Skip to main content

On yedi yılı aşkın bir süredir yayın hayatını sürdüren Altyazı sinema dergisinin basılı eki olarak, Temmuz 2019’da yayın hayatına başlayan Altyazı Fasikül’ü, sinemaya dair düşünen, yazan ya da eyleyen diğer mecralardan ayıran birkaç önemli özelliği var. Kendi ifadeleriyle “Türkiye’de son yıllarda seyirciye erişimi önemli ölçüde kısıtlanan eleştirel sinema pratiklerine, özellikle de belgesel sinemaya görünürlük kazandırmak. Risk altında üretim yapan, ana akım medyada görünmezleştirilen sinemacı ve kolektiflerin sözlerinin, eleştirel pratik ve sorunlarının duyurulmasına katkı sunmak.”

Dergi yine aynı amaçla bu kez dijital bir mecrada, pandeminin herkesi evlerine kapattığı dönemlerde “İçeriden Dışarıya” adlı bir kısa film seçkisiyle kamusal ve özel mekanın dönüşümlerine, toplumsal/bireysel etkilerine dair görüntü ve ses aracılığıyla kayıtlar tutmaya devam etti.

Bu yazıda serinin ikinci filmi, Aylin Kuryel imzalı “Balkon ve Bizim Rüyalar”dan söz etmek istedim. Kuryel, karantina sürecinde eskisine nazaran daha sık rüya gördüğünü ve gördüğü rüyaları daha çok hatırladığını fark ettiğinde bunu bir kısa film fikri olarak düşünmeye başladığını ifade ediyor. Bu fikirle, çevresindeki insanlardan da gördükleri rüyaların kayıtlarını toplamaya başlamış. Film, özel alanla, diğer bir ifadeyle “iç” ile kamusal alan yani “dış” arasındaki bağlantıyı arıyor. İçeriden dışarıya açılmanın mekanı olarak balkonu seçerek yapıyor bunu. Film boyunca, balkondan sokağı gören bir kameranın açısından temaşa ediyoruz akan hayatı; ancak yönetmen, içeriden dışarıya açılmanın yolunu balkondan sokağı izleyen röntgenci bir gözün dahli olarak anlatmıyor. Hanelerde biriken kaygının, korkunun, şenliğin, rüya anlatıları yoluyla balkon imgesi üzerinden kamusal alana akışına tanıklık ediyoruz. Aynı sokağın karantina hallerini; gece ve gündüz zembereğinde, uyuyan bir kadın heykeli etrafında, anlatıcıların rüyalarındaki temalara uyumlu sokak fragmanlarıyla görüyoruz. Böylelikle içeride olan dışarıya akarken dışarıdaki hayata duyulan özlemin de en “içeriye ” yani rüyalara sızdığını fark ediyoruz. Sanki bir balkonla birbirinden ayrılmış gibi duran bu iki mekanı, eşikte yan yana getirip aralarındaki yaşamsal farkı bilinçdışı dehlizlerde eritiyor film.

Sokakta vuku eden olayları izlerken arka planda dinlediğimiz rüya kayıtlarının sıklıkla ortak örüntülere sahip olduklarını görüyoruz. Büyük kalabalıklarla aynı ortamda bulunma özlemleri açığa çıkmışların, rüyalarda temastan korktuklarını ya da virüs korkusunun yarasa dolu bir odaya girmek, bir timsahı öpmeye çalışmak gibi metaforik imajlar halinde hortladığını işitiyoruz. Bu şekilde doğrudan salgın korkusunun bilinçdışı düzeydeki temsilleri dışında, toplumsal travmaların ya da siyasal baskıların kolektif hafızada biriken hallerinin de anlatılardaki ortak temalardan olduğunu görüyoruz. Kimi Recep Tayyip Erdoğan’ın zorunlu kıldığı bir çevrimiçi marangozluk dersine katıldığını görürken kimi 68 kuşağında idam edilen gençlik liderlerini, bir başkası ise Gezi Parkı’nda polisten kaçarken yarasalarla dolu bir odaya girdiğini görüyor. Takım elbiseli adamlarla dolu bir sahada futbol oynarken kendini forvette, Selahattin Demirtaş’ı defansta gören bir adamın anlattığı; Demirtaş’ın şahsında kristalize olan, bugün nereden baksak kapatılma, gayrı adil yargı bürokrasisi (takım elbiseli adamlar), aktif varlığınızın savunma hattına itilmesi (defans konumu) gibi çok katmanlı okumalarla güncel ahvalimiz dahilinde yorumlanabilecek fragmanların açıldığını görüyoruz. Öte yandan da bir kapatılma mekanına dönüştüğünde “ev”in güvenli alan olmaktan çıkıp bir kabus imgesine dönüşümüne dair mekansal rüyalar, üçüncü ortak tema olarak karşımıza çıkıyor. Bu kez cinayet işlediğini gören bir kadını ya da tuvaletten taşan dışkıların tüm duvarları kapladığını anlatan bir adamı dinliyoruz. Tüm yaşamsal faaliyetin uzamı “ev”e indirgendiğinde, dışarıya atfedilen bütün tekinsiz hissiyatın artık içeriye aktarılmış olduğunu fark ediyoruz.

Kuryel bu projeye başlarken kafasını en çok kurcalayan meselenin bir rüyanın nasıl temsil edilebileceği sorusu olduğunu söylüyor. Bu bağlamda kısa kayıtlar halinde dinlediğimiz rüyaların hangi görsel malzemelerle temsil edileceğine dair sorgulamalar esnasında, “Üçüncü Reich Altında Rüyalar” ve “Düş Söylemleri” kitaplarına atıfla, dinleyen ve anlatanın tahayyülü arasındaki uçurumun bu kadar büyük olduğu tek anlatı türü olduğunu söylüyor rüyaların. Bu nedenle rüyanın katmanları açısından, anlatan ve dinleyeni benzer bir evrende buluşturmak adına, kurguda soyut bir görsel malzeme yerine sokağı seyredeceğimiz görsel bir seçeneği tercih ettiğini anlıyoruz. Pandemi günlerinde toplumsal varlığımızda nelerin değişeceği sorusunu hala unutmamış olanlar için, kolektif bilinçdışında birikenlerin nereye doğru işaret ettiğinin izini sürerken içeriden dışarıya sızdırdığımız seslere kulak kesilmek gerektiğini düşünenlere bu serinin tamamını önerebilirim.

Kültür

Zaman

Eylül DanışmanEylül DanışmanAğustos 2, 2023
Kültür

Nazmiye

Eylül DanışmanEylül DanışmanAğustos 2, 2023