Edebiyat-müzik ilişkisi dendiğinde akla ilk gelenler arasında, şiirlerden bestelenen şarkılarla edebiyat dünyasının müziğe taşınması yer alıyor. Bunun yanı sıra elbette “kent ozanı”, “modern ozan” gibi adlandırmalarla da anılan “şarkı yazarlığı” kimliğinin ifade ettikleri de akla düşecektir. Türkiye’de popüler müziğin seyrinde edebiyat-müzik ilişkisine bakınca, “şarkı yazarlığı” kimliğinin yansımalarını taşıyan çalışmalardan önce, daha çok şiirlerden bestelenen şarkıların öne çıktığını söyleyebiliriz. Anadolu’da kökleşmiş “halk ozanı” geleneğinin, kentlerde harmanlanan yeni müziğe etki etmeye başladığı 1960’lı yıllarda, türkülerin Anadolu Pop çizgisinde yeniden yorumlarının yanı sıra şairlerin dizelerini bu yeni çizgiyle buluşturan şarkılar da kulaklarda iz bırakıyordu. Anadolu Pop ve sonrasında popüler müziğin diğer alanlarında etkisini gittikçe daha çok hissettiren politik tavır, bestelenmek üzere seçilen şiirlerde de yansımalarını buluyordu. Elbette o şiirleri kaleme alan şairlere bakınca da bu yansımalar pekişiyordu. Onlardan, kendi deyimiyle “yürek işçileri”nden birisi de Ahmed Arif’ti.
Türkiye’de toplumsal dinamiklerin güçlü ve renkli olduğu 1960-1980 arası dönemde alternatif kamusal alanlar çoğalırken, farklı toplum kesimlerinin yolları da bu alanlarda daha çok ve üretken bir şekilde kesişiyordu. Üniversite kantinlerinden tiyatro salonlarına, derneklerden sinema salonlarına birçok mekânın alışıldık atmosferi dönüşüyor ve okuma/tartışma düzleminde gelişen bir toplumsal arayışın filizleri de buralardan yükseliyordu. Bunun müzik alanındaki yansımalarına örnek vermek gerekirse İstanbul’da Erdem Buri’nin öncülüğünde kurulan As Kulüp’te Ruhi Su ile Tülay German yan yana geliyor, bir gece jam session’la caz dinlenirken, diğer bir gece aşıkların sahne aldığı halk müziği dinletisine katılmak mümkün oluyordu. Erdem Buri’nin Tülay German’la beraber imza attığı ve Anadolu Pop’un doğuşunu müjdeleyen şarkıların yanı sıra ikilinin yolunu Ruhi Su başta olmak üzere birçok önemli sanatçıyla kesiştiren politik tutumları dikkate alındığında, As Kulüp’teki bu harmanın bilinçli bir sosyo-kültürel arayışın parçası olduğu ortadaydı.
Farklı toplum kesimlerini ortaklaştırdıkça yükselen ve ciddi bir toplumsal alternatif yaratmaya başlayan mücadele, her alanda baskıya maruz kaldığı gibi kültür-sanat alanında da baskıyla karşılaşıyordu. As Kulüp’e ve orada inisiyatif alan isimlere yönelik artan tehditler, Erdem Buri’ye açılan davayla birleşince, Buri ve German ikilisi yurtdışına çıkma kararı aldı ve sonraki yıllarda Fransa’da birçok önemli çalışmaya imza attı. Türkiye’de ise hem halk ozanlarının hem de kentin sesini müziklerine taşıyan yeni sanatçıların alternatif arayışları tükenmedi.
Şiirden Filizlenenler
Dönem içerisinde yaşanan büyük toplumsal dönüşümün temelinde, 61 Anayasası’nın yarattığı yasal zeminin geçmişten o güne taşınan mücadele dinamikleriyle buluşması ve bunun, yayın dünyasındaki yasakları hafifleten etkileri de yer alıyordu. Birçok kişinin Nazım Hikmet kitaplarını okuması, sonradan yol ayrımı yaşayacak dönemin birçok sol-sosyalist aydınını bir araya getiren Yön dergisinde Türkiye ve dünya siyasetini takip etmesi, bu duruma iki önemli örnektir.
Toplumsal mücadeleyle harlanan arayışın filizleri, şiir alanında yükselirken Nazım Hikmet’te simgeleşen okumalar, belki birçok kişinin kendisini bu mücadelenin bir parçası olarak hissetmeye başladığı ilk okumaları da kapsıyordu.
O günlere dek uzun yıllar boyunca kendine has toplumcu-gerçekçi çizgisini farklı dergilerde yayınlanan şiirlerine taşımış, bu çizgiden şaşmayan politik pratiği sebebiyle hapis de yatmış olan bir şairin ilk kitabı ise 1968 yılında basılacaktı. Dünyayla birlikte Türkiye’deki gençlik hareketinin siyaset alanında güçlü bir özne olarak yerini sağlamlaştırdığı bu yıl içerisinde “Hasretinden Prangalar Eskittim” adlı şiir kitabı basılan şair, Ahmed Arif’ti.
1950’lerden o güne dek şiirleri elden ele gezen şairin “yürek işçiliği”yle ortaya koyduğu emek, “Anadolu” şiirinde “bir umudum sende” diye seslendiği genç kuşaklara dizelerinin ulaşmasıyla hiç kuşkusuz ki en değerli karşılığını bulmaya devam ediyor. 1968’den itibaren onlarca kez yeniden basılan “Hasretimden Prangalar Eskittim” kitabını ilk defa alıp okumadan önce, Ahmed Arif’in şiirleriyle müzik sayesinde tanışmak da olası. Benim kişisel tanışma hikâyemde olduğu gibi.
“Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında”
90’lı yıllarda çocuk olmuş birçok kişi gibi benim de müzik dinleme alışkanlığım şekillenirken evdeki kasetlerin etkisi önemli bir yer tutuyordu. Yeni Türkü, Bülent Ortaçgil ve Fikret Kızılok kasetleri, çok erken yaşlarımdan bugüne dek hep aynı samimiyeti yakaladığım bir müzikal çizgiyi keşfetmemi sağlamıştı.
Kızılok’un “Vurulmuşum” adlı şarkısına uzun yıllar boyunca ya kasetlerde denk gelmemiştim ya da denk geldiysem bile bilinçli bir ilgiyle odaklanmamıştım. “Hatırla Sevgili” dizisinde bir bölümün sonunda, Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan’ın Nurhak’ta öldürülüşünün işlendiği sahnede bu şarkı çalmış ve o andan itibaren ben de şarkıyı sürekli dinler olmuştum. “Dönemin Türkiye’sindeki politik atmosfer bu dizide ne kadar başarılı resmedildi ve popüler kültürün bir parçası olarak ‘68 nostaljisi’ne indirgendi mi?” gibi sorular bir kenara, birçok kişi için az bilinen veya o zamana dek özellikle göz ardı edilmiş tarihsel detayların keşfedilmesi açısından bu dizinin kitlesel bir etki bıraktığı söylenebilir.
Uzun zamandır severek dinlediğim bir sanatçının, aslında “33 Kurşun” gibi uzun ve güçlü bir şiirin dizelerinden bu şarkıyı var ettiğini keşfetmek çok heyecanlandırmıştı beni. Üstelik o zamana dek hakkında duyduğum birkaç şeyin olumsuz yorumdan ibaret olduğu bir şiirdi bu. Zaten o dönemlerden itibaren, duyulagelen olumsuz yorumlarla ön yargılı yaklaştığım birçok konuda daha çok araştırıp, yeniden düşünmeye başlıyordum.
“33 Kurşun” şiirini yazan Ahmed Arif’in hikayesini öğrenip diğer şiirlerini okudukça, hep tanış olduğumu hissettiğim duyguların yansımalarıyla karşılaştım. Derken, aslında Türkiye’de kökleşmiş toplumsal sorunlardan bir tanesi olan Kürt meselesine derinlikli bir bakışa kapı aralayan bu şiiri, aynı adla ve uzunluğunca bestelemiş Cem Karaca şarkısını dinler oldum. Kızılok ve Karaca’nın kendine has tarzlarının farklılığı, aynı şiirin iki farklı bestesinde yansımalarını buluyor. Bir yanda akustik gitar ağırlıklı, dingin ama bir o kadar da sarsıcı bir yorum, diğer yanda güçlü bir bas sesin yankılandığı operavari bir yorum.
Gitardan Bağlamaya, Çalıp Durur Yeşil
Aynı şiirin farklı müzikal tarzlarda bestelenmiş hallerine kulak vermek, edebiyat-müzik ilişkisinin sunduğu ve sınırları çok geniş, yaratıcılığa çokça müsait bir imkânlar denizinde yolculuğa çıkmamızı sağlıyor. Örneğin, Sevdaya dair söylenmiş, doğanın yeşili gibi kendiliğinden ve güçlü sözleri barındıran Ahmed Arif şiiri “Suskun”un, Ahmet Kaya tarafından aynı adla, Kızılok tarafından ise “İki Parça Can” adıyla bestelenmesi, 80’lerde “özgün müzik” olarak kategorize edilecek tarzın bağlama ve klavye ağırlıklı akışıyla Kızılok’un aynı dönemlerde Çekirdek Sanat Evi’ndeki çabalarında da yansımasını bulan akustik bir arayışın yolunu kesiştiriyor.
Tarzların yanı sıra dönemleri aşan bir kesişme ise “İçerde” şiirinden güç aldı. Ruhi Su’nun müzikal tavrında simgeleşen çizgide birçok önemli çalışmaya imza atan Rahmi Saltuk’un, 70’li yıllarda “Dağlarına Bahar Gelmiş Memleketimin” adıyla ses verdiği şiir, 2017 yılında Manuş Baba’nın “Haberin Var mı?” adlı yorumuyla kendini klarnet ve akordeonun eşliğine bıraktı.
Edebiyat-müzik ilişkisinin sunduğu imkânlar denizinde, birçok sözü denize söylenmiş Kızılok’un başka besteleri de yine Arif’in dizelerinden güç aldı. “Anadolu” şiiri “Anadoluyum” şarkısına, “İçerde” ve “Sevdan Beni” şiirleri ise birlikte “Haberin Var mı?” şarkısına dönüştü. “Serserinim” şarkısı ise bana hep Arif’in bilinmeyen bir şiirinden bestelenmiş gibi gelir; belki, “Suskun” şiirindeki “çarşıların en küçük meyhanesi” ile şarkıda bahsedilen “güzel gözlerinin meyhanesi”nin benzerliğidir buna sebep.
Not: Yazının başlığında ve son ara başlıkta geçen “yeşil”i, tarihin akışı içerisinde doğanın mutlaklığı ve gücünü anımsatan “Suskun” şiirindeki tekrarlardan ilhamla kullandım; evreni yeşiliyle saran ezgiler, çağlardır boğulmasına rağmen yeşil yeşil ağmayı başaran su ve daha nicesi…