Yazdığım tüm yazılarda tasarımın değiştirebilir ve dönüştürebilir gücünün, toplumsal sorunlara dokunması ile ilgili örnekler vermeye, tasarımı bir araç olarak çözümlerimizde daha çok kullanmamız gerektiği ile ilgili farkındalık kazandırmaya çalışıyorum. Görece uzun yıllardır, toplumsal problemler ve sürdürülebilirlik gibi sosyal konularda araştırma yapıyorum. Bu hafta, son aylarda mesaimi üzerine harcadığım biraz kişisel (aynı zamanda oldukça toplumsal) bir konu üzerine yazmak istedim.
Kültürel sürdürülebilirlik ve sosyal girişim…
Son trendlerden “sürdürülebilirlik” kavramı pek çok kez ekoloji ile ilişkilendirilmiş olarak karşımıza çıkıyor. İngilizce “sustainable” kelimesinin Türkçe karşılığı “devam ettirme, aktarma” anlamına gelen sürdürülebilirlik, ekoloji ile sınırlı kalmayarak kültür ve ekonomi gibi farklı alanları da kapsayan bir anlam ifade etmektedir. Bu yazı özelinde kültürel sürdürülebilirlikten bahsedeceğim. Kültürel sürdürülebilirlik, kültürel mirasın sonraki nesillere aktarımı, kültürün korunması ve sürdürülebilmesi anlamına gelir. Tasarımı yine bir araç olarak kullanıp, kültür mirasını koruyacak ve sonraki nesillere aktarımını sağlayacak ürün tasarımları yapmak mümkündür.
Kültür yozlaşması ve yok olması nasıl toplumsal bir problem haline gelebilir? Kültür ile ilgili pek çok tanım yapılmıştır ve bu tanımlardan özetle “toplumun yaşam tarzının ifadesi” seçilebilir. Toplumun, birikimle ürettiği maddi ve manevi değerlerin bütünü olarak da tanımlanabilecek kültürün; toplumun bilgi ve deneyimlerini, tarihini, yaşam biçimi ve kimliğini yansıttığı söylenebilir. Kültürel mirasın korunması ve gelecek nesillere aktarılması toplumsal bir görevdir.
2015 yılının Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 70. oturumunda bir araya gelen devlet başkanları, BM temsilcileri ve sivil toplum örgütleri “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri”ni kabul etmişlerdir. UNESCO’nun aktif katılımı ile 17 Küresel hedef belirlenmiştir. Bu küresel hedeflerde, kültürel mirası korumak ve sahip çıkmak, kültürel ürünleri teşvik eden sürdürülebilir kalkınma etkilerini izleyebilmek için araçlar geliştirilmesi ve uygulanması gibi maddeler yer almaktadır. 2003 yılında Paris’te imzalanan “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması” sözleşmesine göre ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de dahil olduğu ülkeler, sözleşme kapsamında bazı sorumluluklar almalıdır. Bu sorumluluklardan bazıları kültürel sürdürülebilirliği güvence altına almak ve güçlendirmektir. UNDP’nin sürdürülebilirlik ilkeleri ve UNESCO’nun sözleşmesi, kültürel sürdürülebilirlik ile ilgili problemin küreselliğine de vurgu yapar niteliktedir.
Medeniyeti oluşturan, toplumun oluşturduğu kültürel değerlerdir. Kültürel ögelerin aktarımını sağlayan zanaatkarlara baktığımızda, kültürel sürdürülebilirlik ile ilgili problemleri görebiliyoruz. Hızla azalan zanaatkar sayısı ile birlikte, icra ettikleri zanaatlar da yok olmaya yüz tutmuştur. Günümüzün hızlı, modern ve teknolojik yaşamında, gündelik hayatımızdaki çabuk tüketilen ve bağ kurulmayan nesneler ile kurduğumuz yüzeysel ilişkiyi, bu problemin yansıması olarak görebiliriz.
Kurucu ortağı olduğum sosyal bir girişim olan Sandık Projesi’nde, zanaatkar ve geleneksel el sanatçılarının ürünleri ile birlikte, kültürel simge ve ögeleri ekonomiye tekrar kazandırmayı hedefliyoruz. Sandık metaforundan ismini alan proje, kültürel ögelerin kapalı bir kutuda, sözde aktarımının gerçekleşmesini eleştiriyor. Modern çağ ile birlikte anneannelerin annelere verdiği çeyiz sandığı, sonraki nesillere aktarılamıyor. Aktarılsa da sararan dantellerin kültüre nasıl bir faydası olduğu tartışmalı. Sandık Projesi, Anadolu’ya ait çeşitli zanaat ve geleneksel el sanatlarını, modern ürünler ile sentezleyerek, gündelik yaşamda bağ kurulabilecek ve son kullanıcılarının ‘kültür aktarımcısı’ misyonu yüklendiği bir ağı kurmayı hedefliyor. Şimdilik sosyal medya hesaplarından takip edebileceğiniz Sandık Projesi’nin, websitesi yakında tamamlanacak.
Mickey Ashmore 2013 yılında Türkiye’nin güneydoğusunda geleneksel ayakkabıcılık zanaatı ile tanışıyor. Zanaatkar ile birlikte tasarladığı bu ayakkabılara Sabah adını veriyor. El yapımı Sabahları, dünyayı dolaşarak tanıtıp, satıyorlar. Aşağıdaki görseli gördüğünüz zaman Sabah’lar, size de oldukça tanıdık gelecek. Yok olma tehlikesi altında bir zanaat olan geleneksel ayakkabıcılık için başarılı bir pazarlama stratejisi ile kurulan bu markadan da kültür tanıtımı ve aktarımı yaptığı için bahsetmek istedim.
Kültürel sürdürülebilirlik konusunda tasarımı bir araç olarak kullanan başka bir örnek ise Amazon havzasında zanaatkar köyler ve sekiz farklı yerli topluluk ile iş birliği yapan, yerli halka bütüncül bir geçim kaynağı ve bu kaynağı koruma fırsatı sunan bir oluşum; Incausa. Kendilerini sosyal bir girişim olarak tanıtan markanın tanımı; zanaatkarların çalışmalarının, farklı kültürler arasında diyalog yaratma, önyargı ve ayrımcılık döngüsünü kırma gücü ile bin yıllara yayılan ataları ile kurdukları bağlantıyı temsil etmesi.
Ekonomiye kazandırdığımız kültürel her öge, yaşamaya devam edecek. Bu üç örnek ile kültürel sürdürülebilirlik ve sosyal girişimi biraz da olsa tanıtmaya, önemini aktarmaya çalıştım. Diğer yazılarımda tasarımcılara yapılan sorumluluk çağrısından bahsederken, bu kez ben bir tasarımcı olarak çağrıda bulunuyorum. Kültürel olarak her adımı oldukça zengin bu coğrafyada, yok olmaya yüz tutmuş zanaatlar ve geleneksel el sanatları ile toplumumuza büyük bir sorumluluk düşüyor. Haydi, biz tasarımcıların çabasına destek olun!