Skip to main content

Takımlar sahaya çıkmaya hazır, maç başlıyor: ÇHD ve HHB davalarıyla duruşmanın performansı ve yansımalarına bir bakış[1]

Gücün gücü dengelemediği yerde demokrasi olmaz; azınlık ya da çoğunluk diktatörlüğü olur![2]

Ben bu duruşma serisini incelemeye başladığımda Ebru Timtik hâlâ yaşıyordu, yani bir çeşit sahne olarak nitelendirdiğim performans alanında rollerin gözleri önünde henüz bir insan ölmemişti. Siyasi davaların bazen hakemi kamuoyu olan maçlar gibi olabileceğinden de bahsetmiştim, günlük yaşamdaki sahnelerde başka kan görmemek için bu ölümden hakemlerin bir ders çıkarması gerek diyebilirim. Bu bölümde Canan Coşkun’un Burası Mahkeme[3] kitabından alıntılar ve ÇHD ve HHB[4] davasının duruşma kayıtlarından 2010’lu yılların Türkiye’sindeki duruşmaların performanslarını göstermeye çalışacağım. Duruşmalar siyasi olunca, performanslar da sadece mahkeme duvarları arasında kalmıyor; yansımaları medya, partiler ve sivil toplum kuruluşları (STK) aracılığıyla kamuoyu önünde de sergilenen gücün ve algının performansına dönüşüyor.

Yargılananların gözünden hâkimin performansı

ÇHD’nin, mahkeme heyeti başkanı için hazırladığı bir video vardı. Bu videoda hâkimin sorumlu olduğu siyasi davalar özetlenmişti. Kendisi Selahattin Demirtaş, Canan Kaftancıoğlu, Sırrı Süreyya Önder ve İhsan Eliaçık gibi toplum tarafından takip edilen siyasi davalara da bakmış. ÇHD’den avukatlarla görüştüğümde heyet başkanının üçüncü duruşmadan sonra kasten bu davanın başkanlığına atanmış olduğunu düşündüklerini ifade ettiler. Aynı hakimin bahsettiğim siyasi davalardan sorumlu olmuş olması ve yargılananları hapse mahkûm etmesi bu düşünceye sebep olmuş. ÇHD’nin twitter hesabından yayınlanan bu video, bu cezaları kamuoyuna çarpıcı bir şekilde anlatmak için hazırlanmış.[5]

Seçilen müziklerden, çizimlerden ve kurgudan bir algı yaratma veya yayma çabası olduğunu görebiliriz. Ortada böyle bir çaba var çünkü heyet başkanı, ilgili mahkemeye özel bir görevle geldiğini kabul etmiyor. Buna dair bir diyalog aynı zamanda ÇHD’nin 3, 4, 5 Aralık oturumlarında da yer alıyor. ÇHD’nin önceki dosya ve ceza kararlarını yurt içi ve yurt dışı kamuoyuna göstererek vermeye çalıştığı mesaj: “Hayır! Siz hükümet tarafından kasten bu dosyaya atandınız.” Yani, bir kez daha siyaseti ve algıyı bir performans olarak görüyoruz.

Mekânın, kostümün ve gücün sergisi

“Duruşma katında robocop kıyafetli Çevik Kuvvet polisleri, kalkanlı polisler, bariyerler ve arama noktaları vardı. Katta kuş uçurtulmuyordu. Emniyetin polis yığmasına karşılık duruşma salonu hınca hınç doluydu.”[6]

“Polisler mahkemenin kararıyla dışarı çıkarken salondakilere silahlarını gösterdi.”[7]

Alıntıya bakıldığında, ortada bir maç varmış ve taraflar buna hazırlanıyormuş hissi geliyor: “Çevik kuvvet polisi, engeller, sıkı güvenlik önlemleri ve tıka basa dolu seyirci koltukları.” İki tarafın da bir maçta ya da tiyatro sahnesindeymiş gibi birbirlerine “buradayım ve güçlüyüm” mesajını vermeye çalıştığı söylenebilir. Robocop kıyafetini giydirmek, hınca hınç dolu salonun önü, vb. durumlar kostümlü bir tiyatro sahnesi adeta. Normalde salona giriş önceliği sivil polislerin değil ailelerindir; eğer salonda boşluk kalırsa onların da girişte polis memuru olduklarını bildirerek salona girmelerine izin verilebilir ama bu duruşmada bazı aileler salona giremese de sivil polisler silahlarıyla içeri girmeyi başarmış. Bu silah şovu da bir tür performans olarak anlam kazanıyor. Ayrıca kendi deneyimlerimden yola çıkarak bu döngüde ‘duygunun performansı’ durumu olduğunu da gözlemledim. Bazı polisler, özellikle gençler, bu tür silahını göster, güç gösterisi yap gibi emirleri almasalar bile, bu tür davranışları duygularını kontrol etmediklerinden sergileyebiliyorlar. Buna benzer gösterilerini kendi aralarında anlattıklarını, hakkında övünülecek bir hikâye hâline getirdiklerini iddia ediyorum; hatta “Nasıl da dayadım silahı o… çocuğunun alnına” kulaklarımla şahit olduğum bir cümle. Bu tür ifadeler muhtemelen meslektaşları arasında onlara prestij getirmekte.

Öte yandan, salonda da psikolojik üstünlük kurmak için çeşitli performansların sergilenir. Coşkun’un, Selçuk Kozağaçlı konuşurken salonda slogan atan ve Kozağaçlı’yı öven cümleler söyleyenlerin varlığından bahsetmesi[8] buna örnektir. Bu tür sözlü ve fiziksel performanslar bazen mahkeme kurulu üzerinde ciddi bir etki de oluşturur. Dolayısıyla sanıklar da ‘gücün performansı’ çerçevesine dahil olabilirler, bu karşılıklı güç ilişkileri yüzünden durum bir maça benzetilebilir. Tabii, bunun eşit koşullarda oynanan bir maç olduğunu da söylenilemez.

Slogan ve tezahüratlardan sonra, sıra mahkeme heyetinin gücünü göstermesine geliyor. Avukatları, kararı bozdukları için duruşma dışına atmak istemişlerdi. Bu noktada Türkiye koşullarını düşündüğümüzde kolluk kuvvetlerinin fiziksel şiddete bile başvurabileceğini de düşünmemiz gerekir.[9] Daha önce de bahsettiğim gibi polisin böyle bir emri doğrudan almasına gerek de yoktur, ülkedeki tecrübelere bakıldığında aralarında duygusal rahatlama sağlamak için bunu bir ritüele[10] çevirenler olduğunu bile gözlemleyebiliriz.

Böyle bir saldırıdan sonra sıra sanık tarafından yapılacak hamlelerdedir; ama ellerinden gelen ancak heyete, yüksek sesle görevini hatırlatmaktır; salondan gelen tepkiler üzerine kendi hamlesini yapan heyet de salonu terk etmiş anlaşılan.[11] Yaşananlara baktığımızda Alessandro Falasi’nin bahsettiği ‘surprize efect’lerle (sürpriz efekti)[12] dolu bir maç izliyormuşuz gibi görünüyor. Mahkeme heyetinin salondan çıkmasının, güçlerini bir kez daha sergilemek için olduğunu söyleyebiliriz; çünkü bir heyetin duruşmayı terk etmesi, o duruşmanın sanıklar için çok zor geçeceğinin göstergelerinden sayılabilir.

‘Siz’ ve ‘sen’ hitap şekilleri arasındaki tercihle de güç gösterisi yaratan durumlar oluşabileceğini düşünüyorum. Canan Coşkun duruşmayı bizzat izlemiş ve kitabında hâkimin Kozağaçlı’ya ‘sen’ diye hitap ettiğinin altını çizmiş ve hâkimin bunu yapmamış olması gerektiğini vurgulamış.[13] SEGBİS deşifrelerini incelediğimde heyet başkanının Kozağçlı’ya birkaç nokta dışında “sen” olarak hitap etmesine denk gelmedim. Bu noktada iki olasılık akla geliyor: Birincisi, SEGBIS deşifre edilirken fark edildiği kadarıyla düzeltme yapılmış olabilir ya da Canan Coşkun mahkemenin ateşli atmosferinde liminal alanda[14] birkaç kez yaşanan talihsizliği sanki tüm duruşma boyunca sürmüş gibi hatırlamış olabilir. Victor Turner ve Richard Schechner’in bahsettiği liminal alanı, ya ritüele maruz kalanların geçici olarak “hiçbir şey” haline gelmesi ya da ritüel ve performansların bir parçası olarak değişime açık oldukları aşırı bir kırılganlık durumuna sokulması olarak düşünebiliriz. Bu nedenle, mahkemenin bu aşırı veya zamanın dışı durumunu ‘liminality’ terimiyle de açıklamak mümkün.

Sanki kırmızı kart!

Bu çok değişik bir an olsa gerek. Bu anı ben de birçok insandan dinledim; zaten ÇHD ve HHB davasının ve hâkiminin, her kesimden kamuoyunda bu kadar ses getirmesine vesile olan sürpriz efekt olayı buydu. Yaşananlar üzerine hâkim avukatları, seyircileri ve hatta sanıkları salondan dışarı atıyor ve heyet duruşmaya kendi başına devam ediyor. Salondan çıkarılırken ise sloganlar atılıyor. Bu davranışlar rol içindeki kişilerin performansı olarak düşünülebilir. Özetle her iki takım da karakterlerinin etkilerini güçlendirmek için davranışlarını belirliyor; bu Goffman’ın kitabının ‘Karakter Dışı İletişim’ adlı bölümde, karakterin devamlılığından bahsettiği kısmı hatırlatıyor.[15]

Olayın detayına baktığımızda, tutuklu sanık olan avukatlar heyetin reddi hakkında konuşmak istediğinde hâkim sanıklara söz vermeyince duruma tepki gösteriyorlar. Bunun sonucunda da avukatların salon dışına atıldığını görüyoruz. Canan Coşkun’un kitabına baktığımızda davayla ilgili şu sözleri okuyoruz: “Salonu terk etmekte olan avukatlar ‘Tam istediğiniz gibi bir ortam. Dikensiz gül bahçesi’ diye bağırıyordu.”[16] Aynı dava için SEGBİS kayıtlarına (duruşma kayıtlarına) baktığımızda ise şu sözleri görüyoruz: “Kendini Tanıtmayan Şahıs: Tam istediğiniz gibi bir ortam işte. Sanık yok, avukat yok. Baş başasınız. Kendiliğinden söz alan yok. Söz isteyen hiç yok.”[17] Heyetin tutumu ve salondan atılanların attıkları sloganlar bu duruşmanın siyasi boyutunu ve onun performansını bir kez daha ortaya koyuyor:

BAŞKAN: Evet, sanıkların, sanıkların halen aynı şekilde halen aynı şekilde kendilerine söz vermeden, kendilerine söz vermeden söz vermeden duruşma salonunda konuşmaları sebebiyle, duruşma salonunda konuşmaları, duruşma salonunda konuşmaları duruşmanın yapılmasına engel olmaları. Duruşmanın yapılmasına engel olmaları sebebiyle, engel olmaları sebebiyle sanıklar, sanıklar. Sanıkların evet CMK 203 CMK 203 ve 204.maddesi uyarınca

KENDİSİNİ TANITMAYAN SANDIK: Bizi böyle ezemezsiniz.

BAŞKAN: Duruşma salonunda çıkartılmasına, duruşma salonundan çıkartılmasına oy birliğiyle karar verildi, oy birliği ile karar verildi, evet. Sanıkların sanıkların duruşma salonundan çıkartılması için duruşma salonundan çıkartılması için

KENDİNİ TANITMAYAN SANDIK: Kendi kendine mi yargılama yapacaksınız? Kendi kendine mi?

BAŞKAN: Salonundan çıkartılması için duruşmaya 15 dakika ara verildi.

KENDİNİ TANITMAYAN ŞAHIS: Kendi kendine mi yapacaksın yargılamayı?

BİR GRUP ŞAHISLAR SLOGAN ŞEKLİNDE: Devrimci avukatlar susturulamaz, Kahrolsun faşizm, yaşasın mücadelemiz. Baskılar bizi yıldıramaz, devrimci avukatlar susturulamaz.”[18]

Buradaki alıntıda, hâkimin sanıkları ve avukatları salondan dışarı atma anının SEGBIS kaydını görüyorsunuz. Diğer bir deyişle, performans ve güç gösterisi olarak siyasetin vitrinde güçlü durma çabası ve pes etmeme durumu bir kez daha ortaya çıkıyor. Vitrini ise “performans sırasında kullanılan standart ifade donanımı” olarak düşünebiliriz.[19]

Dramatik canlandırma[20] gibi

Burada iki alıntıda sanki dramatik canlandırma yapılıyormuş gibi bir konuşma görmekteyiz. Selçuk Kozağaçlı ‘terk edilmediğimiz anlaşılıyor’ derken maruz kaldıkları baskının altını çizip hâlâ ‘güçlü’ olduklarını ve toplum tarafından desteklendiklerini vurguluyor ve bunu çok estetik bir anlatımla yapıyor:

SANIK SELÇUK KOZAĞAÇLI: Selçuk KOZAĞAÇLI benim ismim Sayın Başkan, değerli heyet, değerli meslektaşlarım ve çok uzak mesafelerden bizleri izlemek ve desteklemek için gelen değerli yurt dışından gelmiş meslektaşlarım herkes çok teşekkür ediyorum. Sevgili ailelerimiz, salonda bizimle birlikte olan insanlar, ortalama olarak 1 senedir, bir kısmımız yarından sonra bir senesini doldurmuş olacak, büyük bir kısmımız. Bir kısmımız da 10 aydır hapishanedeyiz. Dolayısıyla son bir senedir bu ülkenin faal, gündelik faaliyetlerinde, yaşamında olmamamıza rağmen unutulmadığımız anlaşılıyor yahut terk edilmediğimiz anlaşılıyor.[21]

SANIK AHMET MANDACI: İşte Radbuh formülü, Radbuh bunu çözmüş. Bir tez sunmuş ortaya, Demiş ki, eldeki yasalar tahammül edilmez duruma geldiği zaman yadsıma teziyle inkâr edeceğiz demiş. Şimdi böyle kelli felli bir cümle gibi duruyor da nasıl eldeki yasayı inkâr edeceksin, hayır. Sonrasında yargılarken o insanların eğer ki ülkede adalet mekanizması, yargı mekanizması içerisinde hukuk işlemiyorsa o zaman diyor ki hiç uğraşmayacağız işte böyle ihtisas mahkemeleri bir şey, ülkede diyeceğiz hukuk yok, hukuk yok ve o hukuku tanımıyoruz. Biz adalet ilkesini öne geçireceğiz diyor, adalet ilkesini diyor.”[22]

Yazı dizisinin başında, duruşma kapısı önünde kalabalığın salona sığmayışını gösteren bir fotoğraftan bahsederek bu tür ‘hınca hınç seyirci’ varlığı durumlarının sanıklar tarafından gösterilen bir güç gösterisi, duyguların dışa vurumu olarak yorumlanabileceğini söylemiştim. Bu gibi durumlarda çoğu mahkeme heyeti, özellikle deneyimsizlerse toplumsal baskı altında kalıyorlar. Duruşmada sözün çok etkili kullanıldığı anlar bolca mevcut. Buradaki diyaloğa baktığımızda da sözü veya hikâye anlatımını tıpkı Beverly Stoeltje’nin bahsettiği belli bir anlatım tarzıyla, ‘spoken arts as performance’ (sözün performansı)[23] çerçevesinde görebiliriz. Özellikle Ahmet Mandacı’nın, Nazilerin yargılamalarının yapıldığı ve hukuk tarihine yeni kavramları sokan yargılamalar olarak da bilinen Nürnberg yargılamalarına atıf yapması son derece vurucu olmakla beraber Mandacı’nın söze ve anlatmaya da ne kadar hâkim olduğunu göstermiş oluyor bizlere. 2018 Türkiye’sinde Nazilerin hukuk sistemine yeni bir bağlamda gönderme yapılırken anlatılan hikâye ‘narrative event’ olmuş oluyor.[24] Başka bir deyişle, orada yaşananlar ‘narrated event’ken olanların Mandacı tarafından 2018’de bir mahkemede anlatılması, anlatıya ‘narrative event’ olma özelliği katmış oluyor.

AV. BAHARI BAYRAM BELEN: Sanıklar müdafilerinden Bahri Bayram BELEN,

BAŞKAN: Buyurun avukat bey,

BAHRİ BAYRAM BELEN: Heyetiniz bugün duruşmanın başladığı andan itibaren usul yasasında ve usul hukuku uygulamasında olmayan bir yöntemle duruşmayı yönetmeye devam etti, bütün usule ilişkin itirazlarımızı dikkate almadı, üstelik söz verdiği halde söz verdiği arkadaşı, meslektaşımızı söz vermeden konuştunuz diye uyardı ve duruşma salonundan çıkarmaya karar verdi, arkasından soru soran meslektaşımız, sanığı yalan söyleme hakkı varken ama tanığın asla böyle bir hakkı bulunmadığı halde tanığın yalanını ortaya çıkaran sorudan sonra onu duruşmadan atma kararı aldı, bu uyarılarınız usule aykırıydı ve haksızdı, biz de meslektaşlar olarak savunmayı yok sayan bu tutumunuzdan dolayı biz de uyarımızı yapıyoruz ve duruşmayı terk ediyoruz.

BAŞKAN: Evet çıkabilirsiniz, evet sanık müdafilerinin alkışlama protestosu yaparak, sanık müdafilerinin alkışlama protestosu yaparak, duruşma salonundan dışarıya çıktıları, dışarıya çıkarken, dışarıya çıktıkları, dışarıya çıkarken alkışlar yaptığı görüldü. Evet sanık müdafilerinin duruşmadan dışarı çıkarken, sanık müdafilerinin duruşmadan dışarı çıkarken slogan attıkları, slogan attıkları görüldü.

BAŞKAN: Evet, dosya incelendi, ara karar veriyoruz, gereği, düşünüldü.

1-Duruşmaya 04/12/2018 tarih ve saat 10:00 itibariyle kaldığı yerden devamına.

(Bu sırada sanık Selçuk Kozağaçlı’nın söz verilmeden konuşması, şov yapması, mahkemenin huzuruna bozacak şekilde davranışlarında bulunması sebebiyle sanık Selçuk Kozağaçlı’nın CMK 203. 204. maddeleri uyarınca duruşmadan çıkarılmasına oy birliğiyle karar verildi.)”[25]

Yukarıda SEGBİS’ten alıntıyı görüyorsunuz. Bu anlar duruşma salonunda tansiyonun oldukça yüksek olduğu anlar. Kişiler artık üstlendikleri rolleri daha da keskinleşen takım oyuncuları gibiler.[26] Yani artık taraflar rollerine daha sadık ve rollerinde daha ısrarcı hale gelmiş durumdalar. Bu da tekrar Goffman’ın dramatik canlandırma tanımlamasını hatırlatıyor. Avukat Bahri Bayram Belen’nin usûle ilişkin itirazı ve de başkanın söz verdiği halde söz vermeden “konuştun” deyip bir avukatı salondan çıkartmasına dair itirazı başkanı kızdırmış olmalı; hatta bu durumu kişiselleştirmiş olacak ki karar kısmında Selçuk Kozağaçlı hakkında “şov yaparken” tabirini kullanmış. Şimdiye kadar okuduğum hiçbir mahkeme kaydında karar kısmında böyle bir tabire denk gelmemiştim. Hep beraber Selçuk Kozağaçlı’nın şovunu(!) dinleyebiliriz bu videodan.[27] Videodaki ses o ana ait olmakla birlikte görüntü Kozağaçlı’nın başka bir davasından uyarlanmıştır. Bu videonun hazırlanıyor olması bile aslında duruşmanın sıradan bir duruşma olmadığını ve performansların salonun dışına taştığını gösteriyor.

Herkesin kendi rolü 

SANIK MUDAFİ AV. NERGİZ TUBA ARSLAN: Toparlıyorum Sayın Yargıç

BAŞKAN: Evet Avukat Hanım uyarı yaptırıyoruz, sanık müdafiinin,

SANIK MÜDAFİ AV. NERGİZ TURBA ARSLAN: Şaşırmıyorum evet.

BAŞKAN: Sanık müdafi Nergiz Tuba Arslan’ın evet hâkimi reddi sebeplerini söylerken, hâkimi reddi sebeplerini söylerken mahkeme Başkanına karşı kullanmış olduğu üslup. Özellikle “usul kurallarını bilmiyor olabilirsiniz öğrenmelisiniz” tarzında kullandığı üslup…

SANIK MÜDAFİ AV. NERGİZ TUBA ARSLAN: Hâkimin reddi sebebi olarak söylüyorum bunları zaten Sayın Başkan.

BAŞKAN: Şeklinde kullanmış olduğu üslup sebebiyle CMK 203 fıkra 1 maddesinin vermiş olduğu, 203 fıkra 1 maddesinin vermiş olduğu mahkeme Başkanına ait yetki kullanılmak suretiyle sanık müdafiinin duruşma sırasında kullanacağı ifadeler, kullanacağı üslup konusunda duruşmanın huzur ve disipline, huzur ve disipline uyacak şekilde söylemde bulunması konusunda sanık müdafii uyarıldı. Buyurun Avukat Hanım devam edebilirsiniz.

SANIK MÜDAFİ AV. NERGİZ TUBA ARSLAN: Çok teşekkür ediyorum. Tam da bunu anlatmaya çalışıyordum. Uyarınız da tam yerinde oldu. Tam da anlatmak istediğim buydu. Söylemek istediğim anlaşıldı sanırım. Ben şahsınızın Başkan olarak şahsınızın ve diğer heyet üyelerinin tarafsızlığın gölgeye düştüğünü değil açıkça taraf ve düşmanca bir tavır sergilediği düşüncesindeyim. Çok somut sebeplerimiz var. Dünkü yargılama boyunca yaşadıklarımız bunun açıkça kanıtıdır. Ayrıca ben heyetinizin heyet üyelerinin ayrı ayrı suç işlediğini düşünmekteyim. Görevi kötüye kullanma suçunu işliyorsunuz şu anda. Her yaptığınız duruşma yönetimi ile ilgili yaptığınız tavır ve davranışlar her aldığınız karar açıkça görevi kötüye kullanma suçunu oluşturmaktadır. O yüzden mahkeme Başkanı olarak şahsınızı, Heyet Üyeleri olarak yer alan diğer heyet üyelerini hakimleri ayrı ayrı reddediyorum. CMK 24 ve devamı uyarınca.”[28]

Bu alıntıda başkan, Müdafi Avukat Nergiz Tuba Arslan’ın kendisine karşı “usûl bilmiyor olabilirsiniz” söylemini huzur ve disiplini bozmakla yan yana koyuyor ve uyarı veriyor. Diyaloglardan anlaşıldığı kadarıyla başkan teknik olarak uyarı veremeyeceği yerlerde uyarılar veriyor ve biraz önce anlatmış olduğumuz salondaki o ‘patlama anı’na giden sürecin taşlarını da döşemiş oluyor. Bunu bilerek ya da bilmeyerek yapmış olabilir. Kendisi siyasi davalarda oldukça tecrübeli bir hâkim olduğu için bunu bilerek yaptığı kanaati bende daha baskın. Yani aslında liminal alan olarak da yorumlanabilecek olan kavga anı ve herkesin dışarıya atılma anının bir senaryoya sahip olduğu ve bunun çok yönlü performanslarla oynandığını ifade etmeye çalışıyorum. Yargılayan ve yargılanan taraflar da bu süreçte kendilerine düşen rolü oynamaktadırlar diyebilirim.

Yazımın başına iliştirdiğim gücün gücü dengelemediği yerde demokrasi olmaz; azınlık ya da çoğunluk diktatörlüğü olur cümlesinin, yazının çerçevesine bakıldığında daha bir anlam kazandığını düşünüyorum. Günümüzde dengelenme yoksunluğu yaşıyoruz desem herhalde hak verenlerin sayısı az olmayacaktır. Bu yoksunluk en küçük iletişim sahnelerinden en kalabalık ve etkili sahnelere kadar hayatımızın her yerinde. Yazı dizisinin bu kısmında bir dava üzerinden Türkiye’de kamuoyu tarafından siyasi dava olarak nitelendirilen herhangi bir davada yaşanabilecek ekranlarda ya da canlı izlediğimiz maçları anımsatan performansları incelemeye çalıştım. Gelecek kısımda da bunların medyadaki yansımalarına bakacağız.

[1] Yazının kapak görselini çizen Ömercan Yalçın’a buradan da teşekkür etmek isterim. Instagram: @strd_design

[2] Ahmet Taner Kışlalı, “Haftaya Bakış”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 1994.

[3] Canan Coşkun, “Burası Mahkeme”: Yeni Türkiye’de Yargı Rejimi (İstanbul: İletişim, 2019).

[4] Duruşma deşifrelerini ve süreç hakkında deneyimlerini benimle paylaşan ÇHD’den Ceren Yılmaz’a ve Derviş Aydın’a teşekkürlerimi buradan da iletmek isterim.

[5] Haziran 2020’de yayınlanmış olan videoya şu anda ulaşılamamakta.

[6] Coşkun, s. 143.

[7] Coşkun, s. 143.

[8] Coşkun, s. 143.

“Selçuk Kozağaçlı savunmasını yaparken salondan: ‘Soma seninle gurur duyuyor, sen Soma’nın evladısın, ölmek var dönmek yok.’ sesleri duyuluyordu.”

[9] Coşkun, s. 144. “Mahkemenin gözü önünde dövdüler. Askerler [jandarmalar], mahkeme heyetinin önünde avukatları tekmeleyip yumrukluyordu…”

[10] ‘Rites’ (ritüeller) için daha fazlası için bkz. Alessandro Falassi, “Festival: Definition and Morphology”, Time Out of Time içinde, ed. A. Falassi (New Mexico: University of New Mexico, 1987).

[11] Coşkun, s. 146-147.

“Salonu boşaltılması istenen avukatlar, çevik polisleri tarafından yaka paça salondan atıldı.” s.146.

“Heyet tepkiler yükselince salonu terk etti. Salondaki gerginlik dinince salona döndüler.” s.147.

[12] Alessandro Falassi, “Festival: Definition and Morphology”, Time Out of Time içinde, ed. A. Falassi (New Mexico: University of New Mexico, 1987), s.4-5.

[13] Coşkun, s. 148.

“[Başkan Gürlek] Berk Ercan (gizli tanık) olduğu iddia edilen kişiye “Siz” diye hitap ediyordu. Olması gereken de buydu elbette eğer tutuklu yargılanan Avukat Selçuk Kozağaçlı’ya “Sen” diye hitap etmeseydi.”

[14] Richard Schechner, “What is Performance,” Performance Studies: An Introduction, (Londra: Routledge, 2006), s. 61-66.

[15] Erving Goffman, Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu (İstanbul: Metis Yayınları, 2004.), s. 168-169.

[16] Coşkun, s. 149.

[17] 3, 4 ve 5 Aralık- SEGBİS Deşifresi, s. 122.

[18] 3, 4 ve 5 Aralık- SEGBİS Deşifresi, s. 121.

[19] Goffman, s. 33-40.

[20] Goffman, s. 40-44, 103-116.

[21] 3, 4 ve 5 Aralık- Bakırköy SEGBİS Deşifresi, “4 Gün İsimli Klasör, 01.18 İsimli Dosya”, s. 2.

[22] 1.Celse SEGBİS Tutanağı (1st Duruşma- SEGBİS Deşifresi), s. 22.

[23] Beverly Stoeltje ve Richard Bauman, “The Semiotics of Cultural Performance”, The Semiotic Web, ed. T.A. Sebeok ve J. Umiker-Sebeok (Berlin: Mouton de Gruyter, 1998), s. 585-589.

[24] Richard Bauman, Story, Performance, and Event (New York: Cambridge University Press, 1993).

[25] 3, 4 ve 5 Aralık- SEGBİS Deşifresi, s. 105.

[26] Goffman, s. 99-101.

[27] https://twitter.com/dokuz8haber/status/1108977860184813568

[28] 3, 4 ve 5 Aralık- SEGBİS Deşifresi, s. 111.