“O Kalabalığı Hatırla”, içeriden dışarıya serisiyle başlayan karantina günlüklerinin son sayfası. Benim de bu serinin, Kroniko için değerlendireceğim son filmi. Filmin adının, serinin bütününe göz kırpması ve seri boyunca bir iz sürücü gibi adımladığımız kolektif hafızanın, bu kez doğrudan “hatırlama”yı vazeden bir çalışmayla final yapması, tüm filmlerin geriye dönük olarak da metinsel gücünü pekiştirmiş görünüyor. Karantina günlerinde “içerinin” sesini “dışarıya” duyurmayı, “dışarının” sesini de “içeriye” hatırlatmayı dert edinen bu çalışmaların, anlam yaratırken dayandıkları ortak bir bakış olduğunu düşünüyorum. “içeri”den kasıt çoğunlukla gündelik hayatı, bir anlamda evde geçirilen “şimdiki zamanı” işaretlerken; “dışarı” ise yeknesak bir biçimde karantinanın boş sokaklarını, şimdiki zamana ait “dışarı” görüntülerini değil, öncesi ve sonrasıyla akan tüm hayatı, kalabalığı ve hafızayı ifade ediyor. Hafızanın tanıklıkla ilişkisini görsel ve işitsel araçlarla kurgularken hatırlamanın hep geçmişe ait bir mesele gibi duran tarafını ters yüz ediyor. Geçmişi, tanıklık yoluyla evlerin içinde ve dışında yankılıyor. Ya da Güliz Sağlam’ın bu filmde yaptığı gibi, tanıklığın hafızayı “şimdiki zaman”da mobilize ederken kendisini nasıl da zamansız bir politik öznelliğe açtığını gösteriyor. Hatırlamak bir anlamda kimlik kazanıyor. Tanık olmak, hatırlamak ve hatırlatmak yoluyla tarihsel bir özne olmak anlamına geliyor.
Evde Kalmak Hayatta Kalmaya Yeter Mi?
“O Kalabalığı Hatırla” genel anlamda, pandemi boyunca kulağımızda yankılanan “Evde Kal, Hayatta Kal” mottosuna bir de “pandeminin kadın hali” tarafından bakmayı deniyor. Kadınlık deneyiminin toplumsal olarak her zaman bir parça “evde olmak” üzerinden kurulduğunu biliyoruz; ancak bu kez hanenin tüm bireylerinin evde olduğu koşullarda, kadınlar için evde olmanın anlamı da katmerli bir biçimde ağırlaştı. Varlığını her daim bildiğimiz ve deneyimlediğimiz ev içi şiddetin, faillerin her dakika evde olduğu koşullarda daimi ve aralıksız bir şekilde kadınların hayatına çöktüğünü, şiddetin de aile içi cinsel istismarın da arttığına şahit olduk. Güliz Sağlam da bu meseleyi deşmek isterken Mor Çatı’nın 2020 Mayıs-Haziran raporlarındaki kadın beyanlarını derleyerek bir dış ses haline getirmiş. Rapordan okunan beyanlar; şiddet gördüğü eşinden şikayetçi olan bir kadına polisin yönelttiği “Akli dengesi yerinde değil, bir işlem yapamayız” yanıtı, yine şiddet gördüğü eşi hakkında uzaklaştırma kararı almak için karakola başvuran bir kadının, eşi karakoldaki bir polisle ahbap olduğu için tam tersi yönde kadına uzaklaştırma verilerek şiddete maruz kaldığı halde evinden uzaklaştırılması; aile içi cinsel istismara maruz kalan bir kadının, sığınağa yerleşme talebinin, “Sığınağa yalnızca ağır şiddete maruz kalmış ve çocuklu kadınları alabiliyoruz” yanıtıyla karşılık bulması gibi birçok tanıklığı içeriyor. Bu beyanlar okunurken “içerinin” şiddetle sarmalanmış umutsuz ve çaresiz hissiyatına karşılık sokakta dağıtılan ekmek, beslenen kedi, belediye işçileri tarafından yıkanan sokak görüntüleri eşlik ediyor beyanlara.
Sağlam, “dışarının” sıradan bir gününü gösterirken bu şiddet içeren beyanları da eşlik eden sesler olarak kurguladığında dehşetin de gündelik rutinin bir parçası haline nasıl geldiğini sorgulamaya açıyor. Neredeyse bütün şiddet beyanlarının, yetkili kurumlar tarafından görmezden gelindiğini işitiyoruz. Filmin sonunda ise kadınların pandemi döneminde İstanbul Sözleşmesinin korunması ve 6284 sayılı kanunun uygulanması için yaptığı yürüyüşü görüyoruz. Onca dehşeti, her şekilde kamusal sessizliğe büründüğümüz bir anda yine kadınların parçalaması bize 8 Mart 2020’de tüm kadınları ortak bir hafızada kenetleyen o sloganı hatırlatıyor: Umutsuzluğa kapılırsan bu kalabalığı hatırla!
Evde kalmanın da hayatta kalmaya yetmediği koşullarda kadınlar seslerini ortak hafızalarını kuran sokaklarda yankılamaya, tanıklıklarını da şimdiki zamanda harekete geçirmeye devam ediyorlar.