Anarşizm, hakkında çok fazla kanaate sahip olunan, fakat tarihi ve deneyimleri neredeyse çok az bilinen bir siyasi akım olma özelliğine sahiptir. Onun farklı beşeri alanlardaki deneyimleri göz ardı edilip ona dair her yerde hazır ve geçerli genellemeleri içeren imajlar üretilir. Bu yolla siyasetten kültüre, bilimden aşka kadar anarşist olmanın bazı karakteristikleri ön plana çıkarılır. Bu sanat alanındaki anarşistler için de geçerlidir. Anarşist bir sanatçı dendiğinde ilk akla gelen bazı imajlar vardır: kural tanımaz, serseri, yaratıcı ve sarkastik. Bu liste oldukça uzatılabilir, fakat anarşist sanatçı imajında en geniş yer kaplayan betimleme, anarşist sanatçının adeta var olan sanatın bütün kurallarını yok sayan ve onun dibine dinamit koyan bir özne olmasıdır. O, sanki kurumsal ve hakim sanatın da ötesinde bütün sanatı karşısına almıştır ve onun parçası olan her şeye saldırmaya hazırdır. Bu, genel anarşist imajıyla da oldukça uyumludur. Buna göre anarşist, insanlık tarihinin getirdiği bütün kurumlar ve normlara karşı çıkan ve karşı çıkışı eyleminin merkezine koyan bir öznedir. Bu yüzden anarşist sanatçı da diğer anarşistler gibi tuhaf, anormal, sıradışı bazı özellikler taşır. Bu betimlemelerin bir ölçüye kadar haklılık payı olsa da, anarşistlerin sanat tarihi ve alanı içindeki deneyimleri ele alındığında durumun hiç de öyle basitleştirelemeyeceği görülmektedir; çünkü anarşist sanatçılar hem modern sanatın başlangıcında hem de güncel sanatta güçlü bir gelenek yaratmıştır. Akademik sanata karşı gelişen gerçekçilik akımından anti-sanata; grafiti, heykel, dans, müzik ve fiziksel performans gibi alanları kapsayan güncel sokak sanatında bunların örnekleri oldukça fazladır. Birkaç ünlü ismi hatırlamak yerinde olacaktır: realist resimci Gustav Courbet, sinemada şiirsel realizmin kurucusu Jean Vigo, bilim kurgu ve ütopya-distopya yazınının ünlü ismi Ursula K. Le Guin. Bu yüzden anarşist sanatı kurallara karşı çıkan; bütün sanatsal faaliyetini takıntılı biçimde sanatın kurumları ve onların ölçütünü reddetmeye takıntılı bireylerin faaliyetinin bir toplamı olarak görmek hatalıdır. Kaldı ki karşı çıkış ve reddediş eylemi anarşizme ve anarşist sanatçılara has bir özellik de değildir.
Diğer yandan anarşist sanat, sanatta var olan ölçütlere karşı yeni bir biçim getiren deneyimler arasında oldukça geniş bir yer kaplar. Var olan ölçütlere karşı alternatif sanatta öncü bir rol üstlenir. Bu anlamda karşı çıkış ve reddediş yeni bir sanatın üretimine dönük eylemlerin bir parçası olarak ortaya çıkar. Hatta anarşist sanatçıların müzikten sinemaya farklı sanat dallarında çoğunlukla deneysel ve avangard sanat tutumlarına yakın olduğu görülmektedir; fakat anarşist sanatın basitçe yenilik takıntısı içinde olduğunu iddia etmek de hatalıdır. Bütün bunlara binaen anarşist sanatçıların sanat alanı içinde şimdiye kadar olan deneyimlerinin ortak bazı karakteristiklerinin ortaya çıktığı görülmektedir: hakim sanatı sorgulama, eleştirme ve ona karşı çıkma ile paralel gelişen alternatif sanat ürünleri ortaya koymak; fakat bütün bunlar anarşist sanatın sadece karakteristik türevleridir, anarşist sanatçılar başka türlü deneyimler de ortaya koyabilirler. Hakim kuralları sorgulamadan sıradan sanat eserleri de yapabilirler. Bu hakim kurallar iktidarla ilişkisi bağlamında anarşist sanatçının hedefindedir. İşte bu hedef dolayısıyla bahsedilen genel karakteristikler ve onların özellikleri ortaya çıkar.
Bu gerçeğe rağmen yine de, bazıları anarşist sanatı anarşist sanatçıların bahsedilen karakteristikleri üreten genel eğilimleri ile açıklayabilir. Bu yüzden anarşist sanatçının sanatsal deneyimlerinin kaynağını araştırabilir. İlk olarak anarşist sanatçıların doğuştan getirdikleri biyolojik özellikleriyle açıklayabilir. Şöyle ki anarşist sanatçıların karşı çıkmaya ve maceraperestliğe varan bir yenilik arayışı içinde olmaları, onların beyinlerinin anormalliğe varacak derecede farklı bir işleyişinin olduğu, onları bu davranışlara iten bir genetik ve memetik eğilime sahip oldukları iddia edilebilir. Bu anlamda anarşistler anormal doğmuş ya da insanlığın biyolojik ve kültürel karşı çıkma mirasının kahraman taşıyıcıları olabilirler. Bunlara bağlı olarak bazıları anarşist deneyimlerin parçası olan karşı çıkma ve isyan etme eğilimlerini bir takım doğuştan gelen uyumsuzluk eğilimlerine ve ahlaki yargı geliştirmeden yoksunluğa ve asosyalliğe bağlayabilir. Bu tarz negatif yaklaşımlar oldukça önyargılıdır, çünkü bunlar anarşizmi oldukça kısıtlı bir deneyimle sınırlarlar. Diğer yandan şiddet eğilimi, isyan ve karşı çıkış gibi siyasal eylemlerin farklı tarihsel koşullarda geniş toplumsal kesimlere de ait olabileceği gerçeğini gözden kaçırırlar. Bu iddialara doğru cevap verebilmek için gerçekten bilimsel verilerle desteklenmiş çalışmalara referans vermek gerekir. Böylesi çalışmalar da neredeyse hiç olmadığı için bu çaba yersiz kalacaktır. Öte yandan bu biyolojik açıklamalardan farklı olarak toplumsal kültürel açıklamalara ağırlık vererek anarşist sanatçının sınıfsal ve toplumsal konumların türevi olduğu da iddia edilebilir. Anarşist sanatçıların orta sınıf eğilimlerin bir ürünü olduğu kanısı oldukça yaygındır. Hatta alt sınıflardan gelseler de sınıflarından kaçan lümpenler olarak da görülürler. Bununla birlikte işçi sınıfından gelen ve hiç de lümpen özelliklere sahip olmayan birçok anarşist sanatçı vardır. Vera L. Zolberg’in Bir Sanat Sosyolojisi Oluşturmak adlı eserindeki bir başlıktan hareketle “anarşist sanatçı olunur mu, doğulur mu?” bilemeyiz. Fakat şu açıktır ki anarşist sanatçıların ön plana çıkan karakteristiklerini ortaya çıkaran bazı unsurlar söz konusudur. Bu karakteristikler sosyolojik ve siyasal süreçlerle açıklanabilir. Şöyle ki anarşist sanatçıların tutumlarını belirleyen bir ideolojik yönelimi söz konusudur ve bu ideolojik yönelim dolayısıyla anarşist sanatçılar her türden tahakküme karşı çıkarlar. Tahakkümün ortadan kaldırılmasına dönük eleştiri, reddediş ve yıkıma odaklı tutumların yanı sıra; özgürlük ve eşitliğe dayalı yeni bir toplumsallığın kurulmasına dönük bir bakış açısı bu eylemi besler. Buna ilaveten aynı motivasyonlar alternatif sanatın deneyimleri için de teşvik edici rol oynar. Bu bağlamda, anarşist sanatçıyı anarşizmden ayırarak bir takım saf biyolojik ya da kültürel belirlenim ile açıklamak yanlış olacaktır. Aksine sanat alanı içerisinde anarşistlerin genellikle işgal ettiği konum anarşist sanatçıların eşsiz özelliklerinin değil, onların sanat alanında var olmak için kullandıkları stratejilerin sonucudur ve bu stratejiler genellikle onların siyasi tavrının sonucudur.
Bu noktada Fransız düşünür Pierre Bourdieu’nun sanatı da kapsayan kültürel alan etrafındaki fikirlerinden hareket etmek yerinde olacaktır. Bourdieu’ya göre herhangi bir toplumsal alan, ona hakim olan güçlerin ortaya koyduğu ölçütlerin etkisi altındadır. Bu bağlamda sanat alanından neyin güzel, neyin beğenilir olduğu; neyin sanat olduğu neyin sanat olmadığı alanın hakimleri tarafından belirlenir. Bunları ve başka ölçütleri benimseyen sanatçı, sanatı alımlayanlar ve diğer failler ortodoksiyi yerinden üretirler. Bütün bunlar gerçek sanat eserinin, sanatçının ve sanat severin ne olduğunu belirleyip hiyerarşik bir yapı oluşturur. Ölçütlere uymayanlar aşağı görülür, dışlanır ve alanda yaşam hakkına sahip olmayabilir. İyi bir sanat sever olmak için klasik müziğin inceliklerini bilmeniz, bir Tarkovski filminin sembollerini okuyabilmeniz gerekebilir. Aksi takdirde sanatsal beğeniden yoksun sayılabilirsiniz. Bir sanatçı olarak alanın kurallarına uymalısınız. Eğer politik fikirlerin açıkça ifade edilemediği sansürlü bir sanat alanına sahip ülkede iseniz, fazla dik başlı olmayan bir anlatım biçimi benimsemelisiniz. Ya da bir opera sanatçısı olmak için sizden önceki opera sanatçılarının karakteristik özelliklerini yeniden üretmelisiniz. Eğer sanatçı kibar olmayı gerektiriyorsa kabalık aşağılanacak bir özelliktir. Eğer ki alanda kabul görmeyen davranışlara sahipseniz kötü sanatçı ve kötü sanatsever olarak hakim olanın dışında kalabilirsiniz. Bütün bu ortodoksi kurumlar, failler ve ilişkilerle yeniden üretilir ve alanın sahiplerini belirler. Oysa bu kurallara karşı çıkanlar, alanda yeni ölçütler, eğilimler ve tutumlarla yeni olanı, yani heterodoks bir tavrı üretirler. Örneğin bale sanatını düşündüğünüzde modern dansa öncülük eden Martha Graham, İsabella Duncan gibi dansçıların tavrını heteronom olarak görebiliriz. Onlar bir yandan modern akademik dans alanına hakim olan balenin egemenliğini kırarak diğer yandan akademide modern dansın gelişimine yer açmışlardır. Heterodoksi sanat alanındaki tüm kurumsal yapıları terketme biçiminde de ortaya çıkabilir. Yeni teknik ve ölçütleri doğaçlama çalışmaya bağlı olarak ve herhangi bir resmi okula bağlı olmadan alternatif kurumlarda ya da sokakta müzik, resim, sanat icraa etmek de heterodoks bir tavırdır.
Sanat alanı ile ilgili bu fikirlerden yola çıkarak anarşist sanatçının genel olarak sanat alanındaki heterodoksiye yakın tavrının kaynağı da açıklanabilir. Bu bağlamda anarşist sanatçının tek başına doğuştan ya da kültürden getirdikleri, eğilim ve yönelimlerin ürünü değildir. Daha çok anarşist bir sanatçının anarşizmden gelen siyasal eğilimleri sanat alanına taşımasının bir sonucudur. Yukarıda ifade edildiği gibi ortodoksi, sanat alanında eşitsizlikleri, tahakkümü ve kuralları yeniden üretir. Ortodoksi iktidarın kendisi olduğu için, anarşist bir sanatçının anarşist olmaktan kaynaklı eğilimlerinin ortodoksiye karşı çıkan tutumları benimsemesi kaçınılmazdır. Bu tutumlar basitçe müzelere ya da akademik sanat kurumlarının organizasyonlarına karşı çeşitli protesto ve sabotaj teknikleri icare etmekten, alternatifleri sadece sokakta, kapalı gruplarla sınırlı, bazen de illegal alternatif sanat ile meşgul olmaktan ibaret değildir. Ortodoksinin kurallarına karşı ve aynı zamanda bir anarşist olarak sanatçı, alternatif toplumsallıklar kurma ya da yekten ret mantığı ile biçimlenmiş bir anarşist perspektife bağlı olarak farklı stratejiler gerçekleştirebilir. Bir sinema sanatçısı anarşist olarak film endüstrisine emek sömürüsü, cinsiyetçi eğilimleri, hakim ideolojileri yeniden üretmesi, kapitalist iktidarların bir aygıtı olması dolayısıyla karşı çıkabilir. Hatta genel olarak bu endüstrinin bütün üretim ve dağıtım mekanizmaları anarşist ideolojiyle çelişebilir; fakat bu politik de olmayan, sadece eğlendirmeye yarayan kitle sineması yapmayacağınız anlamına gelmez. Hatta o endüstrinin içinde alternatif sinemacı olarak da farklı ilişki biçimleri ve estetik yönelimleri hayata geçirmeye çalışabilir. Uzun lafın kısası anarşizme atfedilen bütün türevler aslında bir anarşistin ya da anarşizmin sanat alanı içinde var olma hikayesinin bir parçasıdır. Bu hikayenin akıbeti sanat alanı içindeki bütün failler, kurumlar ve mekanizmalardan ibaret tutumlarla etkileşimin sonucudur.
Şimdiye kadar anlatılanlar göz önünde bulundurulacak olursa burada, anarşizmin sanat alanındaki varlığının öyküsünün nasıl ortaya çıktığı ve bu öykü etrafında anarşist sanatçılara dair ortak özellikler ortaya konmaya çalışılıyor. Anarşist sanatın sanat alanındaki tutumları, stratejileri ve eylemleri ele alınıyor. Bütün çoğulluğu içinde anarşist sanatın ve sanatçının düşünsel ve duygusal haritaları ve izlekleri takip edilmeye çalışılıyor. Bu açıdan bu yazıda anarşizmle sanatın karşılaşması ortaya konuyor; hem sanat alanında heterodoksiye bir örnek sunuluyor hem de anarşizmin bir serüveni ortaya konuyor. Bu serüvene Gustave Courbet ve gerçekçilik akımı ile başlangıç yapıyoruz. L’Ateliere Du Peintre (Sanatçının Stüdyosu) adlı ünlü resminde Gustave Courbet kendisini bir doğa resmi yaparken resmeder. Bu tablonun ilginç yanı ise bir yanda Fransız toplumundan gündelik yaşamda karşılaşılabilecek insanları ve içinde ünlü anarşist Proudhon’un da yer aldığı arkadaşlarını tabloya taşımasıdır. Bu resim teması açısından tipik bir realist resimdir. Realist resim romantik ya da klasik olan akademik sanatın aksine gerçek yaşamdan kesitleri tabloya taşımaya başlamıştır. Bahsedilen hakim akımlar çoğunlukla mitlerden alınmış ya da tasavvura dayalı gerçek olmayan imgelerden hareket etmekteydi; fakat her şeyden de önemlisi biçimsel olarak sanatta mükemmel renkleri, çizgileri ve desenleri ortaya koymaya çalışıyordu. Bu bağlamda, Gustave Courbet ve diğer ressamlar öncülüğünde gerçekçilik akımı sanat alanına hakim olan akademik sanata karşı çıktılar. Onun estetik ölçütlerini sorgulayarak heterodoks bir konumu benimsediler. Bununla da kalmayarak ressamların eserlerini sergileyebildikleri tek yer olan akademiye bağlı salonların dışında bağımsız salonlarda sergiler organize etmeye başladılar. Realizmin ortaya çıkışı sadece Courbet gibi anarşist sosyalist akımlara yakın olan sanatçıların cesur maharetlerinin sonucu değildi. Onların sanatı, yeni gelişen burjuvazinin akademik sanat dışındaki yeni estetik arayışları ile de kesişiyordu. Bunun yanı sıra Rönesans ve Aydınlanmanın etkisiyle alt sınıflarla birlikte geniş kitleler eğitim alıyorlar ve sanat alanında sanatçılar olarak yer buluyorlardı. Hem akademi içinden sanatçılar hem de akademi dışından sanatı alımlayan kesimlerin yeni estetik arayışları gerçekçilik gibi geleneksel ve ortodoks sanata karşı yeni arayışların ortaya çıkışı için bir zemin sağlıyordu.
Gerçekçilik akımı bağlamında bir diğer husus ise, gerçekçi sanatçıların birçoğunun 19. yüzyıl Fransa’sındaki siyasi gelişmelere olan yakın ilgisiydi. Bu akım içerisinde soylu sınıf ve burjuva kökenli olmayan yoksul ve alt sınıflardan birçok anarşist sanatçı vardı. Bunların çoğu 1871 Paris Devrimi ve onu takiben kurulan komünde aktif roller üstlendiler. Komünü bastırmaya gelen Fransız Versay ordusu ile çatışmalarda onlarca anarşist sanatçı hayatını yitirdi. Gerçekçilik akımı göstermektedir ki anarşist sanatçılar bohem, serseri ve maceprest imajları ile oldukça çelişmektedir. Birçoğu politik ve toplumsal mücadeleler içinde yer alan ve hem hakim sınıfları hem de onların sanat alanı içindeki yansımalarını sorgulayan ve başka türlü bir sanat arayışı içerisinde olan kişilerdi. Bu akımın kurucusu olan Courbet örneğinde de görüldüğü üzere anarşist sanatçıların politik mücadeleleri ile sanatsal anlayışları arasında bir paralellik söz konuydu. Fransız devriminde aktif olarak rol almış görece zengin bir ailenin çocuğu olan Courbet de Paris komününde rol alarak müzelerin korunması ile görevlendirilmiştir. Zaten komünden önce de birçok sanatçı ile birlikte sansüre karşı ve özgür bir sanat için bir bildirinin yayınlanmasının parçası olmuştur. Bu yüzden gerçekçilik akımıyla hem sanat alanında hakim sınıfların baskısına ve hakim kurallara karşı çıkarak alternatif bir sanat deneyimi içinde yer aldılar hem de sanat alanı dışında siyasal mücadeleler yürüttüler. Gerçekçilik bağlamında anarşist sanatçıların bu iki uçlu stratejisi daha sonraları izlenimcilik, izlenimcilik sonrası sanat, fütürizm, dadaizm ve gerçeküstücülük içindeki anarşist sanatçılarla başka boyutlar ve ifadeler kazanarak devam etti; fakat baki kalan politik bir sanat anlayışının sanat alanı içindeki hakim kurum, fail ve ölçütleri sorgulaması ve sanat alanının sınırlarını zorlayıp başka türlü bir sanatsal deneyime yol açmasıydı.
* Bu yazı dizisi boyunca anarşist bir sanattan bahsetmenin mümkün olup olmadığını ele alacağız: Anarşist sanatçılar hem belirli tarihsel dönemlerde hem de bu tarihsel dönemleri açacak biçimde genel olarak birleştiren özellikler var mıdır? Ortak siyasal tutumları yanında başka özellikler var mıdır? Anarşist bir estetikten bahsetmek mümkün müdür? Hangi felsefi akımlara yaslanırlar? Belirli tarihsel dönemlere ait anarşist sanatçı personaları ya da öznellik tipleri nelerdir?
Kapak görseli: A street in Paris in May 1871 -Maximilien Luce