Zeus, yeni kurulacak şehrin koruyucusunun hangi tanrı olacağına bir türlü karar veremez. Gür sakallarını kaşıyıp düşünürken, aklına bir fikir gelir; kararını vermek için yarışma yapacaktır. Şehrin insanlarına en güzel hediyeyi veren tanrının şehrin koruyucusu olacağını duyurur. Poseidon, insanlara onları uzak diyarlara götürebilecek bir at sunarken Athena uzun yıllar yaşayabilecek ve meyvesiyle insanları hem doyurup hem de şifa sağlayacak zeytin ağacını takdim eder. İnsanlar, zeytin ağacını daha çok severler ve bu sayede şehrin koruyucu tanrısı Athena, ismi Atina, sembolü de zeytin ağacı olur. İnsanlar çok uzun yıllar bu ağacın nimetlerinden faydalanırlar. Onu yetiştirirler, meyvesini işlerler ve çıkan ürünün ticaretini yaparlar. Tanrıların ağacı insanlara sunmasından yaklaşık iki bin yıl sonra sakalları en az Zeus kadar gür olan başka biri emek ve üretim ilişkilerine dair sayfalarca makale yazıp insanlara hediye eder. Bu iki hediye, bugün sofralarımızda aynı anda yer alıyor.
Sabahları iyi bir ekşi mayalı ekmeği doğal sızma, mümkünse de soğuk sıkım zeytin yağına bandırıp yemek kadar keyif aldığım çok az şey var. İşi yemek olan biri olarak ekmeği her daldırışımda, ekşi maya ve zeytinin aromalarının birbirini nasıl tamamlayacağını düşünürüm. Mutfakta çalışan biri olarak ise ağzıma giren her lokmanın ardında yatan üretim sürecini düşünmek gibi bir huy edindim uzun zamandır. Kişi, üniversitede okuduğu üretim ilişkileri, üretim süreçleri, yabancılaşma gibi makaleleri gerçek hayatta bir bağlama oturtmaya çalışırken hep bir otomobil fabrikasını veya bir konfeksiyon atölyesini falan düşünüyor nedense. En azından çalışmaya başlayana kadar ben öyle düşünüyordum. Marketlerde satılan meşhurlaşmış hazır gıda ürünleri de bir noktada size üretim bandını hatırlatabiliyor ama köyden yakınlarınızın gönderdiği tarhanalar, peynirler veya zeytinler lezzetleriyle ardındaki üretim sürecini genellikle gölgede bırakıyor.
Birer meta olarak yemeklerin değerleri tarih boyunca birçok kez değişmiş. Bundan yaklaşık on bin yıl önce insanlar zeytini ıslah edip, ondan yağ üretmeye başladıklarında zeytinyağının değeri büyük ihtimalle karınlarını doyuracak bir gıdadan öteye geçmiyordu. İlerleyen zamanlarda, yani günümüzden yaklaşık üç bin yıl önce ise zeytinyağı aynı tuz ve şarap gibi gıda ticaretinin başat kalemlerinden biri olarak önemli bir meta değerine sahip hale gelmiş. Öyle ki Roma ve Yunan şehir devletlerinde kişilerin zenginliği çoğu zaman ambarlarındaki tuz ve zeytinyağı stoklarıyla ölçülür hale gelmiş. Günümüzde erken hasatını bulup salatamıza dökmek için çabaladığımız zeytinyağının, o zamanlar zenginlik göstergesi olması gibi durumlar yemeğe dair merakımı cezbeden noktalardan biri.
Bu altın renkli ölümsüzlük iksirinin ticari değeri yüzyıllar içinde büyük değişikliklere uğrasa da üretim şekli neredeyse hiç değişmemiş. Bin yıllar önce eşek veya katır gibi yük altına koşulabilen hayvanlar vasıtasıyla döndürülen taş baskılara, günümüzde Filistin’in bazı bölgelerinde rastlamak mümkün. Zeytinin öğütüldükten sonra çuvallara konulup üst üste yığılması ve kendi ağırlığı altında kalarak sızdırılması yöntemini Antik Yunanistan’da da görebiliriz, yarın bir gün Egenin herhangi bir zeytinyağı fabrikasında da.
Peki ya insan emeği? Bu konuda asıl üzerinde durmak isteğim kısım bu işin günümüzde, Anadolu’da nasıl yapıldığı. Zeytin toplamak nazlı bir iştir. Yer yer düzlük arazilerde yer alsa da zeytinlikler genellikle dağ yamaçlarında bulunur. Eğimli araziler zeytinin hem kendisine yetecek kadar suyu hem de rüzgârı iyi alması nedeniyle elverişli olmasına karşın zeytini toplayacak insanlar için bir hayli zordur. Bir de zeytinin sürgünlerinin zarar görmemesi için sırıklarla dikkatlice ağacı sarsmak gerektiğini düşünecek olursak son derce meşakkatli bir üretim süreci var denebilir. Henüz endüstrinin kapanına kısılmamış köylerde hasat süreci imece şeklinde gerçekleşir. Köylüler el ele verip birbirlerinin zeytinliklerinde sırasıyla çalışırlar. Bir zeytinlikten diğerine geçerek bütün köyün zeytinlerini toplarlar. Tabi bunun gerçekleşmediği yerlerde devreye artı emek girer. Tarım işçilerinin günlük yevmiye veya topladıkları zeytin üzerinden pay sistemiyle çalışmaları, her zamanki gibi sermaye emek çatışmasını da beraberinde getirir.