Salgın süreciyle birlikte dünya, hem süreç hem de sonrasına dair distopik bir algıya sürüklenirken, en çok duyduğumuz şeylerin başında “yeni normal” ve buna uyumla hızla erişilecek sağlıklı günler, bunun sonucunda ise “hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yeni bir dünya” tahmini geliyor. Piyasayı önceleyen politikaların bu süreçte girdiği çıkmaz ve sağlık hizmetlerine ulaşımın yarattığı kriz ortadayken, toplumun tüm kesimleri için temel ihtiyaçları karşılayabilme anlamında ortaya konmayan gücün, nefes alamayan toplumların tepkiye dönüşen seslerinin bastırılmak için harcanması ise kaçınılmaz sonuçlar doğuruyor; distopik algıyı kıran ve cesurca yan yana gelip bir arada durdukça çoğalan, ABD’den yükselen “adalet yoksa, barış da yok” haykırışına farklı coğrafyalardan ses veren insanlar.
Sloganlarla dile getirilenler ve protesto için tutulan ritimlerden, eylemler esnasında hep birlikte söylenen şarkılara/marşlara, ülke sınırlarını aşarak dünya çapında birleştikçe çoğalan sesler, “normal” olarak inşa edilegelenin başına bir sıfat olmanın ötesinde, başka türlü bir “yeni”nin arayışında olunduğunu gösteriyor. Bu arayış ise elbette yeni değil. Ahmed Arif’in ‘‘Suskun’’ şiirinden ilhamla söylersek, doğanın sesiyle doğan ve insan becerisiyle çeşit çeşit forma bürünen müziğin, çağlar boyu yeşiliyle sarıp sarmaladığı isyan sesleri bunun göstergesidir.
Bireysel ve toplumsal boyutlarıyla yabancılaşmanın sarmalından kurtulmuş, kendi potansiyelini özgürce gerçekleştirebilen yeni insanın varlığının yaygınlaşması mücadelesine, müzik üretimiyle birlikte katılan önemli gruplardan birisi olan Inti Illimani, salgın süreci yaşanmasaydı, bugünlerde Ankara ve İstanbul’da bizlerle buluşacaktı. Muhtemeldir ki ABD’de veya dünyanın bir başka köşesinde, diz ya da gaz kapsülünde cisimleşen baskının aldığı yeni bir can için de sahneden yükselen sese eşlik edilecekti.
Daha önce Ankara, Batman, İstanbul’da konserler veren Inti Illimani grubu, ülkemizde ve dünyada belki de en çok “Venceremos” ve “El Pueblo Unido Jamas Sera Vencido” şarkılarıyla biliniyor. Bu şarkılardan ilki, yaşamının son anlarında Victor Jara’nın gitarı ve sesiyle katillerine karşı bir direnişe dönüşmüş, ikincisiyse onun katledilişine sebep olan askeri darbe sonrası, Şili’deki halk hareketinin yol göstericisi haline gelmişti. Bu direniş ezgilerine aşina olmamızı sağlayan bir diğer grup da yine Şili’den Quilapayun.
Her daim piyasayı ve ondan en çok nemalanan kesimin çıkarlarını önceleyen “normal”in başına sıfat olmanın ötesine geçmek isteyen “yeni”nin arayışında, 1960’lar Şili’sinde çıkılan yolculuk, müzikteki yansımalarını bu isimlerden ve iki şarkıdan fazlasında, daha geniş anlamıyla Nueva Cancion (Yeni Müzik) akımıyla birlikte bulmuştu; ama bu akımın, geçmişten bugüne dünya müziğini de etkisi altına almasında en önemli emek sahibi ve öncü isimlerini saymak gerekirse, Victor Jara’yla birlikte Inti Illimani ve Quilapayun grupları akla gelecektir.
Arjantin’deki müzikal gelişmelerin, Avrupa’da And Dağları müziği enstrümanlarının kullanımına olan ilginin artması gibi kimi öncülleri olsa da Şili, Nueva Cancion’un başlangıcı olan ülke olarak görülmektedir. 60’larda gelişen, Salvador Allende’nin başkan olmasıyla birlikte güçlenen sosyalist politikaların etkisiyle yaygınlaşan ve 1973 yılında Allende hükümetinin devrilmesiyle sonuçlanan askeri darbenin ardından sürgüne gitmek zorunda kalan sanatçıların çabalarıyla yaşatılan bu müzik akımı, geleneksel müziği ve politik söylemleri sahipleniyordu. Şili geleneksel müziğini sahiplenmek demek ise yüzyıllar boyunca katliamlara ve kültürel asimilasyona maruz kalmış, 60’lara gelindiğinde büyük kentlerin yoksul semtlerinde yaşam mücadelesi veren Amerika Yerlilerinin kültürünü sahiplenmek demekti.
Nueva Cancion’un en önemli öncülerinden olan Violeta Parra’nın yaşamı ve müziği, akımın Şili’deki geleneksel müziği sahiplenişinin yanı sıra ülke sınırlarını da aşan köklerinin açıklaması gibidir adeta. Onu da belki birçok müziksever “Gracias a la Vida” bestesiyle tanır. 1955-56 ve 1962-65 yılları arasında Paris’te yaşayan ve bu kentin atmosferinden etkilenen Parra, 1965’de ülkesine yeniden dönerek Nueva Cancion’un temellerini atar. Fernando Rios’a göre tüm Güney Amerika toplumlarının müzikal ögelerini harmanlar ve adeta “ABD’siz Amerika” fikrinin somut bir yansımasını ortaya koyar (Rios, 2008).
Güney Amerika ülkelerinin birçok bağımlılıktan dolayı içerisine düştükleri darboğazdan kurtulmak için, yine bunun ana kaynaklarından bağımsızlaşma olmaksızın üretilen “yeni” reform reçetelerini reddeden toplumsal mücadelelerin, Küba Devrimi’nin de önemli etkisiyle güçlendiği bir dönemde, müzik alanında böyle bir yansımanın olması şaşırtıcı değildir.
60’lar boyunca, Parra’nın kurmuş olduğu kültür merkezinin yanı sıra, Santiago şehrinde Parra’nın iki çocuğunun kurduğu “La Peña de los Parra” da Nueva Cancion’a gönül veren insanların yeteneklerini sergileyebileceği ve kazanımlar elde edebileceği bir mekân haline gelmişti. Nueva Cancion akımına uygun müziklerin insanlarla buluştuğu, halk kültürünün farklı alanlardaki yansımalarının üretim ve paylaşımına yönelik çabaların da geliştiği buluşma mekanları olan Peña’lar Şili’nin dört bir yanına yayıldıkça, akımın adıyla işaret ettiği başka türlü bir “yeni”nin arayışı ise siyasi alanda yansımasını ‘Salvador Allende çevresinde kenetlenme’ halinde bulmuştu.
11 Eylül 1973’te Allende yönetimine karşı gerçekleşen askeri darbe sonrasında uzun yıllar süren baskı koşulları, Victor Jara’nın katledilişinde simgeleşen bir şekilde Nueva Cancion’un üretiminin de büyük bir darbe almasına sebep oldu; ancak nasıl ki bu süreçte sürgüne giden Sergio Ortega tarafından “El Pueblo Unido Jamas Sera Vencido” bestelenecek ve Şili’de yeniden gelişen toplumsal mücadeleye yol gösterecekse, Nueva Cancion’un etkisiyle geleneksel müziği ve politik söylemi harmanlayan farklı ülkelerden birçok sanatçı da, bu yeniliği kendi ülkelerindeki mücadelelere katacaklardı. Müzikal çizgisinde Nueva Cancion’un izlerini taşıyan ve “Venceremos”un Türkçe sözlerle akıllara kazınmasını da sağlayan Grup Yorum, Şili’de doğan bu müzik akımının toplumsal mücadele içerisindeki konumu da düşünüldüğünde, Türkiye özelinde buna en önemli örnektir.
George Floyd’un ırkçı polis şiddeti sebebiyle ölümü sonrası “Adalet yoksa barış da yok” sloganıyla sokakları, meydanları saran haykırışta yansımasını bulan; geçmişten bugüne adalet temelli bir “yeni”nin inşasını talep eden ve yankısı yarına kalacak olan seslerin ritim ve melodilere eklenmesiyle, “Yeni Şarkı” kendisini hep yeniden üretecektir elbet, bizde ve her yerde. Yeter ki kulaklarımız kuytuluklardan sokaklara, o şarkıların yeşerdiği yerlerde olsun.
Kaynakça
Rios, F. 2008. “La Flûte Indienne: The Early History of Andean Folkloric-Popular Music in France and Its Impact on Nueva Canción”, Latin American Music Review, Vol. 29, No. 2: 145-189