2001 sonbaharının ilk ayında, bir Eylül gününde yaşama veda eden Fikret Kızılok, 1946 yılında yine bu mevsimde doğmuştu. 10 Kasım’da dünyaya gözlerini açan sanatçının, uzun soluklu müzik yolculuğuna bakınca, sağanak yağışlardan kendisini koruyacak duraklara hapsolmadığını ve yağmurdan korkmadan yola revan olduğunu görüyoruz.
“Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği” ismiyle Türkiye’nin toplumsal yaşamına giren olgu, zamanla hem kapsadığı tarzlar hem de ifade ettiği bütünlüklü anlamı değişen “Türk pop müziği”nin tohumlarını atmıştı. Çeşitli müzik tarzlarının Batı’dan taşınıp buradaki müzikal ögelerle harman olduğu örnekler çok daha öncesine; Murat Meriç’in[1]“Batı müziğinin popülerleşme çizgisi izlendiğinde görmezden gelinemeyecek ürünler” olarak belirttiği “bando-kanto-operet-tango” hattına kadar gidiyor.
Özellikle 50’li yıllarda ABD’yle kurulan politik ilişkilerin de etkisiyle bu hat içerisinde ağırlığını hissettiren caz müziğin kent yaşamına dahil olması ve sonrasında tüm dünyayı sallayan rock’n’roll’un gençliği kendine çeken gücü, “Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği”nin şekillenmesinde ağırlığını hissettirmişti; ancak sürecin başlarında Türkçe’nin kullanımı açısından aranjmanın öne çıktığını ve bu çizginin uzun yıllara yayılan hikayesinde Akdeniz-Avrupa esintili birçok bestenin de birebir kullanılıp, üzerine Türkçe sözler yazılarak “hit” haline geldiğini hatırlamakta fayda var.
Aranjman çizgisinde özgün işlerin ortaya konması ihtimali kısıtlıyken, bir yandan da rock’n’roll’un gençlik üzerindeki etkisiyle beraber “küçük Amerika’nın küçük Beatles’ları”ndaki artış, gelişen Batı merkezli popüler müzik içerisinde arayışlara çıkmış genç müzisyenleri özgün üretimlere dair adımlar atmaya yöneltmişti. Büyük ses getiren ilk önemli adım ise Türkiye’deki caz müzik damarından beslenerek atılmış; “Burçak Tarlası” adlı türküyü cazla buluşturan Tülay German’ın güçlü sesi, 60’lı yılların ikinci yarısında gittikçe güçlenecek bir dinamizmi müjdelemişti. Yakaladığı başarı ve sonrasında yarattığı etkilerle “Burçak Tarlası”nın “başlangıç noktası” olarak anıldığı Anadolu Pop çizgisinde, 70’li yıllara doğru rock müziğin ağırlığını hissettirdiği bir gelişim yaşandı. Böylece, özellikle gençliğin kendisine kulak kesildiği bu çizgide, genç müzisyenlerin de birçok deneysel çabaya girişmesine kendiliğinden bir alan açıldı. Anadolu Pop ve sonraları anılan adıyla Anadolu Rock’ın 60’lardan başlayıp 12 Eylül’e kadar süren popülerleşme yolculuğunda bu kendiliğindenlik halinin hissedilen ağırlığı, belki de çizginin özgünlüğünden bahsetmemizin de en önemli sebeplerinden birisi.
Anadolu Pop’un popülerleştiği ve aranjmana bir nevi yanıt gibi gelişen özgünlük arayışını politik düzleme de taşıdığı 70’li yılların hemen başında, Cem Karaca ve Barış Manço’yla birlikte Fikret Kızılok bu çizginin en bilinir isimlerinden biri haline gelmişti. Onun kişisel müzik yolculuğunun tümünde ortaya koyduğu özgünlük ise akla her daim kendiliğindenlik ve deneyselliği getiriyor. Ölümünün ardından piyasaya sürülen “Dünden Bugüne” adlı derleme albümünde yer alan ifadeleri ise özgünlüğünü besleyen bu boyutların, aslında onun yaşam felsefesiyle ne kadar ilişkili olduğunu gösteriyor; “Şarkılarımı kendim yazdım; düşündüm, besteledim, çaldım ve söyledim. Bu bütünlüğe inandım. 13 altın plağım oldu. Zaman Zaman, Yana Yana, Not Defterim, Yadigar gibi uzunçalar ve de kaset-disklerim. “Meşhur”luğun bir hastalık olduğunu bilerek ortalıkta fazla görünmedim, sadece işimi yaptım, şarkılarımı söyledim. Aşk mektuplarımı başkasına yazdırmadım. Soldan doğdum, soldan uyandım, solda oturdum, insan olmanın haysiyetini solda buldum, hep solcu oldum hep solcu kalacağım. Sebebi gayet basit; insanın soyutlarının ve somutlarının bir bütün olduğudur. Güzelliklerin kültürün ve sanatın satın alınamayacağıdır. Bir “Akl-ı evvel”in yaratıp herşeyin ortasına koyduğuna inanmam. Mistik işlerle uğraşmam. Eni boyu, yukarı aşağıya bütün kavramlarıma paradoksal bir ikilik koyarak “sonsuza doğru” buluşmak üzere diyalektiğe ve ölüme inanmışım. Kendimi ince ince doğrayan ve uykumdan sıçrayıp uyandıran bir hayatım oldu. Hep onu bekledim. Gelse de onu bekledim. O kadın değildi, o para değildi, o ölümsüzlük değildi. “O”nu bende merak ettim, onun için yaşadım, ona koştum ve onu buldum. Ne mi o? Yaşadıkça bulunan O’na tanjant hayatım ŞARKILARIM…”
Uzun İnce Bir Yolda Gitmek, Yenilenerek
Dönemin popüler müzik rüzgarını arkasına alıp yüzünü Anadolu ezgilerine dönen Kızılok, popüler müzik alanına doğru profesyonel bir adım attığı ilk orkestra olan Cahit Oben Dörtlüsü’nde yer alırken, ilk bestesi bu orkestranın plağında yer alır. “Hereke” adlı bu beste, profesyonel müzik yaşamındaki ilk on yılın Anadolu Pop çizgisinde ilerleyeceğini gösterir.
Art arda birçok solo çalışmaya imza atacağı ve sesini tüm Türkiye’ye duyuracağı sürecin hemen öncesinde Anadolu’da çıktığı yolculuk, Aşık Veysel’le yollarının kesişmesini sağlar. O andan itibaren Kızılok, yaşam denen uzun ince yola dair felsefesini şekillendirirken Aşık Veysel’in rehberliğinde koca bir deryaya dalar. Can rehberden duyduğu birçok türküyü yeniden yorumlar, kimi şiirlerini besteler ve “Uzun İnce Bir Yoldayım”, “Yumma Gözün Kör Gibi”, “Güzel Ne Güzel Olmuşsun”, “Yağmur Olsam” gibi şarkıların yer aldığı 45’liklerin başarısıyla 1970 yılında Hey Dergisi’nin anketinde “Yılın Erkek Sanatçısı” seçilir. Ona bu başarıyı getiren şarkılarından bir tanesi de söz ve bestesi kendisine ait olan “Söyle Sazım”dır.
Her yeni 45’liğinde farklı enstrümanları müziğine dahil eden, bunu yaparken de Anadolu ezgilerinin peşinden gitmeye devam eden Kızılok, “Leylim Leylim, “Emmo”, “Gözlerinden Bellidir”, “Gün Ola, Devran Döne” gibi söz ve bestesi kendisine ait olan şarkılarla Anadolu Pop içerisinde özgün üretimler ortaya koyan bir isim olarak yoluna devam eder. Bu yol, Tehlikeli Madde grubuyla birlikte imza atılan ve saykodelik esintilerin çok daha yoğun hissedildiği farklı çalışmalara çıkar. İki 45’liğe imza attığı bu dönemde “Haberin var mı?” bestesi akıllara kazınır, elbette Ahmed Arif’in şiirlerinden alınan sözler eşliğinde. Şairle yolunun kesişmesi de ilk değildir. Öncesinde, Anadolu’nun yiğit harmanlarının dizelerine taşındığı şiirlerden bestelenen “Vurulmuşum” ve “Anadolu’yum” solo 45’liklerinde yer alır.
Ahmed Arif’ten, Aşık Mahsuni’den ve her dem rehber Aşık Veysel’den şiirlere, türkülere yüzünü dönen yeni 45’liklerden sonra imza attığı “Not Defterimden” albümü, bir bakıma onun Anadolu Pop yolculuğuna da son verdiğini gösterir. Kendi deyimiyle “şarkıcılığı değil müzisyenliği denediği”[2] bu albümde atonal bir yapı üzerinde Nazım Hikmet şiirlerine yer verir. Alışılmışın dışına çıkmasıyla beraber haliyle bu albüm büyük bir kitleye ulaşmaz; ancak Kızılok’u uzun bir süre müziğe ara vermeye itecek olan şey bu öngörülebilir durum değil, albümün toplatılmasıdır.
12 Eylül’e doğru ilerleyen süreçte Anadolu Pop/Rock neredeyse tümüyle politik söylemi içerir olmuş ve toplumsal mücadelenin müzik alanındaki yansımaları başta Ruhi Su olmak üzere halk ozanı geleneğini sürdüren birçok sanatçıyla beraber büyük ölçüde kitleselleşmiştir. Böylesi bir süreçte benzer söylemi oldukça deneysel bir şekilde müziğine taşımaya çalışan Kızılok, müziğe verdiği aranın ardından “meşhurluk hastalığı”na karşı yeni ilaçlar geliştirmek için yine özgün bir girişimde bulunacaktır; ancak araya giren 12 Eylül askeri darbesi ve büyük toplumsal baskı koşullarının kültürel alanda meydana getirdiği tahribat, özgünlüğe dair yeniden düşünmeyi gerektirecektir. Kendi şarkılarının peşinden giden ve onları piyasa dayatmalarından bağımsız, kendiliğinden bir anlam bütünüyle donatan Kızılok, 80’li yılların kendine has koşullarında peşine düşülecek yeni arayışlar için naif bir çekirdeği toprağa eker.
Çekirdek ve meyveleri için de bir başka yazıda buluşalım; siz de o zamana dek, Kızılok’un 80’lerin kapısını araladığı solo albümü “Zaman Zaman”da bir mısra boyu maceraların peşine düşün, olmaz mı?
[1] Meriç, M. (2006), Pop Dedik – Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği, İstanbul: İletişim Yayınları, syf 116
[2] Bir Sanatçıyı Anlamak Belgeseli: Fikret Kızılok, 2006