Skip to main content

I Am Not Your Negro 2016 yapımı bir belgesel filmi ve yazar James Baldwin’in bitiremediği ‘’Bu Evi Hatırla’’ adlı el yazmalarına dayanıyor. Baldwin bu el yazmalarında 3 arkadaşının yaşamları ve ölümleri üzerinden kendi Amerika hikâyesini anlatmayı amaçlamış. Baldwin’in bitiremediği el yazmaları Raoul Peck isimli yönetmen tarafından filme dönüştürülmüş. Baldwin’in yazdıklarını filmde Samuel L. Jackson seslendirmekte.

Baldwin’in Amerika’yı Medgar Evers, Martin Luther King Jr. ve Malcolm X üzerinden anlatması Amerika’daki siyahların mücadelesini de gözler önüne seriyor. Baldwin de bu üç insanın kişisel farklarından, mücadele tarzlarından ve takipçilerinden sıkça bahsediyor. Bir de aslında Baldwin’in kendi penceresi var ki ona yazının ilerleyen yerlerinde değineceğiz.

Anlatılan Amerika tarihi, çoğu insanda rahatsızlık yaratabilir. Belki de beyazların siyahlarla aynı okulda okumak istememeleri, bunu lanetli addetmeleri gibi geçmiş dönem ırkçı tutumları hâlâ sürmüyor olabilir; fakat bu noktada her şeye rağmen ırkçılık farklı tutum ve davranışlarla, pratiklerde tekrar yer ediniyor. Filmin girişinde de 1968 tarihli Dick Cavett Show’da sunucunun Baldwin’e yönelttiği ‘’Bay Baldwin eminim ki şu görüşle sık karşılaşıyorsunuzdur: Zencilerin derdi ne? Niçin iyimser değiller? Hayatları güzelleşiyor. Zenci valiler var. Sporun her dalında hatta siyasette bile zenciler var. Televizyon reklamlarının bile vazgeçilmezi oldular. Vaziyet iyiye gitmesine rağmen hâlâ ümitsiz mi?’’ sorusuna Baldwin, insanların bakış açısı bu şekilde oldukça durumun ümitsiz olduğu yanıtını veriyor. En temel insani haklarını arzulayan bu insanlara lütuf vermişçesine alttan alta şimdi susmaları gerektiğini söylüyor beyaz üstünlükçüler. Keza Bobby Kennedy’nin ileride siyah bir başkan olabileceğine dair paylaştığı görüşlerde siyahların yaşadığı harlemde bu tür tepkilere neden oluyor. Bir konuşması sırasında Baldwin, Amerikan Adalet Bakanı’nın eğer uslu durursanız bir gün siyah biri başkan olabilir imasında bulunduğundan bahsediyor. Siyahları ikincil insanlığa iten bir bakış açısıyla ortaya çıkıyor bu durum. Bazı siyahların siyasete atılması, sporcu olması, para kazanması gibi durumlar toplumun bazı kesimlerinin (özellikle beyaz insanların) yapısal sorunları göz ardı edebilmesini sağlayabiliyor; fakat polis şiddeti, öldürülmek, ırkçılık olduğu yerde durmakta. Sadece farklı yüzle ve farklı kimlikle…

Ülkü Doğanay, Ayrımcılığın Yüzleri kitabının Ayrımcılık, Söylem ve Medya bölümünde şunları dile getirmektedir:

“…var olan toplumsal ilişkiler ağının sürdürülmesi ve haklılaştırılması için gerekli olan dayanışmanın, birliğin ve hatta homojenliğin kurulması, ‘bizim gibi’ olmayanların varlığını gerektirir. ‘Biz’ ancak ‘bizden olmayanlar’ tanımlanırsa anlam kazanacaktır. Söz konusu tanımlama, aynı zamanda bir ‘işaretleme’, ‘damgalama’dır. Bu nedenle, benzer koşullarda, örneğin eğitim, barınma ve istihdam olanaklarına erişim ya da kültürel haklar gibi konularda eşitsiz muameleden başlayarak şiddet eylemlerine ve hatta linç girişimlerine kadar geniş bir yelpazede sonuçlar doğurabilecek ayrımcılık biçimleri ile doğrudan doğruya bu gibi eylemlere yol açmasa bile olumsuz damgalama nedeniyle en azından ‘incitici’ olabilecek; ama aynı zamanda muhatabını hedef göstererek fiziksel tehdide ya da ayrımcı eylemlere açık hale getirecek ayrımcı-ırkçı söylemler ya da nefret söylemleri arasındaki çizgi, sanılandan daha incedir.”

İşaretleyici, incitici söylemler toplumun içinde yer ettikçe söylem olarak kalmayıp eyleme dökülme gücü de artıyor. Yukarıda Baldwin’in sunucuyla yaptığı konuşmada örneğini gördüğümüz gibi… Siyahlar belli kazanımlar kazansa bile söylemin ‘’Zencilerin derdi ne?’’ olarak devam etmesi, ırkçılığın yolunun tıkanmasına asla izin vermiyor.

İnsanın var olduğu toplumda yeterince yer alamaması, yaşadığı topluma ve devlete karşı yabancılık ve kopukluk duymasına sebep oluyor.

Üstenci bakış açısının toplumun geneline sunduğu, insanlara doğru eğilip onları gerçek anlamıyla dinlemek yerine kulak tıkamalarını sağlamak oluyor.

‘’Kahramanlar anladığım kadarıyla beyaz oluyordu. Sadece filmlerde değil, yaşadığım topraklarda da vaziyet böyleydi.’’

Irkçılığın ve ayrımcılığın devamlılığını anlatmak açısından Baldwin, küçük yaşlardan beri maruz kaldıklarına karşın hissettiklerini böyle açıklıyor. Yaşadığı toprakları işaret ederek de, ayrımcılığın bir yüzü olarak tarihle de yüzleşilmesi gerektiğine işaret ediyor. Televizyon ve sinema da birer medya olarak ayrımcılığın bir yüzü olmaktan geri kalmıyor. Filmde gösterilen dönemin reklam afişleri ve filmler ‘’blackface’’ gibi olayların yanında siyahların oynadığı karakterleri olduğundan daha farklı göstererek stereotipleştiriyor. Özetle söylem devam ettikçe, ırkçılığın yolu hep açık kalıyor. Bir anda siyah bir insanın ölümüne, tecavüzüne, psikolojik şiddete maruz kalmasına sebep olabiliyor bu durum. Ayrımcılıktan bahsederken ideolojiden de bahsetmek gereklidir. Filmde ırkçılık ve ayrımcılığın kaynaklarından birinin de din olduğunu görürüz. Toplum içinde bu tarz söylemlerle sıkça karşılaşılmaktadır. Siyah insanları köle olarak çalıştırmaktan gelen bir ‘’gelenek’’ vardır. Siyahları kontrol edebilmeyi amaçlar ve bu amaçla uysal olmalarını bekler. Köleliğin kaldırılmasıyla birlikte doğal felaketlerin, krizlerin sebebi olarak siyah insanlarla aynı toplumda yer alma, kaynaşma kaynak gösterilmektedir. Yani toplumun başına gelen ‘’Tanrı’nın Gazabı’’dır. Ayrımcılığın ideolojik temelinin bir diğer kanadını da anti-komünizm, anti-anarşizm, anti-feminizm gibi görüşler oluşturur. Burada devlet erkinin ideolojisine dair izleri görürüz. FBI ve kurucusu John Edgar Hoover’ın siyahlarla, eşcinsellerle, komünistlerle, anarşistlerle olan saplantılı mücadelesi öne çıkar. Polis şiddetinin filizleri bu noktadan doğar, büyür ve ne yazık ki günümüze kadar süregelir. Devlet karşıtları, Amerikan devleti ve toplumuna karşı tehlikelidir ve ‘’public enemy’’ olarak nitelendirilir, bu kimseler gelişmeyi ve büyümeyi istemez hatta bunların önünde engel oluştururlar. Filmde Baldwin’le alakalı FBI raporunu ve onun da böyle bir nitelenmeyle karşı karşıya kaldığını görürüz. Ayrıca toplumun belli kesimlerince benimsenmiş olan Klu Klux Klan ve Neonaziler gibi aşırı uçlar da mevcuttur.

Baldwin’in sözünü ettiği 3 insan, siyah mücadelesinde 3 önemli kanadı temsil eder. Malcolm X, sonradan ayrılık yaşasa da Elijah Muhammed ve Muhammed Ali gibi isimlerle siyah Müslüman kanadı temsil eder. Bu kanadın eylemleri daha agresif ve zaman zaman şiddete şiddetle karşılık verebilmeyi uygun görürken bu görüşün karşısında siyah Hristiyanlar ve onları temsil eden Martin Luther King vardır. Sözgelimi Malcolm X’e göre siyah vaizler yıllarca siyahları düzene bağlı kılmıştır. Siyah Müslümanlar, Hristiyan felsefesindeki şiddete karşı öbür yanağını çevirmenin beyazların işine geldiğini söylerler. Filmde Baldwin, Martin Luther King ve Malcolm X ile yapılan televizyon programında mücadeleye bakış açılarını ve felsefeleri açıkça ortaya koyar bu insanlar. Baldwin’in daha önce sözünü ettiği Medgar Evers ise NAACP (Siyah İnsanların Gelişmesi İçin Ulusal Birlik) kanadını temsil eder ve Baldwin’in deyimiyle ‘’NAACP siyah sınıf ayrımı gibi kavramlara boğazına dek batmıştır.’’ Bu kesim, daha orta sınıf ve gelir düzeyi yüksek siyahların yaşamında bazı noktaları iyileştirmek ve düzeltmek üzerine çalışmaktaydı.

Mücadelede daha ön saflarda olan ve özsavunmaya önem veren Kara Panterler Partisi de bu kanatlardan birini oluşturur; fakat diğerlerine göre mücadeleleri sonradan başlamıştır, parti 1966 yılında kurulmuş ve 1982’de çalışmalarına son vermiştir.

Baldwin Malcolm X ve Martin Luther King’in birbirleriyle uyuşmayan eylemlerine karşın, benzer endişeleri taşıdıkları ve ölümlerine yakın neredeyse aynı noktada durduklarını söylemektedir. Kendisiyle Malcolm X arasındaki farklılıklardan da bahseder ve ikimiz de aynı düzenin kurbanlarıydık diyerek olayı bağlar.

Bu 3 insanın farklı kişilikleri ve farklı mücadele tarzları, ölümlerini engellememiştir. Baldwin konumuysa kendi tanımıyla ‘’şahit’’tir. Hem kendisi bu tarz bir yolu tercih ettiğinden hem de kendi yolu oraya çıktığından bu mücadelelere ve ölümlere tanıklık etmiştir. Yazar yaşantısı hasebiyle farklı ülkelere gitmiş; fakat orada da gördüklerini kendince yorumlamaktan geri kalmamıştır.

‘’Yabancı olsam da evimdeydim.’’ Baldwin uzun süre Fransa’da yaşadıktan sonra Amerika’ya dönüşünü böyle açıklamaktadır; fakat özlediği beyzbol, Times meydanı, ışıltılı caddeler gibi ‘’Amerikan’’ şeyler değildir. Hatta bunlardan herhangi biri yok olsa onun için fark etmeyeceğini söyler. Onun özlediği Harlem’dir. Bir yabancı olarak görse de, evini unutamamış ve geri dönmüştür.

Tanık ve yazardır o. Yazdığı ve asla tamamlayamadığı 30 sayfalık taslakta bile bize Amerikan Tarihi ve Siyah mücadelesine dair çok fazla şeyi sunar. Belirli görüntüler ve fotoğraflarla bize sunulan görsel anlatının oluşturulmasında yönetmenin de hakkını vermek gerek. Sunulan şeyler eski gibi, arkada kalmış gibi görünse de günümüzde tezahürlerini görmek mümkün.

Özetle, bu belgesel film, ötekinin hikâyesini, söyleyeceklerini dinlememizi sağlamakla birlikte yaşantımızda bunun üstüne daha fazla düşebilmemizin gelişmişlik ve toplum olabilme açısından önemini de ortaya koyuyor.

Yapım Yılı: 2016

Yönetmen: Raoul Peck

Oyuncular: Samuel L. Jackson, James Baldwin, Malcolm X, Martin Luther King, Medgar Evers

Süre: 93 dk.

Tür: Belgesel

Kaynaklar

Kültür

Zaman

Eylül DanışmanEylül DanışmanAğustos 2, 2023
Kültür

Nazmiye

Eylül DanışmanEylül DanışmanAğustos 2, 2023