohbetin ardından vedalaştık.

Aylar sonra bu sohbet aklıma geldi ve gerçekten hala o ‘kitabı’ okumadım mı diye sordum kendi kendime. ‘Kitap’ diyorum; çünkü “Venceremos” dışında iki eseri daha var Ahmet Abi’nin. Dolayısıyla bu bir üçleme. Çoğunlukla kişisel ilgilerimden bahsederek başladığım bu yazıya, Ahmet Abi’nin üç tiyatro metnini elimden geldiğince anlatarak devam etmek istiyorum.

Bir Şili Şarkısı: Venceremos

Şilili devrimci sanatçı Victor Jara pek çok devrimci öğrenci ve akademisyen gibi darbe günü alıkonanlar arasındaydı. Alıkonanlar; o günkü adıyla Şili, şu anki adıyla Victor Jara Stadyumu’na getirildiler. Metin de her şeyin sonlandığı yerde başlıyor; Şili Stadyumu’nda.

“Venceremos” Victor Jara’nın bütün hayatına tanıklık ettiğimiz bir biyografik belgesel havasında. Jara’nın oyunun ana karakteri olması itibariyle çocukluğundan itibaren yaşadıkları, müzikle tanışması gibi olayları sanki birinci ağızdan dinliyoruz. Pek çoğumuzun hayat hikayesini anlatmaya başlarken yapacağı gibi Victor Jara da çocukluktan başlıyor anlatmaya. Sarhoş bir baba, fedakâr bir anne, üç kardeş ve yoksulluk arasına sıkışmış bir çocukluk. Gitarla tanışması, annesi Amanda sayesinde oluyor ve bu aynı zamanda ömür boyu sürecek bir dostluğun da başlangıcı. Metinde bu dostluk şöyle anlatılıyor: “Beni en iyi gitarım tanır. Onu çalmasaydım ne yapardım bilmiyorum. Bunun için anneme şükran borçluyum.”

Buradan sonra anlatım kronolojik olarak devam ediyor. Victor Jara, halk sanatçısı Violetta Parra ile tanışmasından üniversiteye başlamasına ve eşi Joan Jara’yı ilk gördüğü ana kadar pek çok yaşanmışlığı paylaşıyor. Hayatı bir yandan anlatılırken Şili Stadyumu’nda onun ve diğer alıkonanların yaşadığı vahşet de anlatımda yer etmiş. Metin tıpkı Victor Jara’nın hayatı gibi kısa ve öz. Sonlanırken de onun ve geride kalan pek çok devrimcinin mücadelelerini ve yitirdikleri hayatların burukluğunu geride bırakıyor.

Ben, Frida Kahlo: Otoportre

İkinci eser özellikle son yıllarda oldukça popüler bir figür haline gelmiş olan Frida Kahlo ile ilgili. “Venceremos”daki anlatıma biyografi benzetmesi yapmıştım. Bu metin de adından anlaşılacağı üzere benzer bir şekilde yazılmış. Temel fark ise Frida Kahlo’nun oyundaki tek karakter olması ve bahsi geçen diğer karakterlerin de Kahlo’yu oynayan oyuncu tarafından oynanması.

Başlangıç artık pek çoğumuzun aşina olduğu o sözlerle yapılıyor: “Ben, Frida Kahlo. Devrimin ve acının kadını. Ben Frida Kahlo. Kemikleri kırık bir bedenin yorgun ve acılı taşıyıcısı.” Frida Kahlo’yu hayatı boyunca yaşadığı acılardan bağımsız olarak anlatmak elbette mümkün değil. Oyun Frida Kahlo’nun çocukluğundan bu yana çektiği acılar, hastalık ve kazalar nedeniyle yaşadığı fiziksel engele olan isyanıyla başlıyor. Kahlo, yataktan çıkmamasını söyleyen Diego Rivera’yı, doktorları görmezden geliyor ve seyirciyi selamlıyor: “Viva La Vida”[1].Oyundaki bölümler hayatı boyunca yaptığı tablolara göre bölünmüş ve kronolojik şekilde devam etmiş.

Metinde Frida Kahlo’nun çocukluğundan üniversite yıllarına, hastalıklar ve fiziksel engeliyle nasıl mücadele ettiğinden ailesine ve hiç dilinden düşüremediği aşkı Diego’ya kadar pek çok ayrıntıyı bulmak mümkün. Benim gibi Kahlo’yla ilgili Wikipedia düzeyinde bilgi sahibi olanlar için de gerçekten güzel bir kaynak.

Vicdan

Üçlemenin son oyunu Vicdan, Nurten adında bir kadının 70’li yıllarda yaşama tutunma hikayesini anlatıyor. Pek çok kadın gibi Nurten de aile içi fiziksel ve psikolojik şiddetle ataerkil düzenle mahalle baskısıyla mücadele ediyordu. Oyun bir hastane odasında başlıyor. Nurten son anlarını yaşarken hemşireye bir soru soruyor: “Sen hiç aşık oldun mu?”.

Nurten, saydığım bütün o olumsuzluklara rağmen var olmaya çalışan, ataerkil düzene ayak uydurmuş annesi ve ablasından farklı olarak eve hapsolmamış, kendi ekmeğini kazanmaya çalışan bir kadındı. Fabrika işçisiydi. Fabrika şefi ağır iş koşullarını işçilere dikte etmenin yanı sıra işçilere mobbing de uyguluyordu. Nurten, o noktada şefe pabuç bırakmayarak günün koşullarında pek çok işçinin karşılaşacağı bir sonla yüzleşiyor; tazminatsız iş feshi.

Nurten’in öyküsü, o yıllarda benzer koşullarda yaşayan kadınların ortak öyküsü. Metinde Türkiye’nin o dönemki sosyo-kültürel yapısı dışında, mevsimlik işçilik gibi konular da işleniyor. Oyundaki radyo, aynı zamanda okuyucunun dönemin siyasi olaylarını takip etmesi için bir araç olarak kullanılmış.

Tiyatro metinlerini okurken metne, karakterlere ne kadar eşlik edebildiğim, anlatılan dönemin havasını ne derece soluyabildiğim benim için önemlidir. Bir yıldır Şili’yle fazlasıyla haşır neşir olmam sebebiyle kitabı okuma konusunda oldukça motiveydim ve önem verdiğim şeylerin karşılığını buldum diyebilirim. Venceremos’u okurken Şili’nin bir köyünde ateşin başına diğer köylülerle toplanmış, Victor Jara’yı dinliyor gibiydim. Otoportre’de Frida Kahlo’nun sergisine katılmış gibi hissettim. Özetle bu üçlemeyi okumaktan gerçekten keyif aldım ve belki de yazar, vermek istediği kadar rahatsızlık verdi bana. Ahmet Abi gerek yaptığı araştırmalarıyla gerek de bunu kağıda döküşüyle gerçekten ortaya saygı değer bir iş çıkarmış.

Not: Ahmet Abi’nin bu kitabı Mitos Yayınları tarafından basılmış. Kitapla ilgilenenlerin “Ahmet Yapar Toplu Oyunları 1″nı internette aramaları yeterli olur.

[1] Yaşasın Hayat

Kültür

Zaman

Eylül DanışmanEylül DanışmanAğustos 2, 2023
Kültür

Nazmiye

Eylül DanışmanEylül DanışmanAğustos 2, 2023